Azınlıkça 43
Ocak 09
Evren Dede
(Agos / Sayı 667)
Ruhani Meclis’in, görevini tam olarak yerine getiremeyen Patrik II. Mesrob hakkındaki “ömür boyu” makamında kalacağı açıklaması ve devamındaki tartışmalar, bana bizim Batı Trakya’da içinde bulunduğumuz durumu çağrıştırdı. Başta Agos olmak üzere, Ruhani Meclis’in kararına gösterilen tepkileri okudukça, tecrübelerime dayanarak, basına yansımayan ateşli tartışmaların da sürdüğünü tahmin edebiliyorum.
Bu tür sorunlarda ben hep şunu gördüm: Sorunun çıkış noktası dinsel olduğuna göre, konu önce dini açıdan açıklığa kavuşturulmalıdır. Çünkü dini ritüeller kapsamında olan bir konuyu bağlı olduğu dinin ekseninde iyi bilmeden yapılacak her yorum, sorunu daha da açmaza doğru sürükleyebilir.
Ortodoks inancının kilise teamülleri çerçevesinde şekillenen bir kuralı var: Patrikler son nefeslerini verecekleri ana kadar patriktir. Ayrıca, sadece patrikler için geçerli değildir bu kural, mesela metropolitler için de geçerlidir.
Sorun zaten görevin tevdi edilmesinde değil, verilen görevin ömür boyu sürmesindedir. Elbette, tarih boyunca patriklerin görevini bıraktığı, ayrılmak zorunda bırakıldığı veya azledildiği durumlar da vardır. Fakat genellikle bu tür vakalar daha çok hükümdarın buyruğu ile veya dünyevi nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir. Üstelik, bu tür uygulamalar genel teamülün devam etmesine engel de teşkil etmemiştir. Seçilen bütün diğer patrikler yine aynı teamül çerçevesinde, vefat edecekleri ana kadar patrik olmak kaydıyla seçilmektedir. O halde, bir istisna olarak patriğin vefatından önce yeni bir patrik seçmenin yolu yine Ruhani Meclis’in onayıyla gerçekleşebilir.
Sakın bütün bunları seçim yapılmasına karşı olduğum düşüncesiyle söylediğim zannedilmesin. Tam aksine, ben patriğin de müftünün de vefatına kadar görevinde bulunmasının doğru olmadığına inananlardanım. Ve sorunun temelinde, gerçekte bu kuralın yattığını sizlere göstermeye çalışıyorum. Çünkü sorun sadece Patrik II. Mesrob’un sağlık durumu ve Ruhani Meclis’in kararı değildir. Sorun, din adamlarının ölene dek görevde durmaları konusudur. Bugünü halletseniz bile yarın aynı sorun tekrar nüksedebilir. Türkiye Yahudilerinin bunu çözdüğünü, hahambaşı seçiminin 7 senede bir gerçekleştiğini ve 2009’da da yine seçimleri olduğunu unutmayalım. Ömrü hayatı boyunca patrik olmayı engelleyecek daha işlevsel bir sistem gelecek nesillere bırakılabilir mi? Bence odaklanacak yer bu olmalı…
Evren Dede
(Agos / Sayı 667)
Ruhani Meclis’in, görevini tam olarak yerine getiremeyen Patrik II. Mesrob hakkındaki “ömür boyu” makamında kalacağı açıklaması ve devamındaki tartışmalar, bana bizim Batı Trakya’da içinde bulunduğumuz durumu çağrıştırdı. Başta Agos olmak üzere, Ruhani Meclis’in kararına gösterilen tepkileri okudukça, tecrübelerime dayanarak, basına yansımayan ateşli tartışmaların da sürdüğünü tahmin edebiliyorum.
Bu tür sorunlarda ben hep şunu gördüm: Sorunun çıkış noktası dinsel olduğuna göre, konu önce dini açıdan açıklığa kavuşturulmalıdır. Çünkü dini ritüeller kapsamında olan bir konuyu bağlı olduğu dinin ekseninde iyi bilmeden yapılacak her yorum, sorunu daha da açmaza doğru sürükleyebilir.
Ortodoks inancının kilise teamülleri çerçevesinde şekillenen bir kuralı var: Patrikler son nefeslerini verecekleri ana kadar patriktir. Ayrıca, sadece patrikler için geçerli değildir bu kural, mesela metropolitler için de geçerlidir.
Ne kadar enteresandır; bu uygulamanın benzeri bizde de bulunmaktadır. En azından Yunanistan’daki devlet erkanının Müslüman din adamlarına karşı yaklaşımı bu yöndedir ve bu uygulamayı pek sevmişizdir. Bizde de müftüler, çok özel durumlar karşısında görevlerini bıraktıkları, ayrılmak zorunda bırakıldıkları veya azledildikleri durumları istisna tutarsak, ölene kadar müftüdürler. Mesela 1927’den bu yana, sadece İskeçe’de, Hüseyin Hüsnü, Hafız İlyas, Ali Fehmi Efendi, Sabri Efendi ve Mustafa Hilmi son nefesini verinceye kadar müftülük makamında kalmışlardır. Dile kolay; Mustafa Hilmi tam tamına 41 yıl müftülük yapmıştır. Sadece bu mu? Yunanistan’daki müftülerin tamamı, Ortodoks mezhebindeki ruhani meclisin benzeri dini bir kurul veya azınlığın milletvekillerini de barındıran bir heyetin önerisiyle, devlet tarafından atanmıştır. 1991 yılında müftülük sorunu başgösterene kadar bu sistem devam etmiştir. 1991’den sonra ise, İskeçe Müslümanları, biri devlet tarafından atanmış, diğeri ise camilere gelen erkeklerin seçtikleri müftü olmak üzere iki müftüyle tanışmışlardır. Dolayısıyla, İskeçeliler, artık, ölümüne kadar görevinin başında bulunan tek değil çift müftüyle yaşamaktadır. Beterin beteri var yani…
Sorun zaten görevin tevdi edilmesinde değil, verilen görevin ömür boyu sürmesindedir. Elbette, tarih boyunca patriklerin görevini bıraktığı, ayrılmak zorunda bırakıldığı veya azledildiği durumlar da vardır. Fakat genellikle bu tür vakalar daha çok hükümdarın buyruğu ile veya dünyevi nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir. Üstelik, bu tür uygulamalar genel teamülün devam etmesine engel de teşkil etmemiştir. Seçilen bütün diğer patrikler yine aynı teamül çerçevesinde, vefat edecekleri ana kadar patrik olmak kaydıyla seçilmektedir. O halde, bir istisna olarak patriğin vefatından önce yeni bir patrik seçmenin yolu yine Ruhani Meclis’in onayıyla gerçekleşebilir.
Sakın bütün bunları seçim yapılmasına karşı olduğum düşüncesiyle söylediğim zannedilmesin. Tam aksine, ben patriğin de müftünün de vefatına kadar görevinde bulunmasının doğru olmadığına inananlardanım. Ve sorunun temelinde, gerçekte bu kuralın yattığını sizlere göstermeye çalışıyorum. Çünkü sorun sadece Patrik II. Mesrob’un sağlık durumu ve Ruhani Meclis’in kararı değildir. Sorun, din adamlarının ölene dek görevde durmaları konusudur. Bugünü halletseniz bile yarın aynı sorun tekrar nüksedebilir. Türkiye Yahudilerinin bunu çözdüğünü, hahambaşı seçiminin 7 senede bir gerçekleştiğini ve 2009’da da yine seçimleri olduğunu unutmayalım. Ömrü hayatı boyunca patrik olmayı engelleyecek daha işlevsel bir sistem gelecek nesillere bırakılabilir mi? Bence odaklanacak yer bu olmalı…
0 yorum:
Yorum Gönder