Azınlıkça
Şubat 2008
Sayı:35
Vitrin
Evren Dede
Şubat 2008
Sayı:35
Vitrin
Evren Dede
İslam hukukuna göre azınlık kavramının anlamı çok açıktır. Müslümanların hâkim olduğu bir ülkede müslüman olmayan tebaa, İslam hukukuna göre yönetilen bir devlete tâbi olan, vergi veren ve korunan kitap ehline denir azınlık.
Tabiî eskiler azınlık demez zimmî dermiş o ayrı mesele. İslam hukuku, fıkhı ve tarihi, zimmîler hakkında bin yerde bin teferruat içerir. “Zimmînin dahi mal ve demi hükmen Mü’min gibidir” diyen İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri bile az kafa patlatmamıştır azınlık kavramı hakkında.
Nice hazretin zımmî kadınları ayrıca ifade etme lüzumu gördüklerinden dolayı olsa gerek “zimmiye” diyerek zımmî kadınların hakları ile ilgili yorumlarda bulunmuş olmaları, azınlık kelimesinin İslâm tarihi açısından önemini daha iyi anlaşılır kılar.
Azınlık kelimesinin çokluğuna, İslâm tarihinin gündem maddelerinden birini oluşturmasına rağmen, İslâmî hiçbir eserde din farklılığı dışında azınlık kelimesi bir kere, evet bir kere bile kullanılmamıştır. İster baştan sona, ister tepeden aşağıya, ister soldan sağa inceleyin; isterseniz büyüteçle satır aralarına bakın, azınlık kelimesinin dinî farklılığı anlatma gayesi dışında kullanıldığını asla göremezsiniz.
Tabiî zımmî sorunu sadece İslam’a has değildir. Bu yüzden zımmîlerin sorunları ve kelimenin anlamı Avrupa’da da daha geniş bir yoruma tâbi tutularak kullanılmıştır. Günümüzün çokkültürlü yurttaşlık kavramı gibi azınlık kelimesinin de anlamı genişlemiş, din, etnik, kültür, dil ve sayıca azlık unsurlarını kapsayan daha geniş bir yelpazeye oturmuştur. Buna rağmen İslâm tarihi azınlık terimini (zımmî), gayrimüslimler dışında asla kullanmamıştır. Ta ki Lozan Muahedesi, İslamî geleneğe karşı, şeriatı uygulayan zımmî Müslüman da olunabileceğini gösterene dek.
Lozan antlaşmasında zımmîler arasında Müslüman ahalinin de yer alması ve Müslimlerin dinî haklarının anlaşma çerçevesinde korunması, gelenekçi İslâm düşünürleri açısından yeni bir durum oluşturmuştur. (Yunanistan’da yaşayan Müslüman nüfusun himayesi tarihi Yunan devletinin kuruluşuna kadar gitse de) Ne de olsa bugüne bugün geçerliliği devam eden ve Avrupa’daki tek resmî müslüman azınlık kavramını Lozan antlaşması içermektedir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan Müslümanların bu denli sağlam ve geçerli bir antlaşmayla dinî hakları garanti altına alınmadığından dolayı Lozan antlaşması gerek İslam fıkhı gerekse İslam hukuku açısından yeni bir yorumu kaçınılmaz kılmıştır.
Aradan geçen bunca seneye rağmen İslam fıkhının ve İslam hukukunun bu yeni tür Müslüman zımmîlere göre yorumlanmamasını, ancak Müslümanların zımmî olmayı, daha açık bir ifadeyle azınlık olmayı kabullenmemeleri, içlerine sindirememeleri ile bağlantılıyabiliriz. Ne de olsa cihanşumül bir dinin temsilcilerinin gayrimüslimler için zımmî derken hissettikleri ile Müslümanların zımmî konumuna düştükleri bir durum hakkında hissettikleri arasında ciddi bir fark olacağı kuşku götürmez bir gerçektir.
Oysa duygusallığın bir kenara bırakıldığı, aklıselim bir bakış açısı ile pekâlâ bugüne kadar çoktan Batıtrakyalı Müslüman Zımmîlerin fıkhı ve hukuku işin ehlince yorumlanabilir, gerekli düzenlemeler yapılabilirdi.
Uzatmayalım, kısmî şeriatın Lozan’la garanti altına alınmış olması, Batı Trakya’daki Müslümanların başı sonu belli olmayan binbir gece masalındaki gibi hayalperest bir tutum sergilemelerine sebep olmaktadır. Oysa gerçek farklıdır. Dinî literatürce kabullenilmesi zor gelse de, Batı Trakya’da yaşayan Müslümanlar zımmîdirler ve Yunanistan Avrupa nezdinde sıkıştıkça, Batı Trakya’da serbest bıraktığı şeriat uygulamasından el etek çekmeye mecbur kalacaktır.
Hiç kendimizi kandırmayalım. Batı Trakya’nın Yunanistan topraklarına katıldığı günden bugüne kadar islamî meselelerde yeni bir yaklaşım getirilmemesinin esas nedeni eski Batıtrakyalı büyük din alimlerinin mevcut durumun istisnai değil daimi bir hâl olduğunu kavrayamamalarından kaynaklanmıştır. Öyle ya, Balkanlarda zırt pırt toprakların el değiştirmesi o koca alimlerin, müslümanların zımmî fıkhını düzenlemesini engellemiştir. Sanmıştırlar ki devran döner zımmîler yine gayri müslimler olur. Bu yüzden de gerekli içtihadları yapmamış, zımmî müslüman fıkhını ortaya koymamışlardır. Günümüzde ise uygulamada yapılan yanlışlıklar, islâm fıkhında ve hukukunda (içtihada açık noktalarda) yeni yorumların getirilememesi ve en önemlisi Lozan’la bırakılan zımmîler olduğumuzu bir türlü hâlâ kabullenemememiz, sonunda kocaman bir hayal kırıklığına sebep olabilir.
Oysa fırtınanın dinebilmesi için mutlaka yeni yorumlara ihtiyaç vardır. Batıtrakyalı Müslümanların uygulamasına izin verilen İslam hukuku (Şeriat), Yunanistan’ın ilelebet izin verdiği bir hak olarak algılanmamalıdır. İstanbul gayrimüslimlerinin bu hakkı çoktan ellerinden alınmıştır. Dolayısıyla son tahlilde elimizdeki İslam hukuku hakkında çirkin yüzünü azınlıklara çekinmeden gösteren mütekabiliyet kavramı bile geçerli değildir. O halde harekete geçilmelidir.
Amel planında harekete geçmek için en büyük eksiklik, Batı Trakya’da uygulanan İslam hukukunun maalesef hiçbir zaman ve hiç kimse tarafından madde madde, kanun kanun düzenlenip yayımlanmamış olmasıdır. Her davada farklılık arzeden (içtihad sonucu da olabilir) ve bu yüzden de bu tür bir çalışmanın olmadığı iddiası aslî nedeni teşkil edemez. Asırlar önce bu yorumları (içtihadları) yapabilen, yazabilen ve yayımlayan insanların varlığı bile Batı Trakya’da uygulanan İslam hukukunun bugün de çok rahat bir şekilde yazılabileceğini ve yayımlanabileceğini göstermektedir.
Unutulmamalıdır ki, gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslümanların pek çok sorunu (içtihada açık meselelerde olmak kaydıyla) yeniden yorumlanabilmektedir, hatta ve hatta kimi büyük âlim zatlarca güncel sorunlar devamlı surette de yorumlanmaktadır.
İşin ilginç yanı, Batı Trakya’da uygulanan İslam fıkhının kimi maddelerinin yeni içtihatlarla Avrupa kanunlarına, Avrupa nizamına göre düzenlenmesi mümkün olmasına rağmen, bu cesareti kimsenin göstermek istememesidir. Sebebi malumdur: Tarihte örneğini gösteremeyince, ne müçtehid imamların kaynaklarından, ne de daha sonraki dönemlerde verilmiş yorumlardan cevap bulunabilmektedir. Bu durumda da iş başa düşmektedir, müçtehid imamların döneminde karşılaşılmayan bu yeni soruna şimdi yeni bir yorum getirilmelidir.
Bunca ilahiyatçımız, bunca koca koca üniversiteleri bitirmiş İslam hukuku ve fıkhı uzmanı insanımız var Batı Trakya’da. Fakat gel gelelim bir tek Batıtrakyalı zımmînin bile gerek İslam hukuku gerekse İslam fıkhı hakkında, elimizde günümüzün şartlarını yorumlayan, yeni yorumlar getiren tek bir eseri yoktur. Oysa islâm fıkhı açısından bir gerçek vardır ki asla reddedilemez: Yaşadığımız, vatanımız dediğimiz Yunanistan, mülkiyet ve hakimiyet unsurları açısından gayrimüslimlerin elinde olan bir ülkedir. Her ne kadar kısmî şeriat elimizde bırakılmış olsa da, Müslümanca yaşayabilmek için yeni içtihadî yaklaşımlara ihtiyacımız vardır. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Üstelik sırtımızda Yunanistan’ın geneline yayılmış bulunan Batıtrakyalıların ve elbette Avrupa’daki Müslümanların vebali vardır ve yeniden yorumlanacak bir azınlık fıkhı onlar için de çok büyük önem arzetmektedir.
Kalıplaşmış tutumumuzdan dolayı problemlerimiz gerçekte çığ gibi büyüyor. Avrupa insan hakları sözleşmesine aykırı olduğunu bilmemize rağmen neden gerekli olan içtihadî yorumları yapmıyor, elimizdeki kısmî şeriatın tümden kaybedileceğini görmüyoruz? Yumurtanın kapıya dayandığını bilmemize rağmen neden Batı Trakya’da Müslümanca yaşayabilemiz için gerekli olan açılımı gerçekleştiremiyoruz?
Oysa İslam tarihi bu filmi daha önce görmedi mi? Günümüzün hilkat garîbesi olan kimi kurumlar işte bu hatanın sonucu değil mi? Zamanında yapılması gereken içtihadî yorumlar ehlince yapılmayınca, sonuç postu cilalı içi boş kurumlardan öteye gidemedi son tahlilde. Hem de dışarıdan gelen baskılar neticesinde…
Batı Trakya’da uygulanan islam hukukunu Avrupa İnsan Hakları çerçevesinde düzenlemez, en azından kısmî meselerde gerekli içtihada yönelmez, gerekli fetvaları çıkarmaz, elzem olan açılımları gerçekleştirmez ve uyguladığımız islam hukukunu tıpkı anayasa kitapçığı gibi kitaplaştıramazsak, endişelerimi dile getirdiğim bu yazım, has bahçeleri yabanî otlar bürümeden önce kâtibe yazdırdığım son arzuhalim olacak gibi. Varsın kendisinin zımmî olduğunu hâlâ anlayamayan gözler aransın dursun… Ne demiş şair:
Kendini yokluğa bağlamışsan Topraksın,
Gönlünde ilahî nur parıldıyorsa Arş.
Tabiî eskiler azınlık demez zimmî dermiş o ayrı mesele. İslam hukuku, fıkhı ve tarihi, zimmîler hakkında bin yerde bin teferruat içerir. “Zimmînin dahi mal ve demi hükmen Mü’min gibidir” diyen İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri bile az kafa patlatmamıştır azınlık kavramı hakkında.
Nice hazretin zımmî kadınları ayrıca ifade etme lüzumu gördüklerinden dolayı olsa gerek “zimmiye” diyerek zımmî kadınların hakları ile ilgili yorumlarda bulunmuş olmaları, azınlık kelimesinin İslâm tarihi açısından önemini daha iyi anlaşılır kılar.
Azınlık kelimesinin çokluğuna, İslâm tarihinin gündem maddelerinden birini oluşturmasına rağmen, İslâmî hiçbir eserde din farklılığı dışında azınlık kelimesi bir kere, evet bir kere bile kullanılmamıştır. İster baştan sona, ister tepeden aşağıya, ister soldan sağa inceleyin; isterseniz büyüteçle satır aralarına bakın, azınlık kelimesinin dinî farklılığı anlatma gayesi dışında kullanıldığını asla göremezsiniz.
Tabiî zımmî sorunu sadece İslam’a has değildir. Bu yüzden zımmîlerin sorunları ve kelimenin anlamı Avrupa’da da daha geniş bir yoruma tâbi tutularak kullanılmıştır. Günümüzün çokkültürlü yurttaşlık kavramı gibi azınlık kelimesinin de anlamı genişlemiş, din, etnik, kültür, dil ve sayıca azlık unsurlarını kapsayan daha geniş bir yelpazeye oturmuştur. Buna rağmen İslâm tarihi azınlık terimini (zımmî), gayrimüslimler dışında asla kullanmamıştır. Ta ki Lozan Muahedesi, İslamî geleneğe karşı, şeriatı uygulayan zımmî Müslüman da olunabileceğini gösterene dek.
Lozan antlaşmasında zımmîler arasında Müslüman ahalinin de yer alması ve Müslimlerin dinî haklarının anlaşma çerçevesinde korunması, gelenekçi İslâm düşünürleri açısından yeni bir durum oluşturmuştur. (Yunanistan’da yaşayan Müslüman nüfusun himayesi tarihi Yunan devletinin kuruluşuna kadar gitse de) Ne de olsa bugüne bugün geçerliliği devam eden ve Avrupa’daki tek resmî müslüman azınlık kavramını Lozan antlaşması içermektedir. Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan Müslümanların bu denli sağlam ve geçerli bir antlaşmayla dinî hakları garanti altına alınmadığından dolayı Lozan antlaşması gerek İslam fıkhı gerekse İslam hukuku açısından yeni bir yorumu kaçınılmaz kılmıştır.
Aradan geçen bunca seneye rağmen İslam fıkhının ve İslam hukukunun bu yeni tür Müslüman zımmîlere göre yorumlanmamasını, ancak Müslümanların zımmî olmayı, daha açık bir ifadeyle azınlık olmayı kabullenmemeleri, içlerine sindirememeleri ile bağlantılıyabiliriz. Ne de olsa cihanşumül bir dinin temsilcilerinin gayrimüslimler için zımmî derken hissettikleri ile Müslümanların zımmî konumuna düştükleri bir durum hakkında hissettikleri arasında ciddi bir fark olacağı kuşku götürmez bir gerçektir.
Oysa duygusallığın bir kenara bırakıldığı, aklıselim bir bakış açısı ile pekâlâ bugüne kadar çoktan Batıtrakyalı Müslüman Zımmîlerin fıkhı ve hukuku işin ehlince yorumlanabilir, gerekli düzenlemeler yapılabilirdi.
Uzatmayalım, kısmî şeriatın Lozan’la garanti altına alınmış olması, Batı Trakya’daki Müslümanların başı sonu belli olmayan binbir gece masalındaki gibi hayalperest bir tutum sergilemelerine sebep olmaktadır. Oysa gerçek farklıdır. Dinî literatürce kabullenilmesi zor gelse de, Batı Trakya’da yaşayan Müslümanlar zımmîdirler ve Yunanistan Avrupa nezdinde sıkıştıkça, Batı Trakya’da serbest bıraktığı şeriat uygulamasından el etek çekmeye mecbur kalacaktır.
Hiç kendimizi kandırmayalım. Batı Trakya’nın Yunanistan topraklarına katıldığı günden bugüne kadar islamî meselelerde yeni bir yaklaşım getirilmemesinin esas nedeni eski Batıtrakyalı büyük din alimlerinin mevcut durumun istisnai değil daimi bir hâl olduğunu kavrayamamalarından kaynaklanmıştır. Öyle ya, Balkanlarda zırt pırt toprakların el değiştirmesi o koca alimlerin, müslümanların zımmî fıkhını düzenlemesini engellemiştir. Sanmıştırlar ki devran döner zımmîler yine gayri müslimler olur. Bu yüzden de gerekli içtihadları yapmamış, zımmî müslüman fıkhını ortaya koymamışlardır. Günümüzde ise uygulamada yapılan yanlışlıklar, islâm fıkhında ve hukukunda (içtihada açık noktalarda) yeni yorumların getirilememesi ve en önemlisi Lozan’la bırakılan zımmîler olduğumuzu bir türlü hâlâ kabullenemememiz, sonunda kocaman bir hayal kırıklığına sebep olabilir.
Oysa fırtınanın dinebilmesi için mutlaka yeni yorumlara ihtiyaç vardır. Batıtrakyalı Müslümanların uygulamasına izin verilen İslam hukuku (Şeriat), Yunanistan’ın ilelebet izin verdiği bir hak olarak algılanmamalıdır. İstanbul gayrimüslimlerinin bu hakkı çoktan ellerinden alınmıştır. Dolayısıyla son tahlilde elimizdeki İslam hukuku hakkında çirkin yüzünü azınlıklara çekinmeden gösteren mütekabiliyet kavramı bile geçerli değildir. O halde harekete geçilmelidir.
Amel planında harekete geçmek için en büyük eksiklik, Batı Trakya’da uygulanan İslam hukukunun maalesef hiçbir zaman ve hiç kimse tarafından madde madde, kanun kanun düzenlenip yayımlanmamış olmasıdır. Her davada farklılık arzeden (içtihad sonucu da olabilir) ve bu yüzden de bu tür bir çalışmanın olmadığı iddiası aslî nedeni teşkil edemez. Asırlar önce bu yorumları (içtihadları) yapabilen, yazabilen ve yayımlayan insanların varlığı bile Batı Trakya’da uygulanan İslam hukukunun bugün de çok rahat bir şekilde yazılabileceğini ve yayımlanabileceğini göstermektedir.
Unutulmamalıdır ki, gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslümanların pek çok sorunu (içtihada açık meselelerde olmak kaydıyla) yeniden yorumlanabilmektedir, hatta ve hatta kimi büyük âlim zatlarca güncel sorunlar devamlı surette de yorumlanmaktadır.
İşin ilginç yanı, Batı Trakya’da uygulanan İslam fıkhının kimi maddelerinin yeni içtihatlarla Avrupa kanunlarına, Avrupa nizamına göre düzenlenmesi mümkün olmasına rağmen, bu cesareti kimsenin göstermek istememesidir. Sebebi malumdur: Tarihte örneğini gösteremeyince, ne müçtehid imamların kaynaklarından, ne de daha sonraki dönemlerde verilmiş yorumlardan cevap bulunabilmektedir. Bu durumda da iş başa düşmektedir, müçtehid imamların döneminde karşılaşılmayan bu yeni soruna şimdi yeni bir yorum getirilmelidir.
Bunca ilahiyatçımız, bunca koca koca üniversiteleri bitirmiş İslam hukuku ve fıkhı uzmanı insanımız var Batı Trakya’da. Fakat gel gelelim bir tek Batıtrakyalı zımmînin bile gerek İslam hukuku gerekse İslam fıkhı hakkında, elimizde günümüzün şartlarını yorumlayan, yeni yorumlar getiren tek bir eseri yoktur. Oysa islâm fıkhı açısından bir gerçek vardır ki asla reddedilemez: Yaşadığımız, vatanımız dediğimiz Yunanistan, mülkiyet ve hakimiyet unsurları açısından gayrimüslimlerin elinde olan bir ülkedir. Her ne kadar kısmî şeriat elimizde bırakılmış olsa da, Müslümanca yaşayabilmek için yeni içtihadî yaklaşımlara ihtiyacımız vardır. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Üstelik sırtımızda Yunanistan’ın geneline yayılmış bulunan Batıtrakyalıların ve elbette Avrupa’daki Müslümanların vebali vardır ve yeniden yorumlanacak bir azınlık fıkhı onlar için de çok büyük önem arzetmektedir.
Kalıplaşmış tutumumuzdan dolayı problemlerimiz gerçekte çığ gibi büyüyor. Avrupa insan hakları sözleşmesine aykırı olduğunu bilmemize rağmen neden gerekli olan içtihadî yorumları yapmıyor, elimizdeki kısmî şeriatın tümden kaybedileceğini görmüyoruz? Yumurtanın kapıya dayandığını bilmemize rağmen neden Batı Trakya’da Müslümanca yaşayabilemiz için gerekli olan açılımı gerçekleştiremiyoruz?
Oysa İslam tarihi bu filmi daha önce görmedi mi? Günümüzün hilkat garîbesi olan kimi kurumlar işte bu hatanın sonucu değil mi? Zamanında yapılması gereken içtihadî yorumlar ehlince yapılmayınca, sonuç postu cilalı içi boş kurumlardan öteye gidemedi son tahlilde. Hem de dışarıdan gelen baskılar neticesinde…
Batı Trakya’da uygulanan islam hukukunu Avrupa İnsan Hakları çerçevesinde düzenlemez, en azından kısmî meselerde gerekli içtihada yönelmez, gerekli fetvaları çıkarmaz, elzem olan açılımları gerçekleştirmez ve uyguladığımız islam hukukunu tıpkı anayasa kitapçığı gibi kitaplaştıramazsak, endişelerimi dile getirdiğim bu yazım, has bahçeleri yabanî otlar bürümeden önce kâtibe yazdırdığım son arzuhalim olacak gibi. Varsın kendisinin zımmî olduğunu hâlâ anlayamayan gözler aransın dursun… Ne demiş şair:
Kendini yokluğa bağlamışsan Topraksın,
Gönlünde ilahî nur parıldıyorsa Arş.
0 yorum:
Yorum Gönder