Bir kitabın ardından


Azınlıkça 41
Kasım 2008

Hakan Mümin
hakmumin@yahoo.gr

Şiir bitki örtüsü gibidir; çeşit çeşit bitkilerin aynı bahçede olduğunu düşünün, etrafınız rengarenk. Hele gene mevsimlerden ilkbaharsa, keyfinize diyecek yoktur o an. Şiir de, böyle bir şey desem yanlış olmaz herhalde. Her okurun bir şiir bahçesi olduğuna inanıyorum. Öyle ki sözcükler bir araya toplanmış, rengarenk; sarı, mavi, beyaz, kırmızı, turuncu ve daha nice renkler içimizdeki hüznü, ayrılığı, ezikliği, mutluluğu, sevgiyi anlatır hep bize. Çoğu zaman hüzün ayrılığın yoldaşı olmuştur şiirde, eziklik de haksızlığın kardeşi ve insan ikiye bölünür böyle durumlarda ister istemez. Parçalanmaz; yalnız kendisiyle yüzleşir. Bazen de kavga eder şair; kızar. Sözcükler hırcın, bir o kadar da “yaramaz çocuk” oluverir dizeleri inşa ederken… Aşkın bile şiddete uğradığını görürüz böyle durumlarda. Oysa aşk sımsıcak, içimizi ısıtan anlamlı bir “ateş”tir.

Bunlar aklımdan geçiyor şu an, yazayım dedim, öylesine. Ve hemen eklemek istiyorum; insan ateşi keşfetmeden önce bile ateş insanın içindeydi. Ateş yakıcılığıyla değil, sıcaklığıyla büyülemiştir insanı… Kalp kalbi ısıtmıştır.

Geçenlerde Mustafa Çolak kardeşim, dershanenin posta kutusuna “Alaz” dergisini bırakmış. Dergi İzmir’de çıkıyor ve tamamen kültür-sanat dergisi. Mustafa’nın bana ulaştırdığı bu son sayıda, Hüseyin Alemdar’ın (kendisi “Atilla İlhan Şiir Ödülü”nü almış bir şair) bir şiiri yayımlanmış. Kendisiyle “1. Uluslararası Samsun Şiir Günleri”nde tanışma fırsatım oldu. Gördüğüm kadarıyla, günümüz Türk şiirini ileriye taşıyanlardan kendisi. Alaz’daki şiirini okudum, tekrar okudum, şu anda da önümde, okuyorum ve şu dizeleri sizlerle paylaşmak istiyorum:

(gecede gülümseme)
...
/Konuş birşeyler gecenin ortasındayız
Tadını tatmalısın gülümsemenin
biraz tomurcuk çatlamasına benzer
biraz nar yarılmasına
huy edinmelisin gülümsemeyi
Tadına çiğ düşmez gülümsemenin
gülümseyebilirsen çekinmeden
bir ağız dolusu bir yürek dolusu
huy edin gülümsemeyi yeter ki geceleyin


Nedense, son günlerde şiire taktım kafayı. Belki buna sebep, Dr. Hasan Ahmet’in şiir kitabı, belki de uzun zamandır şiir okumuyor olmam. Bilemiyorum, ancak şunu söyleyebilirim: Dr. Hasan Ahmet’in “Ömür Boyu Muhalefet” kitabı, bizim burada uzun zamandır unutmuş olduğumuz “tartışma”yı gündeme oturttu. Azınlık basınında şiirleri eleştirildi, kitabı eleştirildi, özellikle de kitabın kapağında niçin “Gümülcine” yazmıyormuş diye kitap eleştiri aldı. Hatta kendisinin hayatı da… Kimileri karşısında bir “Nazım” aradı, kimileri onu Don Kişot’a benzetti, kimileri de sessiz kaldı, her zaman olduğu gibi. Oysa, Hasan Ahmet kitabında şiiri bir araç olarak gördüğünü belirtmiş. Onun bu cümlesi galiba yeterince dikkate alınmadı ya da gözden kaçtı. Neyse yazılanlar yazılmış, olan olmuş. Geriye kalan “tartışma”nın renkliliği, yani eleştirenin de, eleştirilenin de kendisini öyle ya da böyle haklı görmesi. Yazı-tura misali…

Şimdi biraz geriye gitmek istiyorum; Rıza Kırlıdökme’nin 24 Ekim tarihli Gündem gazetesinde yayımlanan yazısına. Rıza Kırlıdökme yazısında, Dr. Hasan Ahmet’in kitabını eleştirirken, isim vermeden benden de söz ediyor. Benden söz etmesinin sebebi ise Dr. Hasan Ahmet’in kitap tanıtımında “oturum başkanı”nın benim özgeçmişimden söz ederken, ki ben de tanıtımcılardan biriydim, şu ifadeyi kullanmasıdır. “Hakan Mümin iki yıl İskeçe Muzaffer Salihoğlu Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır ve ayrılmıştır. Ayrılma sebebini hâlâ anlamış değilim.” Bu ikinci cümle galiba Rıza Kırlıdökme’yi çok rahatsız etmiş ve kendisini “aklamak” için olmalı ki, eleştiri yazısının içine beni de sıkıştırmış. Bizde bir söz vardır, eminim hepiniz bilirsiniz; “yarası olmayan, kaşınmaz”, bir de “ateş olmayan yerden tuman tütmez.” Neyse, Rıza Beyin kendisini çok iyi tanırız; “helal süt içmiş evlat” numaraları bize sökmez. Başkasına belki, ama bize asla!.. Eleştiri yazısında, benim okuldan ayrılma sebebimin bir “hâne”den ve bir “zatışerif”ten de öğrenilebileceğini yazıyor, ayrıca. Bu “hâne”nin ve bu “zatışerif”in adı yok mu? Öğrenmek isteyenler nereden ve kimden öğrenecekler? Bu kadar “kapalı” yazmaya ne gerek var. Ya yazarsın, ya da yazmazsın. Durum böyle “kapalı” olunca, iş yine başa düşüyor; ben anlatayım bari:

Bence, R. Kırlıdökme “hâne” derken, o hepimizin saydığı “hâne”yi, yani Konsolosluğu’muzu kastediyor olmalı. O yıllarda Başkonsolos Ümit Yardım’dı. Aslında ne “ümit”ti, ne de “yardım” eliydi. “Zatışerif” derken de, galiba o yıllardaki söz konusu hânenin genel sekreterini ima ediyor olmalı. Şimdi emekli oldu. Zaten onun da parmağı yoksa bu işte, şaşar kalırım.

Böyle varsayımlar üzerinde duruyorum, çünkü bu “ayrılma” -aslında azledilme desek, daha doğru olur- olayında bu kişilerle bire bir, yüz yüze getirildim. Konuyla ilgili bir de öğretmen var. R. Kırlıdökme’nin okulunda görev yapıyor. Bu “zat” da Rıza Kırlıdökme’nin gözünden kaçmış olmalı.

O dönemde, 2006 yılının temmuz sonu, ağustos başı olsa gerek, R. Kırlıdökme bana ve İngilizce Öğretmeni Dildar Mehmet’e birer mektup gönderiyor. Benimkinde şöyle bir başlık var: “Sayın öğretmenimiz, Hakan Mücahit.” R. Kırlıdökme benim soyadımın “Mümin” olduğunu bilmiyor mu? Biliyor. Demek ki, bu mektubu kendisi yazmamış, birileri eline tutuşturmuş, o da bana göndermiş. Bu “birileri” kim olabilir? Büyük bir ihtimalle yukarıda belirttiğim “zat”, şimdi emekli olan. Hem R. Kırlıdökme’nin bu kadar “temiz” Türkçe’si olduğunu hiç görmedim. Neyse, mektubu kimin yazdığı benim için o kadar önemli değil. Önemli olan mektupta yazılı olanlar. Bakın mektubun bir yerinde şöyle diyor:
“….
Sayın öğretmenimiz,
Siz, okulumuzun öğretmenisiniz ve yasaya göre nasıl diğer öğretmenler mesleklerini icra ettikleri okulların dışında herhangi bir kurum ve kuruluşta çalışamıyor ise sizin de okulumuz dışında başka kurum ve kuruluşlarda çalışmanız uygun bulunmadığını tekrar beyan etmek isteriz.” ve mektup devam ediyor.

Bu alıntı aynen benim de altını çizdiğim gibi yazılı. Bundan da anlaşılıyor ki, bu yazıyı “resmiyet” işlerinden iyi anlayan biri yazmış, sanki. Bu cümle R. Kırlıdökme’nin “söz dizimi” mantığına aykırı. Çünkü “neden” yerine “niçinini” yazan bir kişiden böylesine düzgün cümle, hem de altını çizmek doğrusu beklenmez. Eğer kendisi yazmışsa, yemin billah, tebrik ederim. Bir de, “yasaya göre” diyor; hangi yasaya göre? Belirtseymiş iyi olacaktı.

Şimdi bu mektubun, bu önemli kısmını sizler de okuduktan sonra, Rıza Kırlıdökme’nin kendisine şu soruyu sormak istiyorum:

Sayın Kırlıdökme, bilindiği gibi İngilizce öğretmeniniz Dildar Hanım hem okulunuzda, hem de özel bir kursta (kurumda) çalışıyor. Oysa sizin göndermiş olduğunuz mektubunuzdaki uyarıya göre okulunuz dışında çalışmaması gerek, öyle değil mi? Bu duruma ne diyorsunuz? Açıklarsanız, seviniriz.

Ve hemen tekrar Rıza Kırlıdökme’nin o eleştiri yazısına dönmek istiyorum. Yazının sonlarında Dr. Hasan kızını Yunan okullarında okuttu diye, Rıza Kırlıdökme onu suçluyor. Pes doğrusu. Bir çocuğumuz İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerde okuyunca “aferin kerataya” diyoruz, Yunanistan’da okuyunca da insanımızı suçluyoruz. Bu nasıl bir zihniyet doğrusu anlamış değilim. İnsan özgürdür. İstediğini yapar. Kârı da, zararı da kendisinedir. Hatta İtalyan ile de evlenebilir, Almanla da vs. Rıza Kırlıdökme bu yazdıklarıyla bir şekilde, Yunan okullarında okuyan gençlerimize ve bu gençlerimizin anne-babalarına “haksızlık ediyor” gibime geliyor.
Tekrar ediyorum, insan istediği yerde, istediği ülkede okuyabilmelidir. Rıza Beye mi soracağız çocuklarımızı nerede okutacağız diye? Azınlık liseleri, Şefaatler, Emreler, Mustafalar yetiştiremiyorsa ne yapalım! Suç kimin? Anne-babanın mı, çocukların mı, yoksa… Bir düşünün!.. Azınlığımızın Şefaatlere, Emrelere, Mustafalara ihtiyacı var, bunu unutmayalım. Umarım yanlış anlaşılmamıştır demek istediklerim.

Şiirle başladım yazıma, şiirden söz edecektim size ancak, R. Kırlıdökme’nin eleştiri yazısı ile mektubu girdi araya. Olsun, bunları da yazmam gerekiyordu ve bugüneymiş kısmet. Yavaş yavaş burada yazımı bitireyim diyorum. Ama bu “azledilme” olayını henüz kapatmıyorum. Anlatılacak çok şey var. Yine günün birinde birileri “aranırsa”, kaldığım yerden devam ederim. Ayrıca yazımda R. Kırlıdökme’nin “hâne” ve “zatışerif” deyişine kendimce bir yorum getirdim. Yanılıyorsam, çıksın Rıza Bey ve desin ki, “hâne kapısı” ve “zatışerif” diye yazarken, ben şunu ya da bunu kastettim. Biz de doğrusunu öğrenmiş oluruz o zaman. İşi olasılığa bırakmayalım. Bir araştırmacı-yazar “kapalı” yazarsa, hem kendine zarar verir, hem de çevresine. Gerçek bir araştırmacı-yazar, gerçekleri yazar. “Kapalı” olanları açar. O kadar!..

Bir başka sayıda, bir başka yazıda tekrar okuyucularımızla buluşmak dileğiyle…

0 yorum: