İstanbul Rumlarını anlamak ve daha ötesi


Azınlıkça 43
Ocak 09

İbram Onsunoğlu
ibram@tellas.gr

İstanbul Rumlarını anlamak ve daha ötesi
Georgios Mamelis’le bir röportajın anısı

İstanbul Rumlarını öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum, fırsat düştükçe. Gerçi benim için biraz geç, hatta iyice geç, bunu çoktan yapmış ve tamamlamış olmalıydım.

Toplum olarak, Türk Azınlığı olarak İstanbul Rum Azınlığı ile tanışmalı ve ona yaklaşmalı idik. Tabiî karşılıklı olarak birbirimize yakınlaşmalıydık ve birbirmizi tanımalıydık. İlişkilerimiz olmalıydı. Aramızda bir “empati” (eşduyum) kurulabilirdi. Sonra, kimi konularda ortak hareket etme olanaklarını araştırmalıydık ve birlikte etkinlikler düzenlemeliydik. İki azınlık, diğerleri yanında, birbirlerine destek olabilirdi, bir dayanışma içine girebilirdi. Karşılaştığımız ayrım ve baskılar ve çiğnenen haklar gibi sorunların aşılmasında birbirimize yardımcı olabilirdik.

Batı Trakya Türk Azınlığının maruz kaldığı bir haksız uygulama karşısında İstanbul Rum Azınlığının aydın ve kuruluşlarından gelecek bir destekleme kararının ses getirmemesi mümkün değildi. Tabiî bunun öbür yanı da aynen geçerli, yani bizim de İstanbul Rumlarına destek olacağımız durumlar.

İşbirliğini daha da genişletebilmiş olsaydık, karınca kararınca, iki halkın ve iki ülke arasındaki dostluğun gelişmesine de katkıda bulunabilirdik.
Azınlık sorunlarının iki ülke arasında bir pürüz ve sürtüşme konusu olmaktan kutaramasak bile, onları yumuşatabilirdik.

***
Bu yukarıdaki düşünceler daha 1972’lerden.
Öğrencilik yıllarımda o zaman Selanik Trakya Ocağı başkanı olan Georgios Mamelis’le tanışmıştım. Onunla bir yıl boyunca yakın ilişkimiz oldu, bir çok kez bir araya gelip sohbet ettik. Mamelis, emekli lise öğretmeni, Selanik’e yerleşmiş bir Gümülcineli idi. Kökeni Doğu Trakya’dan. Gümülcine Kız Lisesinde uzun yıllar müdürlük yapmış, pek çok öğrenci yetiştirmiş ve yerel eğitimde iz bırakmış bir eğitimciydi. Bugün bile hep minnetle anılır. Ölümünden sonra Gümülcine’de bir sokağa adı verildi. Bir kez Merkez Birliği partisinden Sağ’ın “daimî” Gümülcine belediye başkanı Bleças’a karşı başkan adayı olmuş, ama seçilememişti. Azınlık, her zaman olduğu gibi Bleças’a yüklenmişti.

Mamelis, o karanlık cunta yıllarında tanıdığım Gümülcineli Yunanlı ilk demokrat aydınlardan biriydi. Çok kültürlü, hoşsohbet bir kişi. Beni önyargısız karşıladı. Azınlık üyesi olarak önyargıyla karşılanmaya öylesine alışmıştım ki ve bu konuda duyarlılığım öylesine sivrilmişti ki, muhatabımda benzeri bir tavrın işaretlerini görür görmez her şeyden önce bu halin üzerine gider ve sık sık sürtüşmelere girerdim. Mamelis bana bu fırsatı vermemişti.

İstanbul Rum Azınlığı ile ilşkileri vardı. Son Rum azınlık milletvekilini (adını şimdi anımsayamadım) tanıyordu, onun uzaktan akrabası olduğunu söylemişti gibime geliyor. Bizim azınlığı oldukça iyi biliyordu, özellikle 1960’lı yıllara kadar olan halini. Cuntanın son uygulamalarından pek haberi yoktu, kendisine onları anlattım. Bazı Türk akademisyenlerle tanışıyor, onlarla yazışıyordu. Bir defasında “Sabahattin Ali’yi bilir misin” diye sordu. Kütüphanesinden onun bir romanını çıkarıp gösterdi, “Gümülcine doğumludur” dedi. Bilmez olur muyum? 1967’de İstanbul’da öğrenciyken Varlık Yayınları’ndan Sabahattin Ali’nin tüm eserlerini almış ve okumuştum. Daha sonra onları G.T.G.Birliği kütüphanesine hediye ettim.
Cunta Yönetimi, merkez Gümülcine olmak üzere Trakya’ya “millî nedenlerle” üniversite kuracağını ilan etmişti. Yunanistan’da ilk taşra üniversitesi. Millî nedenlerin başında Azınlık geliyordu. Biz, faşizm koşullarında kurulacak bu üniversitenin azınlık aleyhtarı boyutundan enikonu rahatsızdık. Mamelis’e Trakya Üniversitesinin Azınlık dışlanmadan eğitimde ve diğer kesimlerde tüm yerel nüfus yararına nasıl çalışabilececeği konusunu da açmış ve görüşlerini sormuştum. Onunla yaptığım röportajda bu konuya da yer verdik.

Mamelis’in Yunan-Türk ilişkilerine ve azınlık sorunlarına olumlu bakışı ve demokratik yaklaşımı beni etkiledi. Onun bu görüşlerini duyurmak ihtiyacını hissettim. Azınlığın her yerden dışlanıp tecrit edildiği ve karamsarlık ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü o karanlık dönemde bir çoğunluk aydınından gelen bu değişik söylemi Azınlığa iletmeliydim. Onunla bir röportaj yapmak aklıma geldi. Önerimi sundum, kabul etti. O cunta koşullarında böyle bir röportajın nasıl bir yürek işi olduğunu ben o zaman tam olarak farkedecek durumda değildim, ama yaşlı Mamelis bunun bilincinde olmalıydı.

1972’lerde azınlık basını henüz röportajı keşfetmiş değil. Tek yaprak halinde haftalık üç gazete çıkıyordu, Akın, Sebat ve Azınlık Postası. Üçü de Selanik’teki biz öğrencilere geliyordu. Böyle bir röportaj için en uygunu Azınlık Postası idi. Gidip Salahaddin Galip’i buldum, düşüncemi ona açıkladım. Pek memnun oldu ve beni yüreklendirdi. Meğerse Mamelis’i yakından tanıyormuş. “Onda iki kitabım kaldı. Gümülcine’den ayrılıp Selanik’e yerleşirken iade etmeyi unuttu.” diye sitem etti.

Bu röportaj, gazetecilikte ilk adımım olacaktı. Soruları özene bezene hazırladım. Bir de “önsöz” yazdım, iki sayfalık, bir deneme. Orada, diğerleri yanında, Batı Trakya Türk Azınlığı ile İstanbul Rum Azınlığının aralarında ilişki kurmaları, dayanışma içine girmeleri, ortaklaşa hareket etmeleri, Atina ve Ankara’yı azınlıklar lehine etkilemeye çalışmaları gereğinden dem vuruyordum. Mamelis, sorularımı yanıtlamakta çok gecikti. Kendisini defalarca rahatsız ettikten sonra ancak iki ay sonra yanıtları alabildim. Yunanca yapılmış röportajı Türkçeye çevirip Azınlık Postası’na götürdüm ve Salahaddin Galip’e teslim ettim.

Ve benim o ilk gazetecilik çalışmam, tamamlanıncaya kadar üç ay peşinden koştuğum o röportaj, Azınlık Postası’nda yayımlanmadı. Salahaddin Galip bunun nedenini bana hiçbir zaman açıklamadı, ben de kendisine hiç sormadım. Alındığımı bile göstermedim. İlişkilerimiz, aramızda bu açık konu yokmuş gibi aynen devam etti.

Konulan sansürü yorumlamakta çok geciktim. İki azınlığın ilişki kurmaları konusunda dile getirdiğim “çarpıcı” görüşler yayımlanamaz olarak nitelendirilmişti besbelli. Salahaddin Galip, demokrat ve ufku geniş bir aydındı, ama. Onu anlıyordum. Benim yüzümden çatışmaya giremezdi. Çok sonraları, 1995’lerde, ŞAFAKçıların girdikleri gibi. Onlar daha sarp çıktı.

Özetle, bizim bağımlı azınlık basınında yazı yazmamak konusunda verdiğim kararın altında yatan nedenlerden biri de bu anlattığım deneyimimdir. Onun için Halil Haki 1975’te İleri’yi çıkarmaya başladığında gazetenin daimî yazanlarından biri oldum. Daha sonra Abdulhalim Dede’nin çıkardığı Trakya’nın Sesi’nde büyük yüklerin altına girdim. Bu iki gazetede yazı yazdığım için bazılarından hep eleştirilere uğradım. Bazı dostlar beni caydırmak için çok uğraştılar. Öbür gazetelerde yazmak için aldığım doğrudan veya dolaylı önerileri duymamazlıktan geldim. Azınlık basınında fikir özgürlüğünün ve sansürsüzlüğün yerleşmesi için uğraştığıma inanıyorum.

***

İki anavatanın sorunlu ilişkilerinden kendini kurtarıp başına buyruk bir kişilik geliştiremeyen ve milliyetçilik çıkmazında sıkışıp kalan iki azınlık, kader birliği etmekte olduklarını yeterince kavrayamadı, birbirleriyle bir türlü iletişim ve ilişki kuramadı, bir araya gelemedi. Bazı konularda birlikte hareket etmenin sağlayacağı avantajlardan da yararlanamadı.

Bundan birkaç yıl önce Yunanistan’dan KEMO (Azınlık Gruplarını İnceleme Merkezi) ile Türkiye’den Lozan Mübadilleri Vakfı’nın AB’den destekli olarak düzenledikleri (ikisi Gümülcine’de, biri İstanbul’da gerçekleştirilen) üç etkinlik, iki azınlığın bazı aydınlarını ilk kez bir araya getirdi. İlişki ve tanışma köprüleri kuruldu, ama arkası gelmedi. İlişkilerin devamını sağlayacak koşullar hâlâ oluşmuş değil. Görünürdeki dostluğa rağmen iki ulusal merkezin siyasî iradesi bu ilişkilerin devamını ve gelişmesini cesaretlendirici olmadı. İki azınlık ta azınlık çıkarları gerektirdiğinde ulusal merkezlerin arzusu hilafına hareket edecek siyasî olgunluğa erişmiş değil.
İstanbul Rumlarını öğrenmeye ve anlamaya çalışıyorum, fırsat düştükçe. Bu yakınlarda böyle bir fırsat düştü.

Selanik Psikiyatri Hastanesinden on kişilik bir grup, 18-21 Aralık tarihlerinde Balıklı Rum Hastanesine meslekî-bilimsel bir ziyaret yapmak üzere İstanbul’daydık. Yunanlılardaki geleneğe uyarak, Patrik Bartholemeos’a saygı sunmak üzere onunla da görüştük. Yağışlı hava, başka Rum kurumlarını ziyaret etmemizi engelledi.
160 küsur dönümlük bir arsa üzerinde kurulu Balıklı Rum Hastanesi vakfının psikiyatriyle ilgili bölümleri dışında genel hastane olarak çalışan öbür birimlerini de ziyaret ettik ve çalışmaları hakkında bilgi aldık.

Yukarıda sözünü ettiğim İstanbul’daki azınlıklararası etkinlikte bir Rum sunumcunun şu gözlemini anımsadım: “İstanbul Rum cemaati olarak kurum ve vakıf yapımız, 200 bin kişilik bir nüfusa hitap edecek bir hacme sahip. Biz ise birkaç bin kaldık. Bu durum büyük sıkıntı yaratıyor.” Bu sıkıntıyı sanırım Balıklı Hastanesi en iyi yansıtıyor.

Selanik heyeti, Balıklı vakfının yönetim kurulu başkanı Dimitrios Karayanis tarafından kabul edildi. Karayanis, bize, hastane vakfının tarihi, birimleri ve çalışması hakkında bilgi verdi. Ayrıca Rum Azınlığını, sorunlarını, sıkıntılarını ve şikayetlerini anlattı. Heyetten benim Türk Azınlığı mensubu oluşum sohbeti ona göre yönlendirdi ve oldukça uzun sürmesine yol açtı. Ayrılırken, heyet üyelerine, vakfın kuruluşunun 250. yılı münasebetiyle bastırılmış lüks albümden birer nüsha hediye etti. Bana iki tane, hem Yunancası hem Türkçesi.

Karayanis, Fenerli Rumlardan değil, Giresun kökenli imiş, yani aslen Karadenizli, ama Fener Rum kültürünün tipik bir temsilcisi.

Şimdi nedir bu kültürün özellikleri? Bir, Rum azınlık milliyetçiliği diyebileceğimiz olay. Yunan milliyetçiliğinden mesafeli. Gerçi Yunan milliyetçiliğine geçiş çok kolay olabilmekte. Bunu Türkiye’den ayrılan-kaçan Rumlarda görüyoruz. Tümünde değil belki, ama büyük çoğunluğunda. Ancak otantik Rum kültüründe Yunan milliyetçiliğine karşı mesafe belirgin.

Bu çerçevede, Karayanis, örneğin, Yunan heyeti önünde Yunanistan’ın ve Makarios’un Kıbrıs politikasını eleştirmekten çekinmedi. Bağımsız ve ortak Kıbrıs’a inanmadıkları ve anlaşmaları ihlal ettikleri için. İstanbul Rumlarında kötü talihlerinin kaynağının Kıbrıs sorunu ve Yunan tarafının hataları olduğu konusunda anlayış genel. Bunu biliyordum. Karayanis bir kez daha doğruladı.

“Yunanlılar! Unutmayınız, Yunanistan’ın başkenti Konstantinupolis’tir!” diye bir slogan var ya, “Stokhos” gazetesinin. Hani şu kimsenin artık benimsemediği, herkesin marjinal ve saçma diye gülüp geçtiği, ama yine kimsenin kınamaya kıyamadığı, herkesin kulağını okşayan o slogan. Bunun, rövanşist, kurtarılmamışçı ve yayılmacı boyutuyla Megali İdea’nın yeniden hortlaması şeklinde İstanbul Rumlarına yansıması artık söz konusu değil elbette. Ama bundan 80 yıl öncesine dek İstanbul’un ve İstanbul Rumlarının Hellenizmin merkezi olarak addedilmiş olmasından bazı kalıntılar var. Bu halin başlıca tezahürü, ulusal merkez karşısında gururlu duruş ve ondan saygı beklentisi.

Bundan birkaç yıl önce müteveffa başpiskopos Hristodulos ile kavgasında Patrik Bartholomeos böyle bir gururla hareket ediyordu.

Karayanis, sohbetimiz sırasında bir ara hiç münasebet hasıl olmadan Yunan Başbakanı Karamanlis’i eleştirmeye başlayınca hepimizi şaşırttı. Eleştiri değil, ver yansın etti. Heyetteki hükümet tarafından tayinli iki siyasî sağlık yöneticisinin rahatsız olmaması mümkün değil. Karayanis’in kızgınlığının nedeni anlaşılmakta gecikmedi. “Biliyor musunuz,” dedi, “Karamanlis kaç kez İstanbul’a geldi, bir kez olsun burasını ziyaret etmedi.” Balıklı Rum Hastanesi Rum cemaatinin medarıiftiharı ve Karayanis orasına yeniden çeki düzen veren ve bugünkü çağdaş yapısını kazandıran kişi. Başbakan Karamanlis saygıda kusur etmiş. “Buna karşılık Simitis burasını üç kez ziyaret etti. Bayan Simitis altı kez. Georgios Papandreu beş kez.”

Karayanis, “Rum cemaati olarak 1.200 kişi kaldık” diye yakındı. Ben itiraz ettim. “O kadar da değil.” Zira göçün durduğunu biliyorum. Az sayıda da olsa Rumlarda İstanbul’a dönüş gözleniyor. Son yıllarda iş ve ticaret için İstanbul’a yerleşmiş ve Rum cematine karışmış Yunanlıların sayısı 200’ü aşkın. Ülke dışında yaşayan ve Türk vatandaşlığını devam ettiren on binlerce Rum var ve bunlardan bir bölümü dönüyor ve dönecek. Rum cemaati Hıristiyan Süryanilerle zenginleşiyor. Geçenlerde Bartholomeos, Anadolu yakasında bir kilisenin yeniden ibadete açılışında zehir zemberek bir nutuk attı: “Yok olmayacağız!” Ama ben inadına hassas bir noktadan vuruyorum: “Karma evlilik yapmış daha birkaç bin Rum var. Ama siz onları dışlayıp cemaattan saymıyormuşsunuz.” “Yok öyle şey!” diye gürledi Karayanis. “Bunu ben söylemiyorum. Bir toplantıda bir Rumun ağzından işittim. Karma evlilik yapanlar böyle bir ırkçı muameleye maruz kalıyorlarmış.” “Yok öyle bir şey! İki yıl önce ölen benim karım da Türktü. Beni hiç kimse dışlamadı. Dahası ben Türk olan karımı bile cemaat üyesi yaptım.” Dilimin ucuna geldi ama tadsızlık çıkacak diye söylemedim: “Hanım da Ortodoks olmuşsa.”

Söz arasında “Biz azınlık mensupları devlet memuru olamıyoruz.” diye bir vurgulama yaptı. Ben de “Şimdiye dek belki olamıyordunuz, şimdiden sonra olabileceksiniz.” dedim. “Hayır, olamıyoruz. Bu konuda yasa var. Üniversitelerde öğretim üyeliği hariç. Üniversitelerde azınlık mensubu hocalar var.” “Uygulama demek istiyorsunuz besbelli. Ama böyle bir yasa olamaz. Gizli bir direktif veya gizli bir genelge olabilir. Onun da kaldırılması gerek, kaldırılmamışsa. Avrupa’ya uyum içine giren bir olay.” “Hayır, kanun var diyorum. Ne Rum, ne Ermeni, ne de Yahudi Türkiye’de devlet memuru olabiliyor.” “Onu anlıyorum, çünkü yakına dek benim de başımdaydı. Ama bu yasağın resmî kanunla konulmuş olabileceğini benim hafsılam almıyor. Herhalükarda bu ugulamanın kaldırılmış olması gerek.”

Karayanis, keyfî olarak devlet tarafından el konulmuş Rum vakıflarını geri almak için mücadele yürüttüklerini anlattı. “Ama bütün dosyalar Ankara’dan geri geldi. İşte orada masanın üstünde duruyor.” diye şikayet etti.

Recep Tayyip Erdoğan’a beslediği sevgi ve saygıyı dile getirdi, onun Rum azınlığının sorunları karşısında iyi niyetli davrandığına inandığını söyledi. “Erdoğan’ı Kasımpaşa’dan gençliğinden beri tanırım.” Başbakanla doğrudan irtibatı varmış. Ve AK Partinin kurucu üyelerindenmiş Karayanis. Bu son söylediği beni bile şaşırttı.

Yeri geldikçe Türkiye devletine olan sadakatini hissettirmekten geri durmadı.
Bir ara bana dönüp, Türkçe olarak “Sizin Trakya’ya buradan birini gönderdik.” dedi Karayanis. Önce anlayamadım. Kimi göndermişler ki? “Aleko’yu.” diye tamamladı. Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğundan bu yakınlarda Trakya’nın “Siyasî İşler” amiri olarak atanan büyükelçi Alekos Aleksandris’i kastediyordu. Aleksandris, İstanbul Rum kökenli bir hariciyeci. Burada benim ilgimi çeken, “gönderdik” diye onu sahiplenmesiydi. Sanki Aleksandris’i İstanbul Rum Azınlığının da bir elçisi gibi görüyordu. Bu hal, ona yeni görevler yüklüyor demektir. Aleksandris, İstanbul Rumlarının elçisi olarak ta sınanacak.

Selanik heyetinin anlamakta güçlük çektiği durum, Karayanis’in Balıklı Hastanesi vakfı yönetimine Rum cemaat arasında yapılan genel oylamayla geldiğini söylemesi oldu. Böyle bir demokratik sürecin olabileceğini tahayyül edemediklerinden.

Rum vakıflarında yönetim seçimleri yapılıyor, bu konuda dile getirilen şikayetlere rağmen. Bizim Azınlıkta 40 yıldır yapılmıyor, yasada öngörülmesine rağmen, ve vakıfları boğmak ve etkisiz hale getirmek için Yönetim elinden geleni ardına koymuyor.

İnsanın aklından şu düşünceler geçiyor: Hukuka aykırılığı artık genelde kabul edildiği halde, mütekabiliyet (misilleme) ilkesi devlet mantığından silinip atılmıyor. Şimdi, Rum Azınlığın vakıf mülkleri, Türk Azılığınkilerle karşılaştırılmaz ölçüde kat kat çok ve değerli. Bu hal, vakıflar konusunda Yunanistan’ın elindeki misilleme silahını neredeyse etkisiz kılıyor. Rum Azınlığın ve Yunanistan’ın çıkarları hiç olmazsa bu konuda misillemeye başvurmayı menediyor. Tersine, bu çıkarlar, Türk Azınlığın vakıflarına mümkün en büyük özgürlükleri tanımayı gerekli kılıyor. Yüzümüzde gözümüz var umuduyla, Türkiye de tamamen değilse bile kısmen Rum vakıfları için aynı özgürlükleri tanımak zorunda kalacaktır veya vakıfları sıkıştırmayı gevşetecektir diye. Bunu düşünmek için zeki olmaya gerek yok. O halde Yunanistan’ın 40 yıldır izlemekte olduğu boğucu vakıf politikasını nasıl izah etmeli? Besbelli aptallığın dibi yok. Veya Yunanistan, Rum Azınlığının çıkarlarını ayakkabılarının altına yazıyor. Ve Türk Azınlığını etkisiz hale getirmek, politikasının öncelikli hedefini oluşturuyor.
Onun için diyorum, iki azınlık arasında iletişim ve dayanışma şart.


0 yorum: