Eğitim mi tartışılıyor?



Azınlıkça 43
Ocak 09
Fatih Nazifoğlu
fnazifog@yahoo.gr


Film: “Eğitim Söyleşisi”
Oyuncular: Üç Siyasetçi, Bir Öğretmen, Bir Dernek Başkanı
Yapımcı: Genç Akademisyenler Topluluğu (GAT)
Seyirci: ARANIYOR!

Eğitim mi tartışılıyor?
Genç Akademisyenler Topluluğu’nun (G.A.T) 3 Ocak 2009 tarihinde “Eğitim Söyleşisi” gerçekleştireceğini öğrendiğimde epey heyecanlandım doğrusu. “Azınlığın kanayan yarası” diye atfedilen eğitim üzerine gençler söyleşi düzenleyecek, –o zamana kadar G.A.T.’taki arkadaşlardan edindiğim bilgilere göre– eski ve hali hazırdaki milletvekillerimiz ve eğitimciler konuşmacı olarak yer alacak, anaokulu ve ilkokul eğitimi ile ilgili sorunlar tartışılacak ve yeni fikirler ortaya atılacaktı. En azından ben böyle olacağı yönünde umutluydum.

3 Ocak Cuma akşamı söyleşiye geç kaldığımı sanarak hızlı adımlarla Gençler Birliği’ne doğru ilerlerken toplantı keşke bir otel salonunda veya daha büyük bir salonda gerçekleşseydi diye düşünüyordum. Lokale girdiğimde gençlerin özene bezene hazırladıkları ortama rağmen düşüncelerim de, o heyecanım da, yavaş yavaş azalmaya başladı. Dopdolu bulacağımı sandığım lokalde taş çatlasın 35-40 kişi ya vardı ya yoktu. İşin trajikomik yanı gençlerin değer verip davet ettikleri konuşmacıların bile, geç kaldığını sanan benden sonra, söyleşiye iştirak etmesiydi. Bir yarım saat kadar da davet edilen bazı “ağalar” teşrif edip de bizi “onurlandırırlar” diye bekledikten sonra nihayet söyleşiye başlanabildi.

İlk söz alan Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı Ahmet Kara, derneğin faaliyetlerini anlatırken, “Yunanistan’ın yanlışı” olarak nitelendirdiği ve ne zaman yürürlüğe girdiğini bile bilmediği (!) %0,05’lik kontenjanı belki de düzeltmek için dernek olarak bir şeyler yapmaya çalıştıklarını belirtti. Problemin çözümü için neden temelinden değil de, çatısından başlandığını eleştirdi. Kendisine o söyleşiyi düzenleyen öğrencilerden Yunanistan’da okuyanlarının %99’unun şu anda bahsedilen o kontenjan sayesinde öğrenim gördüklerini, yine Türkiye’de öğrenim görenlerin de Türkiye’de uygulanan kontenjandan istifade ettiklerini hatırlatmakta fayda var elbette. Acaba Türkiye’de uygulanan kontenjan da “Türkiye’nin yanlışı” mı? Başkan bu konuda bir şey demedi. A. Kara problemlere çözüm olarak ise tüm kurum, kuruluş ve aydınların bir araya gelip tartışmasını önerdi.

Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği Başkanı Sami Toraman ise sözlerine bu topraklara nasıl geldiğimizi (!) anlatarak başladı. Konumuz eğitim mi demiştik? Neyse, tarih dersi niteliğinde devam eden konuşmasında sayın Toraman, azınlık eğitiminin tarihçesini uzun uzun anlatarak en azından daha önce hiçbir konuşmasını dinlememiş olma ihtimali yüksek olan salondaki bazı gençlere “azınlık eğitimi tarihi” dersi verdi. Daha önce Toraman’ı dinlemiş olanlar ise benzer şeyleri bir kez daha dinlemekle yetindiler. Azınlık eğitimi tarihçesini, uluslararası ve ikili anlaşmaları v.s. gençlere anlatmakta ve bunları gençlerin bilmesinde tabi ki de fayda var, ama bu başka bir etkinlikte gerçekleştirilebilirdi. Böylece katılımcılar da yorulmaz, mevcut sıkıntılara çözüm teşkil edecek fikirlere ağırlık verilirdi. Zaten eğitimdeki sıkıntılarla ilgili bir etkinlik gerçekleştiren bu gençlerin söyleşi öncesinde eğitimdeki sıkıntılar hakkında kendilerinin araştırma yapması gerekmez mi?

Nitekim söz sırası siyasetçilere geldi ve ilk olarak Rodop milletvekili Ahmet Hacıosman’a söz hakkı verildi. A. Hacıosman konuşmasına özeleştiride bulunarak başladı. Eğitimin hiç anılmadığını, başka konuların gündeme taşındığını ama maalesef eğitim konusuna gerekildiği kadar değinilmediğini belirtti öz eleştirisini yaparken ve biz de “Ne iyi etmişiniz efendim, aferin size” dercesine alkışladık kendisini konuşmasından sonra. Onun dışında, eğitimin açık alanda, köyün ortasında tartışılması gerektiğini ifade etti. Eğitim tartışılmalı, konuşulmalı deyip ortaya çözüm sunulmadığı ve fikirler tartışılmadığı müddetçe, ister Gençler Birliği lokalinde tartışılmış ister Sirkeli meydanında ne fark eder ki? Zenginis’in kitapları konusunda verilen mücadeleyi örnek vererek Hacıosman mücadelenin şart olduğunu, mücadelesiz ve fedakârlıkta bulunmadan bir yere varılamayacağını dile getirdi. A. Hacıosman 11.07.08 tarihinde Chris&Eve otelinde anaokulları ile ilgi gerçekleştirdiği toplantıda da “yollara dökülelim” demişti, ama ne yola döküleni gördük biz, ne de bu konuyla ilgili başka bir toplantı gerçekleştiğini.

A. Hacıosman’dan sonra söz sırası Batı Trakya Azınlığı Kültür ve Eğitim Şirketi (B.A.K.E.Ş.) Başkanı Galip Galip’teydi. “Gençler bizlerden de bir şeyler duymak istiyorlardır diye koştuk buralara” diyen G. Galip, duyarsızlıktan yakındı, halkın ve velilerin daha bilinçli bir hale getirilmesi gerektiğini söyledi. Azınlık eğitiminin özelliklerini bilmemiz gerektiğini hatırlattı ve “Bir toplum anadilini, tarihini, örf ve adetlerini, geleneklerini, dinini, kültürünü bilmezse yok olmaya mahkûmdur” diye “slogan” attı. Konuşmasının geri kalan kısmı ise B.A.K.E.Ş.’in faaliyet ve sıkıntılarını anlatmakla geçti. Zaten bir gün önce (02.01.09) yayımlanan Gündem gazetesinde de aynı şeylerden bahsettiği bir röportajı vardı G. Galip’in.

Gecenin son konuşmacısı Rodop ili eski milletvekili Mustafa Mustafa’ydı. “Yeterince içiniz karardı mı? Azınlık demek ağlanmak demek, bunu güzelce öğrenmeniz lazım…” M. Mustafa da bu sözlerle başlayınca konuşmasına, aman bir “ağlayan” daha mı diye düşündüm. Neyse ki sözlerinin devamı hiç de “ağlamakla” geçmedi. Eğitim konuşulurken “bizi asimile edecekler” noktasından başlanmaması gerektiğini belirtti, kendi kimlikleriyle barışık kişilerin kolay kolay asimile edilemeyeceğine vurgu yaptı. İlkokullardaki Yunanca eğitimiyle ilgili de şöyle bir öneride bulundu: “İlkokulun 1,2 ve 3’üncü sınıflarında Yunanca’nın dil öğretmeye yönelik basit çağdaş bir Yunanca öğretme sistemiyle belirli bir noktaya kadar getirilmesi ve ondan sonra diğer alanlara yayılması gerekiyor.” Çift dilli anakokulu/okullar konusunda da Almanya’da yaşayan Türk ve Yunanlıların deneyimlerinden yararlanmamızı önererek, bu konuda uluslararası deneyimleri olan insanları bulup faydalanarak çağdaş bir eğitim sistemini talep etmemiz gerektiğini belirtti.

M. Mustafa %0.05’lik kontenjanı olumlu bir girişim olarak değerlendirirken, bunun hükümetin mecbur kaldığından dolayı sağladığı pozitif ayrıcalık (positive discrimination)1 olduğunu söyledi. “Lozan, artı 1954, artı 1968. Eğer bizim işimiz bu 3 anlaşmada bittiyse politikacıya ihtiyacımız var, bilim adamına ihtiyacımız yok” diye sözlerine son verirken, bu söyleşide de üç siyasetçinin ve sadece bir eğitimcinin olması acaba şans eseri mi diye düşünmeden edemedim! Sözlerinin devamında zaman zaman o da “geçmişe” gitse de, “geleceğe” de en çok değinen yine o oldu.

Ne umduk ne bulduk?
Galip Galip’in dediği gibi gençler bir şeyler duymaya gelmişti. Söyleşinin amacı neydi? Eğer söyleşinin amacı “mevcut problemleri bir kez daha dile getirmek” ise, o zaman çok başarılı bir söyleşi oldu. Ama zaten bunlar gerek gazetelerde gerek başka toplantılarda defalarca dile getirilmiyor mu? Yukarıda da belirttiğim gibi, madem eğitimle ilgili bir söyleşi gerçekleştirilecekti, gençlerin kendilerinin merak edip araştırma yapıp hazırlıklı gelmeleri gerekirdi zaten. Ama katılımdan pay biçecek olursak, galiba genç öğrenciler G.A.T.’ın sadece “gezileri” ile ilgileniyorlar. 500’ü aşkın üyesi olan G.A.T.’tan etkinliğe, etkinliği organize edenler dışında sadece 8-10 G.A.T. üyesi (!) katılıyorsa, geri kalanlara havanın soğuk olması da mazeret olur, toplantıyı G.A.T.’ın düzenlemesi de.

Kaldığım yerden devam ediyorum. Eğer söyleşinin amacı “mevcut eğitim problemlerine çözüm sunmak” ise konuşmacıların ne söylediklerini diğer gazeteler de yazdı, ben de yansımayanları aktarıp yorumlamaya çalıştım. Anlatılanlar ortada. Mustafa Mustafa’nın sunduğu bir iki değişik öneri dışında – ki ona da o yüzden kendime göre bir “ayrıcalık” uyguladım ve iki paragraf ayırdım – 90’lı yılların moda şarkılarından birinin dediği gibi “gerisi bayat, hep aynı nakarat”tı.

Eğitim ile ilgili bir söyleşi düzenlendi ve göze en çok çarpan iki eksik vardı. O da öğrenci ve öğretmenlerin eksiği. G.A.T.’çı arkadaşlar gerek kamerasıyla, gerekse de projektörüyle organizasyon açısından tam not aldılar. Keşke lafını hiç sevmem ama keşke konuşmacılar arasında G.A.T.’ın eğitim hakkında görüşlerini dile getirecek bir öğrenciyi de görebilseydik ve bu konuda da tam not alsalardı. Ama bu söyleşide en son eleştirilecek birileri varsa, söyleşiyi düzenleyen ve orada bulunan öğrencilerdi. O yüzden onlara fazla yüklenmek, haksızlık olur. Peki ya öğretmeler neredeydi? Galiba onlara göre eğitimde havalar “hoş”, fakat söyleşi gecesi hava “soğuk” olduğundan, gel(e)mediler.

– “Efendim, Azınlık Eğitimi Çalışma Grubu’nun bizlere sunduğu bilimsel araştırma sonucunda, ilkokul müfredatının...”
– “Yok, size katılmıyorum bence bu programda...”
Azınlık önde gelenlerinin eğitim konusunda yukarıdaki diyaloga benzer diyaloglarla geçen bir söyleşisini hayal eden bir genç olarak, çok mu hayalperestim acaba?

Etkinliğin sonlarına doğru söz alan, halk şairimiz Doktor Hasan Ahmet, gecenin belki de en anlamlı eleştirisini dile getirerek tüm olan biteni şu sözlerle özetledi: “Eğitim bir türlü tartışılmaz. Esasında bir şey de tartışılmıyor. Böylesine duyarsızlık, böylesine vurdum duymazlık var bu toplumda.”



0 yorum: