Azınlıkça
Sayı: 42
Aralık 2008
Samim Akgönül
akgonul@umb.u-strasbg.fr
Makaleyi Azınlıkça'da yayımlanan şekliyle PDF olarak okumak için TUŞLAYINIZ
Fransızca lois mémoirielles olarak nitelendirilen yasalar, Amerikan sistemindeki memorial laws kavramıyla karıştırılmamalıdır. ABD’de trafik kazası gibi herhangi bir günlük hayata dair olayda yaşamını kaybeden bir kişinin ismi, o olayla ilgili yeni bir yasaya verilebilir. Fransızca’daki kavram çok daha değişik, Toplumsal hafıza yasaları diyebilirsiniz, ya da Toplumsal Anma Yasaları. Bu kavram, Fransa Parlamentosu tarafından tarihin bazı olaylarıyla ilgili çıkarılan, biri dışında cezai uygulaması olmayan, dört yasayı kapsamaktadır:
-13 Temmuz 1990’da çıkarılan “Gayssot Yasası” olarak anılan yasa, her türlü ayrımcılığı yasaklamasının yanında, 9. maddesinde Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi tarafından İnsanlığa Karşı Suç olarak nitelendirilen olayların (diğer bir deyişle Yahudi Soykırımının) inkârını suç olarak nitelendirmektedir
-29 Ocak 2001’de çıkarılan tek maddelik yasa “Fransa kamuya açık bir şekilde 1915 Ermeni Soykırımını Tanır” der. Bu yasa sadece sembolik olarak kalmış, cezai yaptırım konusu yasamanın önüne gelmiş ancak henüz gündeme alınmamıştır.
-21 Mayıs 2001de çıkarılan, Taubira yasası olarak isimlendiren yasa. Bu yasa da köle ticaretini «İnsanlık suçu» olarak nitelendirmiş, okul kitaplarında Sömürgecilik döneminde Fransa’nın bu olaylardaki sorumluluğunun altının çizilmesini öngörmüş, cezai bir yaptırım getirmese de, tarihçiler arasında «resmî tarihin siyaset tarafından dikte edilmesi» tartışmalarını başlatmıştır.
-23 Şubat 2005 yasası ise, deyim yerindeyse, bardağı taşıran son damla olmuş, tartışmaları
«polemik» seviyesine çıkarmıştır. Bu yasaya göre «Fransız Ulusu eski Fransız Sömürgelerinde gerçekleştirilenlere katkıda bulunanlara minnettarlığını dile getirir». Görüldüğü gibi yasa sömürgecilik dönemini dolaylı da olsa olumlamaktadır. Fakat asıl tartışmaları hızlandıran bu yasanın daha sonra tepkiler üzerine geri çekilen diğer bir maddesi olmuştu. O maddeye göre ders programlarında «sömürgeciliğin pozitif yanlarından» bahsedilmesi gerekecekti.
Görüleceği üzere, başka ülkelerde olduğu gibi Fransa’da da, Toplumsal hafıza, Resmî Tarih, ifade
özgürlüğü ve siyasî erk konuları iç içe geçip, hem kamuoyunda, hem tarihçiler arasında hem de siyasetçiler tarafından tartışılır oldu. Yukarıda zikredilen yasalara ek olarak 2008 yılında Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin « her Fransız ilkokul son sınıf talebesinin nazizm kurbanı bir Yahudi çocuğun hatırasını taşıması » önerisi tartışmaları iyice keskinleştirmiş, konu hakkında Fransa Parlamentosu’nda bir «Bilgilendirme Komisyonu» kurulmuştu. İşte bu komisyonun hazırladığı rapor 18 kasım 2008 tarihinde sunuldu ve oy birliği ile kabul edildi. Rapora
göre artık Fransa Parlamentosu bu tip tarihle ilgili yasaları çıkarmayacak.
Böylece hem ifade özgürlüğü konusundaki tartışmalara son verilecek hem de Fransa’nın aleyhine
gelmesi olası bu tip yasaların da önüne geçilmiş olacak. Gerçekten de kulislerde ‘Ermeni Soykırım’ının reddedilmesinin cezai yaptırımı olmasını isteyenlerin dışında Fransa’nın Cezayir’deki tutumundan, Ruanda katliamındaki rolüne kadar çeşitli konularda yasa teklifleri hazırlandığı söylenmekte. Kısacası, Parlamento son kararıyla Fransa’nın toplumsal hafızasına aykırı yasaların gündeme gelmesini de önlemiş oluyor. Ancak Fransız entelektüellerinin ve önde gelen tarihçilerin baskısına rağmen bu karar geri dönüşlü değil. Diğer bir deyişle yukarıda anılan dört yasa geçerliliğini koruyor. Buna rağmen gündeme henüz alınmayan ‘Ermeni soykırımı’nın
inkârını cezalandırma yasasının artık mümkün olmadığı da açık.
Toplumsal hafızanın oluşumunda üç ana kaynak olduğu bilinen bir olgu. Bunlardan birincisi elbette popüler kültür. Efsaneler, sözlü aktarımlar, inanışlar, toplumun içinde hem ortak aidiyet duygusunu güçlendirirler hem de ait olunan grubu yüceltmede önemli rol oynarlar (kahramanlık efsaneleri, gruba yüklenen pozitif değerler, zaferler…)
Elbette 19. yüzyılın sonundan itibaren toplumsal hafızanın oluşumunda en büyük rol basına, yani
toplumun her kesiminden insanı “bilgilendiren” araçlara yüklenmiştir (media Latince “araçlar” demektir). Medyadan aktarılan çeşitli dünya görüşleri, tarihi olayların yorumları, ve tabi en önemlisi ortak dilin yayılması ulusun inşasına önemli bir katkı yapar.
Ancak 20. yüzyıl boyunca Ulus Devlet çerçevesinde, özellikle merkeziyetçi ülkelerde ‘Devlet’
önemli bir tarih yorumcusu olma ihtiyacını hissetmiştir. Bu Türkiye için ne kadar geçerliyse Fransa için de geçerlidir. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da «doğru yolu» göstermek ister Devlet. Ve dolayısıyla doğru olmadığı, ulusun aleyhine olduğu düşünülen bilgi ve yorumların aktarılmasının önüne geçmek ister.
Fransa ve Türkiye gibi sosyal devletlerin elinde son derece önemli bir araç vardır bu toplumsal hafıza aktarımını kontrol edebilmek için : okul. Ders programları ulusun çıkarları çerçevesinde yapılandırılırlar. Buna karşın, iki ülkede de ifade özgürlüğü konusu gündemin birincil konularından birini oluşturmakta ve dolayısıyla «resmî tarih» konusu tepki çekmekte.
Elbette Fransa’nın bu tür yasaları çıkarmakta gösterdiği dışa dönük rahatlığı, kendi tarihi konusunda ayni şekilde gösterememesi eleştirilecek bir husustur. Ancak son tahlilde bir parlamentonun artık yasalarla tarihi yapay olarak şekillendirme çabalarından vazgeçmesi olumlu karşılanmalıdır.
Tarih ne politikacılara ne de sırf tarihçilere bırakılamayacak kadar önemli bir husus. Kaldı ki tarihçiler de ‘tarih’in nesnel olarak varolmadığı, varolanın sadece «tarih yazımı» olduğu konusunda artık hemfikirler. Eski Polonya Dışişleri Bakanı, 20 yüzyılın en önemli siyasi entelektüellerinden Borislaw Geremek’in ölmeden birkaç gün önce belirttiği gibi «Tarih bıçak gibidir. Bıçakla ekmek de kesilebilir, adam da öldürülebilir».
0 yorum:
Yorum Gönder