TBMM Başkanı Köksal Toptan Batı Trakya Ergenekon’unu savunuyor


Azınlıkça
Sayı:44
Şubat 2009

İbram Onsunoğlu
ibram@tellas.gr


Makaleyi Azınlıkça'da yayımlanan şekliyle PDF formatında okumak için TUŞLAYINIZ

Aşağıda size bir haberi okutacağız.
7 Ocak 2009 tarihinde Tekirdağ’da Dr. Sadık Ahmet Köprüsü, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın katılımıyla törenle hizmete girdi. Köksal Toptan, açılışta yaptığı konuşmada şöyle dedi:
“Benim için böylesine bir törende bulunmak çok yönlü anlamlar ifade etmektedir. Bunlardan bir tanesi, kuşkusuz, bu yöreye, iki mahalleyi birbirine bağlayan bu köprünün vatandaşlarımıza hizmet verecek olmasıdır. İkincisi, bu köprünün adından kaynaklanır. Dr. Sadık Ahmet, Türk dünyasının, Batı Trakya Türklüğünün önder isimlerinden bir tanesidir. Ama Dr. Sadık Ahmet, benim için, adı gibi bir sadık arkadaştı, bir dosttu, bir kardeşti, bir can parçasıydı. Onun için onun adı geçen her yerde benim içim titrer ve gururlanırım... O gerçekten bizim için, Türklük için, dünya Türklüğü için bir bayrak isimdi. Kadirşinas milletimiz, yerel yönetimlerimiz, Türkiye’nin her yerinde bir önemli esere onun adını vermek suretiyle vefa göstermenin yanında çok ta anlamlı ve büyük bir hizmet yerine getirmektedir. Bu isimleri yalnızca Batı Trakya’nın değil, Türk dünyasının tanıması lazım. Bu isimleri sadece bizim değil, gelecek kuşakların da bilmesi lazım. Tekirdağ belediyesinin bir vefa duygusuyla yaptırdığı, ismini verdiği bu köprü hizmet verdikçe Sadık Ahmet ismi yaşayacak ve buradan geçen Yunanlılar Sadık Ahmet’e Tekirdağ ve Türkiye’de ne şekilde sahip çıkıldığını görmüş olacaklar. Bu nedenle anlamlı bir köprünün açılışında hep beraber bulunuyoruz. Bu nedenle sayın Ahmet Aygün’e ve çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi, şükranlarımı sunmak istiyorum. Dileğim, Batı Trakya’nın, Türkiye’mizin, bütün Türk dünyasının böyle liderler yetiştirmesidir. Böyle liderler bizi istediğimiz, umduğumuz, hayal ettiğimiz hedeflere, Büyük Türk Devletine götürür....
***
Şimdi, bir anavatan politikacısı ile çatışma ve istenmeyenler listesindeki yerimizi sağlamlaştırma pahasına da olsa, kendi kendimizle temel bir tutarlılık içinde azınlık gerçekleri ve tarihi adına bu yukarıdaki konuşmayı eleştirip kınamamamız mümkün değil.

Köksal Toptan, Türk Azınlığının Derin Devlet-Ergenekon güdümüne sokulduğu, Türkiye ile ilişkilerinin en karanlık, en korkulu, Azınlık için en travmatik 1986-96 dönemini aklamaya ve meşrulaştırmaya çalışıyor. O akıl almaz müdahelenin yol açtığı bunalımdan toplum olarak yeni yeni kendimize gelirken, fakat Azınlıktaki genç kuşaklar üstündeki yozlaştırıcı etkisini ve dayattığı değer anarşisini hâlâ şiddetle hissederken. Böylece, sanki, “Bir kez daha asla faşizm!” diyerek lanetlediğimiz o dönemin geri gelebileceğini anımsatıyor bize Köksal Toptan. Batı Trakya Ergenekon’unu savunuyor.

Türkiye’deki Ergenekon kötü, Batı Trakya’daki iyi olamaz.
Sadık Ahmet, Derin Devlet-Ergenekon’un Türk Azınlığına zorla diktiği ve azınlık çıkarları ile hiçbir ilişkisi olmayan amaçlarda kullandığı kişidir. “Lider”se, Azınlığın değil, olsa olsa Ergenekon’undur.

Sonra, “böyle liderler bizi hayal ettiğimiz Büyük Türk Devletine götürür” demek te ne ne demek? Bu ne biçim sayıklamadır! Bir Batıtrakyalının Köksal’ın hayal ettiği “Büyük Türk Devleti” oluşumuna, neyse bu, ne katkısı olabilir? Bunun ne biçim çağrışımlara meydan vereceğini düşünemiyor mu?

Ayrıca Köksal, “buradan geçen Yunanlılar Sadık Ahmet’e Türkiye’de nasıl sahip çıkıldığını görecekler” diyerek Yunanlılarla maytap oynuyor ve onları tahrik ediyor.
İstanbul’da Patrikhanenin önünden geçen sokağa “Sadık Ahmet” adının verildiği gibi. Maytap oynamak ve tahrik etmek.

***
Konuyu güncelleştirelim.
Türkiye’deki “Ergenekon” oluşumu ile ilgili ifşaatı ve gelişmeleri izliyoruz. Çoktandır gündemde olan “Derin Devlet” yapılanmasının bir tezahürü bu. “Susurluk”, konuyu geniş tartışmaya açan ilk tezahürüydü.

“Derin Devlet, Susurluk ve Ergenekon”, özetle, “devlet içinde çete kurmak” gibi ortak bir suçlamayla karşı karşıya.
“Devlet çetelerinin” kuruluşu, devletin ve rejimin güvenliği uğruna, teröre, Ermeni sorununa ve PKK’ya, ayrıca irticaya karşı mücadele ile gerekçeleniyor.
Bir başka deyişle, başlangıçta misyon “millî” olarak gösteriliyor. Amaç, onları devletin açıkça yapamadığı kirli işlerde kullanmak. Yani devlet temiz, çeteler kirli.

Şimdi, her otoriter, antidemokratik ve iki yüzlü devlet yapılanmasının zaman zaman başvurduğu yollar belki bunlar, yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Hele bir devlet, Türkiye gibi güvenlik sorunlarıyla karşılaşıyor ve bunların çözümü için demokratik yöntemler yerine otoriter olanları seçiyorsa.

Türkiye’ye özgü yanı, olayın genişliği, derinliği ve yaygınlığı. Ve işlenen korkunç cinayetler, “faili meçhuller”, santajlar, ağır adi suçlar. İyice mafyalaştıktan sonra bile “millî çetelerin ve millî tetikçilerin” sorgulanıp yargı önüne çıkarılması yönünde siyasî irade yokluğu veya eksikliği.

Konuyu baştan alalım. “Devlet çetelerinin” kuruluşu, devlet erki kullanan kurumların, hiç olmazsa bunlardan bazı birimlerin, isterseniz münferit yetkililerin deyin, bilgisi, onayı, yönlendirilmesi, doğrudan katkısı, kararı, desteği ve örtüsü dışında gerçekleşmiş olamaz. Nasıl olmuşsa olsun, hepsi sorumlu. Atatürk’ün hayal ettiği batı demokrasisinin büyük açığı.

Bu çeteler, istihbarat teşkilatı gibi bir şey. Ama yasal ve resmî değil, gayriresmî ve yasadışı, gizli, denetimi belirsiz, başına buyruk hareket edebilen, yaptıklarından hesap vermeyen, yasadışı faaliyetleri ortaya çıkınca devlet tarafından örtbas edilen. Tabiî bütün bunlar bir noktaya kadar.
Bu nokta, bir tesadüf eseri, Susurluk’ta aşıldı. Ardından Meclis araştırması, yargı derken, üstüne kapak çekildi. Mesut Yımaz, “devletin âli menfaatleri” için Susurluk’u örtbas etmeye nasıl katkıda bulunduğunu şimdi itiraf ediyor.

Bu nokta şimdi de Ergenekon’la aşıldı. AK Parti iktidarı, laiklik ve cumhuriyet elden gidiyor iddiasıyla kendisine karşı girişilen darbe hazırlığının ve darbe amaçlı provokasyon ve terör hazırlıklarının ciddi boyutlara ulaştığını görünce olayın üzerine gitti. Tutuklanan emekli ve muvazzaf subaylar, ulusalcılar, adı Susurluk’a karışmış kişiler, ve yargılama başladı.

Bu kez örtbas etme çabaları daha bir şiddetle yürütülüyor, İslamcı hükümet daha kararlı göründüğü için. Ama bu arada Ergenekon’a ve devlet çetelerine atfedilen geçmişteki adam öldürmeler, santajlar ve provokasyonlar da çorap ilmiği gibi sökülmeye başladı, bunları örtmek pek kolay olmasa gerek.

Yine de Derin Devlet yapılanmasından Türkiye’nin kurtulması pek mümkün görünmüyor. Zira ilerici, laik ve kemalist diye bildiğimiz elit ve yönetici sınıfların büyük bir bölümünde kültür olmuş. Bu kültürden AK partili önde gelenlerin bir bölümü de muaf değil.

“Ergenekon içimizde.”
Ergenekon’un bir de yurtdışı uzantıları var. Bunlar, “malum ve makul” nedenler yüzünden araştırılmayacaktır.
Batı Trakya uzantısı var. Bunu Türkiye’de araştırmak “yasak”. Biz araştırmazsak, Batıtrakyalılığımızı inkâr etmiş olacağız.

Batı Trakya uzantısı, birkaç kez değindiğimiz gibi, Susurluk’ta Abdullah Çatlı ile Sadık Ahmet ilişkisinin ifşa edilmesiyle öğrenildi. Elimizdeki somut bilgiler pek az: Sadık Ahmet’in Çatlı’yla Almanya ve İstanbul’da sık sık buluştuğu biliniyor. Bilinenler arasında, Sadık’ın İzmir’de bir işini yapmak için Çatlı çetesinden yardım istediği ve çetenin tehditiyle işini yaptığı, Sadık’ın ölümünde Çatlı’nın Gümülcine’ye gelmeyi göze alıp cenaze törenine katıldığı gibi kanıtlı olaylar var. Adı birçok adam öldürme olayına ve daha bir sürü uyuşturucu kaçakçılığı dahil adi suça karışmış en ünlü “devlet çetecisi” Abdullah Çatlı ile Sadık Ahmet ilişkisinin içeriği “açık bir muamma”.
Ama bu ilişki, Sadık’ın unutulması şöyle dursun, tümsel bir muvafakat içinde Türkiye’deki ününün gittikçe daha da artmasını sağlıyor. Ölmeyen Ergenekon ruhunun zaferi!

Ergenekon liderlerinden biri olarak gösterilen eski JİTEM başkanı emekli general Veli Küçük’ün karargâh olarak kullandığı yerlerden biri de, İskeçe Şahin kökenli Süleyman Sefer’in sahibi olduğu “Yeni Batı Trakya” dergisinin bürosu. General Küçük derginin yazı kurulunda yer alıyor ve orada yazılar yazıyor.

Ergenekon patlak verince, MGK genel sekreteri eski Atina büyükelçisi Burcuoğlu’nun Süleyman Sefer’i ödüllendirmeye koşması, Batı Trakya uzantısının dokunulmazlığını ilan ediyordu. (Köprü açılış töreninde Burcuoğlu da hazır bulunuyordu.)

Bunun sonucunda binlerce sayfalık Ergenekon iddianemesinde karargâh olarak kullanılan dergi bürosundan hiç söz edilmediği gibi, her yer tiftik tiftik edilirken orada kabaca bir araştırma bile yapılmadığı anlaşılıyor.

Bu da Ergenekon’un bir başka zaferi.
Sorgulanırken bile dayatıyor.

KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mehmet Emin Aga’nın ta Kıbrıs’a gidip ulusalcı tarafın saflarında ve Mehmet Ali Talat aleyhinde propaganda yapması da Ergenekon’un bir işiydi. Yine Aga’nın Ergenekon liderlerinden biri olarak gösterilen Doğu Perinçek’e ödül vermesini (nereden nerereye) aynı çerçeve içine almak gerek.

***
BT Türk Azınlığı, 1986-96 yılları arasında Derin Devlet-Ergenekon güdümüne sokuldu. Tarihler tahminîdir, uygulamalardan ve yaşananlardan çıkarılmıştır, dolayısıyla ne başlangıç tarihi ne de son buluş tarihi kesindir. Bu yaklaşık 10 yıl, Azınlığın Türkiye ile ilişkilerinde en karanlık, en korkulu, azınlık koşullarında Ergenekon terörünün kol gezdiği, en travmatik bir dönemdir.

Sadık Ahmet te, bu terörü en kinik bir şekilde uygulayan, Azınlığa Ergenekon dikmesi bir kişidir; Türkiye ve Batı Trakya’da yürütülen eşi görülmedik bir kampanyadan ve korkunç bir psikolojik savaştan sonra. Onun “azınlıkçılık ideolojisini” kendi ifadeleriyle şöyle özetlemek mümkündür: “Ben politikadan anlamam, bana var mı para kazanmak.” Bu ilkesini nasıl uyguladğına dair özdeyişi: “Bizim Azınlık kazıklanmaktan anlar.” Daha sonra, “lider” olarak dayatıldıktan sonra, politik söyleminden seçmeler: “Ben o azınlık solcularının Türkiye’de ayaklarını kırdırtacağım. Bana oy vermeyenleri sınırda MİT arabası bekliyor. Kara Listedikelerin sayısı iki yüzden iki bine çıkarılırsa Azınlık rahat edecektir. Partili azınlık adayları KİP (Yunan İstihbarat) ajanıdır. Hülya Emin haindir. Mehmet Emin Aga’ya: Ben seni, seni besleyen yerlerin eliyle terbiye ettireceğim. Hasan Hatipoğlu için: O moruk, 70 yaşına basmış o moruk ne karışıyor! Ben daha 46 yaşındayım. Avukat Hasan İmamoğlu için, onun müşterilerine hitaben: O gâvurcuya gitmeyin!...”
Siz kimi kandırıyorsunuz sayın Köksal?

Bir Devlet Çetesi mensubu, bir demeci yüzünden öfkelendiği eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ı ta Budapeşte’de korumasız bulup ona bir yumruk atmış ve burnunu kırmıştı. Bizimkisi de aynı; Mehmet Emin Aga yüzünden İskeçe’de kavga ettiği Başkonsolos Hakan Okçal’ı Türk parlamenterler önünde “Ben de seni Türkiye’den geldiğin köye sürgüne göndermezsem, bana da Sadık Ahmet demesinler.” diye tehdit etmişti. Ergenekon bu sana. Yapar mı yapar.

Hiçbir Toptan Köksal, bu azınlık gerçeğini toptan ve kökten değiştiremez. Ne köprü kurarak ne cami açarak.




0 yorum: