Dil, toplum, sanat


Azınlıkça
Sayı:44
Şubat 2009

Hakan Mümin
hakmumin@yahoo.gr


Makaleyi Azınlıkça'da yayımlanan şekliyle PDF formatında okumak için TUŞLAYINIZ

Dil yaşam için gerekli olan en önemli etkinliktir. Dil, duygu ve düşüncelerimizi anlatmakla kalmaz, aynı zamanda insanlarla iletişim kurmamızı da sağlar. Dil bir de, Tülay Çellek’in de belirttiği gibi geçmişe bağ, geleceğe köprüdür. Bu nedenle birçok alanın konusu olmuştur dil; felsefe, mantık, psikoloji, sanat gibi.

Dil üzerine birçok yorumlar yapılmış, fikirler belirtilmiştir. Genelde varılan nokta hep şu olmuştur; “Bir dil, bir insan.” Doğrudur... Dil bizi hayata bağlar, özgür kılar, yitirilirse özgürlük de yitirilir. Eğer diliniz zenginse, siz de zenginsiniz demektir. Düşünceleriniz, ruhunuz çevrenizi etkiler, duygu ve hayal gücünüz daha bir netlik kazanır.

Düşünce dille anlam bulur, netleşir ve başkalarına aktarılır ve bir toplumda düşünce gelişirse, o toplumun dili de gelişir. Toplumları, ulusları birbirinden ayrı kılan, onlara kimlik kazandıran da yine dildir. Dış görünüşler değişebilir; gençlik gider yaşlılık gelir, bu yıl giydiklerimiz gelecek yıl moda olmayabilir ve yeni kıyafetlere ihtiyaç duyarız o zaman. Ancak dil kendi özgün yapısı içinde yok olmaz, gereksinmelere göre değişir, gelişir. Bir başka deyişle, dil insanın gelişimini sağlar. Toplum geliştikçe kavramlar da gelişir ve dil nereye giderse insan da, oraya gider.

Dil hakkında bir de şunu söyleyebiliriz; dil ulusaldır ve insana özgüdür. Bir kültür yaratma da dilden geçer. Dil gelişimi kültürün de gelişimidir. Her toplumun kendi özellikleri, özdeyişleri, deyimleri, şiirleri vardır. Bu durumda, dil görüş çeşitliliğidir.
Buraya kadar size dilin insan hayatındaki önemini aktarmaya çalıştım. Şimdi dilin bir başka yüzüne değinmek istiyorum; sanat diline...

Sanatçının dili ne kadar zengin ya da kuvvetliyse, sanatı da o kadar zengin ve sağlam olur. Dünya görüşünde de çok büyük farklılıklar ortaya çıkar; politikacıların başaramadığını “dostluk” ve “barış” gibi insancıl değerleri bu sanatçılar başarır. İnsanlar son yıllarda sanata değer vermese de, sanat insana insan olduğu için değer verir. Sanat insanı etkilemek için vardır. İnsan da ondan haz almalıdır.

2004 yılında Sapanca’da yapılan “Uluslararası Şiir Akşamları” etkinliğine katıldım. Çok değerli şairler vardı. İlhan Berk de oradaydı. Bir sohbet anında bizim Yunanistan’dan geldiğimizi öğrenince, şu soruyu yöneltti bize; “Yunanca şiir yazıyor musunuz?” Cevabımız “Hayır!..” oldu. Çok şaşırdı. “Ama biz, Batı Trakyalıyız...” diyecektik, sözümüzü kesti ve “Yazmalısınız, yazmalısınız...” dedi.

İlhan Berk bugün aramızda yok. Ama onun o günkü sözleri hala kafamın bir yerinde. Azınlık olarak bugüne kadar acılarımızı, sıkıntılarımızı, uğradığımız haksızlıkları hep Türkçe anlattık, gerek şiir aracılığıyla, gerek öykülerle, romanlarla... Kime anlattık? Kendimize. Kızdık; kızgınlığımızı yine kendimize anlatttık. Ezildik; ezikliğimizi yine kendimize anlattık. Bir türlü kabuğumuzdan dışarı çıkamadık. Oysa dertlerimizi, acılarımızı Yunanca da anlatsaydık ne olurdu ki?.. Bizi anlamaya çalışan kişilerin, acılarımızı paylaşacakların sayısı artmaz mıydı?.. Öyle zannediyorum ki, durum bugünkünden çok daha farklı olurdu. Olumlu yönden söylüyorum bunu.

Ancak bizde eskiden kalma bir zihniyet var; “Yunanca konuşma!”, “Yunanca yazma!” Bu zihniyet bizi nereye götürecek. Yunanistan’da yaşıyoruz. Yunanlıya derdimizi anlatmayacağız da kime anlatacağız? Hakkımızı kimden isteyeceğiz, ya da kimden arayacağız? Neyse ki, eskiden kalma bu zihniyet son yıllarda gençlerimiz tarafından benimsenmiyor. Gençlerimiz her şeyin farkında; bir “umut çiçeği” onlar...

Konum Yunanca şiir yazıp yazmamamızdı. İbram Onsunoğlu “Şafak” dergisinde yanılmıyorsam, Yunanca’dan Türkçe’ye birkaç şiir tercüme etmişti. Daha sonraları Şefaat Ahmet Yunanca şiirlerle dolu bir şiir kitabı yayımladı ve son olarak da Şefaat’in babası Dr. Hasan Ahmet. Ne güzel!.. Keşke hepimiz o bildiğimiz Yunanca ile acılarımızı, dertlerimizi, sıkıntılarımızı “çoğunluğa” anlatabilsek. Eminim ki, o zaman “çoğunluk” da bizi daha iyi anlayacak. Politikacılardan değil, sivil toplumdan söz ediyorum. Dilden başka insanı insan yapan “vicdan” meselesi de var. Bu yüzden diyorum, sivil toplum.

Yerel Türkçe basında da durum aynı. Azınlık gazetecilerinin Yunanca bir makalesini ya da bir köşe yazısını gazetelerinde okumuş değilim. Gazetelerinde yalnız birkaç Yunanca ilan var, o kadar.

Neden Yunanca yazmıyoruz? Önemli bir soru kanımca. Mesele “iyi derecede Yunanca bilmiyoruz” meselesi değil. Başka etkenler olmalı işin içinde... Aklı başında her insanın böyle düşündüğünü biliyorum. “Dil nereye giderse, toplum da oraya gider” korkusunu yenelim artık.



0 yorum: