Azınlıkça dergisi
Sayı:36
MArt 2008
Dimostenis Yağcıoğlu
Giriş
Son yıllarda Fener Rum Patrikhanesi’yle ilgili konular daha bir sıklıkla gündeme gelir, bu kurumun “ekümeniklik” sıfatı ve uluslararası rolü daha çok tartışılır oldu. Ne var ki, bu tartışmalara katılanların ve sesi en çok duyulanların çoğunun -- sadece Türkiye’de değil, Yunanistan’da bile – bu meseleyi araştırmadan, incelemeden, inceleme gereğini dahi duymadan fikir beyan etmekte olduklarını görüyorum. Dolayısıyla da kamuoyu genel olarak yanlış veya eksik bilgilenmekte, Patrikhane’nin uluslararası boyutu hakkında çarpık bir kanı oluşmaktadır. Ben, Fener Patrikhanesi’nın “ekümenik” tabirini kullanırken ya da uluslararası rolünden söz ederken neyi kastettiğinin anlaşılmadığını, ya da yanlış anlaşıldığını, doğru anlaşılması için de yeterli bir gayret gösterilmediğini düşünüyorum. Bu yazımda “ekümeniklik” kavramı ve Fener Rum Patrikhanesi’nin uluslararası rolü hakkında biraz bilgi vermeye çalışacağım. Ayrıca, Ortodoks kiliselerin tarih boyunca yaşanmış çeşitli çatışma ve uzlaşmalar sonucunda oluşmuş olan idari ilişkiler sisteminde Patrikhane’nin rolünün temel eksenlerini göstermeye gayret edeceğim.
Milliyetçiliğin ve dinin etkisindeki hemen her konu gibi, Patrikhane tartışıldığında da, görüş ifade edenlerin çoğu kendi siyasi amaç, korku, önyargı, sempati ve tercihlerini de ister-istemez tartışmaya katmaktadır. Ben de, bir İstanbul Rumu olarak doğup büyüdüğüm için, Fener Rum Patrikhanesi’ne derin bir sevgi ve saygı besleyen biriyim. Bu duyguların, bu yazıda ifade ettiğim düşünceleri etkilemiş olması çok doğaldır. Ancak yazıda sunulan görüşlerde, ve bilhassa bilgilerde bazı hatalar varsa, dilerim onları tespit edenler dergiye ve bana bildirirler ve böylece Azınlıkça’da Patrikhane konusunda yapıcı, okuyucuyu aydınlatıcı bir diyalog başlar.
Ekümeniklik
Türkçe’ye “evrensellik” ya da “cihanşumüllük” şeklinde tercüme edilebilecek ekümeniklik çok eski bir ünvan ve kavramdır. Bu ünvan Fener Rum Patriği’ne “Yeni Roma”nın, yanı Konstantinoupolis’in başpiskoposu olduğu için tâ 6. yüzyılda verilmiş olmasına rağmen, asıl önem ve değerini 11. yüzyılda yaşanmış Katolik-Ortodoks bölünmesinden sonra kazanmıştır. Bu bölünmenin sonucunda, “ekümenik” Konstantinoupolis Patrikhanesi, o tarihe kadar en önemli kilise kabul edilen Roma kilisesiyle -- yanı Papalık’la -- bağlarını koparan doğu/Ortodoks kiliselerinin lideri haline gelmiştir. İstanbul/Fener Patrikhanesi’nın "ekümenik" olma özelliği, onu bütün Ortodoks patrikhane ve bağımsız kiliseler içinde "primus inter pares" (eşitler arasında birinci) kılar. Fener Rum Patriği, ne öteki patrikleri atayabilir ne de o patrikhanelerin ve bağımsız kiliselerin içişlerine karışabilir. Eşitler arasında birinci olma durumu Fener Rum Patriği'ne ancak sembolik ve törensel (ceremonial/τελετουργική) bir liderlik verir. Ama bu liderliğin bazı pratik sonuçları da vardır:
Meselâ Ortodoks mezhebi ile Katolik mezhebi arasındaki son 45 yıldır süregelen diyalogda Papa'nın muhatabı Fener Rum Patriği'dir. Fener Rum Patriği diğer bütün Ortodoks kiliselerinin onayını almadan bütün Ortodokslar adına bu diyalogda karar veremez; kendi başında hareket edemez. Ama bütün Ortodoksları temsil edebilir. Ve Papa'yla her buluşmasından sonra, Fener Rum Patriği, diğer bütün Ortodoks kiliselerini bilgilendirmek ve ileride atılacak adımlar hakkında onlara danışmak zorundadır. Dolayısıyla Katolik-Ortodoks müzakerelerinde Papa'nın hareket serbestisi çok genişken, Fener Rum Patriği'ninki çok sınırlıdır.
"Ekümeniklik" sıfatı Fener Rum Patriği'ne ayrıca diğer Patrikhane ve bağımsız kiliselerde bir iç ihtilaf çıktığında arabulucu olma yetkisi de verir. Fakat bu arabuluculuğa bile ihtilaflı iki taraftan en az birinin davetinden sonra girişebilir. Mesela 2005 yılında Kudüs Patrikhanesi'nde çıkan krizde, Fener Rum Patriği, eski ve devrik Kudüs Patriği ile yeni Kudüs Patriği arasında arabuluculuk önermiş ve o krizi bir sonuca bağlamaya çalışmıştı. Eski Kudüs Patriği, Fener Rum Patriği'nin arabuluculuk rolünü reddetmiş ve yeni Patrik'le bir anlaşmaya varmak istememişti. Bunun üzerine Fener Rum Patriği de yeni Kudüs Patriği'ni meşrû Patrik olarak tanımıştır. Bunu takiben diğer bütün patrikler ve bağımsız kiliselerin başpiskoposları da yeni Patriği tanımış ve eski Patrik bu ihtilaftan yenik çıkmıştır.
Fener Rum Patriği'nin ekümenikliğine Moskova Rus Patrikhanesi'nin itirazı vardır. Moskova Patrikhanesi, Ortodoks dünyanın liderliğinin kendisine verilmesi gerektiğini iddia eder. Bu iddiayı Moskova Patrikhanesi, bildiğim kadarıyla, iki önemli argümana dayandırmaktadır: (1) Rus Ortodoks Kilisesi yaklaşık 150 milyonluk bir kilisedir. Yani en fazla mümini olan Ortodoks kilisesidir. (2) Rus Ortodoks Kilisesi 1991'den bu yana özgür bir kilisedir. Oysa Fener Rum Patrikhanesi "esir" bir kilisedir[1].
Fener ile Moskova arasındaki anlaşmazlığın bir başka nedeni de 1991'den sonra "özgürlüğüne kavuşan" Estonya Ortodoks Kilisesi'nin Rus Patrikhanesi'nin etki alanından çıkması, Fener Rum Patrikhanesi'nin tabiiyetine girmek için başvurması ve Fener'in bu başvuruyu kabul etmesidir. Yani, Moskova'ya göre, Fener, Rus Kilisesi'nin bir parçasını bir bakıma gasp etmiştir.
Fener’in Türkiye Dışındaki Rum-Ortodokslar Üzerindeki Salâhiyeti
Fener Rum Patrikhanesi'nin "ekümenik"liğinin yanında bir de onun Türkiye sınırları dışında doğrudan yetki alanı vardır. Bu yetki alanı Patrikhane'nin ekümenikliği tanınsa da vardır, tanınmasa da vardır. Bunun oluşması, ekümeniklikle karşılaştırıldığında oldukça yeni bir gelişmedir. Patrikhane’nin “uluslararası salâhiyeti” şeklinde adlandırabileceğimiz bu yetki alanı, son iki yüzyılda, yavaş yavaş, ve uluslararası ilişkilerin, savaşların, siyasi, toplumsal ve demografik değişikliklerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Rum-Ortodoksların yaşadığı birçok bölge Osmanlı İmparatorluğu’ndan çıkıp başka ülkelerin (özellikle de Yunanistan’ın) yönetimine girmesi, Anadolu ve Balkanlar’dan yüzbinlerce Rum-Ortodoks’un daha iyi bir yaşam için Amerika, Kanada, Avustralya, Batı Avrupa, Latin Amerika ve dünyanın daha birçok bölgesine göç etmesi sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu dışında ve başka tarihî/köklü Ortodoks kiliselerine mensup olmayan Rum-Ortodoks cemaatleri oluşmuştur. Yunanistan dışındaki Rum-Ortodoks cemaatlerinin, merkezi Atina’da olan Yunanistan (Bağımsız) Kilisesi’ne bağlanması, bu kilise yalnız Yunanistan topraklarındaki Rum-Ortodoksların kilisesi olduğu için, mümkün değildi. O nedenle bu cemaatler, en önemli, en prestijli ve ekümenik kilise olduğu için Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanmışlar, onun yetki alanına girmişlerdir. Yunanistan’a son 100-110 yılda bağlanan topraklardaki Rum-Ortodokslar ise zaten Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlıydılar. Patrikhane bu Rumların kendi yetki alanından çıkıp Yunanistan Kilisesi’nin yetki alanına girmesini istememiş, ancak siyasi ve toplumsal şartların zorlaması sonucunda bu ülkenin kilisesiyle imzaladığı anlaşmayla buna, aşağıda daha ayrıntılı bir biçimde açıklayacağım gibi, ancak kısmen razı olmuştur.
Dolayısıyla, “uluslararası salâhiyet” şu anlama gelmektedir: Fener Rum Patriği sadece Türkiye'deki Rum Ortodoksların dini lideri değildir. Aynı zamanda Kuzey ve Güney Amerika'daki, Avustralya'daki, Batı Avrupa'daki ve Uzakdoğu'daki Rum Ortodoksların da dini lideridir. Buradaki kilise liderlerini (piskopos ve başpiskoposları) Fener Rum Patrikhanesi atar (ve icabında görevden alabilir). Bu dini liderler doğrudan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlıdır.
Bu kiliselerdeki papazların atanmasına (yanı hiyerarşinin alt kısmına) bildiğim kadarıyla Fener karışmaz. Bu konu, oralardaki piskoposluk ve başpiskoposlukların yetkisindedir.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Doğal olarak bütün bu bölgelerde Rum olmayan Ortodokslar da vardır: Rus Ortodokslar, Sırp Ortodokslar, Arap Ortodokslar vs. Bu kişiler Fener Rum Patriği'ne değil, kendi kiliselerine tâbidir.
Yunanistan sınırları içinde kalan Oniki Ada, Girit ve Kuzey Yunanistan kiliseleri de en azından sembolik açıdan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlıdır. Yani, diğer bir deyişle, bu bölgelerdeki kiliseler Atina merkezli Yunanistan Kilisesi'ne bağlı değildir. Fakat Fener Rum Patrikhanesi bu kiliselerin yönetimini 1928'de imzalanan bir anlaşmayla (Oniki Ada, Girit ve Aynaroz bu anlaşmaya dahil değildir) Yunanistan (Atina) Kilisesi'ne vermiştir. Atina Kilisesi yine de piskopos atamalarında ve bazı temel kararlarda Fener Patrikhanesi'ne danışmak zorundadır; bir de her ayinde, Fener Patrikhanesi'nin yetki alanına giren diğer bütün kiliselerde olduğu gibi Fener Rum Patriği'nin adı kilise lideri olarak anılmalıdır. Birkaç ay önce vefat eden eski Atina Başpiskoposu işte bu 1928 anlaşmasını çiğnemiş, Fener Rum Patriği'ne, özellikle Kuzey Yunanistan kiliselerine atanacak piskoposlar konusunda danışmamış, bu kiliseler sanki doğrudan Atina'ya bağlıymış gibi davranmıştır.
(Bu kiliselerin kime bağlı olacağı konusunun bir de ekonomik ya da parasal gelir, gayrimenkul, vs. ile ilgili bir boyutu da var, ancak o boyut hakkında benim bilgim çok sınırlı.)
Bu ihtilafa rağmen, müteveffa Atina Başpiskoposu her fırsatta Fener Rum Patriği'nin ekümenikliğini hararetle savunmuş ve desteklemiştir. Sadece onun Yunanistan sınırları içindeki yetki alanına itiraz etmiştir.
Kuzey ve Güney Amerika'daki Rum Ortodoksların bir bölümü de bir ara (1990'larda) Fener Rum Patriği'nin kendi kiliseleri üzerinde doğrudan yetkili olması konusunda hoşnutsuzluklarını dile getirmiş, fakat Patrik bu kesimin beklentilerine daha iyi yanıt verebilen bir başpiskoposu bu kilisenin başına getirerek bu hoşnutsuzluğu bir ölçüde de olsa gidermiştir.
Bütün yukarıda yazdıklarımın özeti sudur: Fener Rum Patrikhanesi'nin birbirine paralel ve Türkiye sınırlarını aşan iki özelliği vardır: (a) Ekümeniklik, ve (b) "Uluslararası salâhiyet”. Ekümeniklik, Fener'in diğer Patrikhane ve bağımsız kiliseler arasında eşitler arasında birinci olma vasfıdır. Fener Rum Patriği, ekümenik olduğu için Ortodoks kiliselerinin lideri sayılabilir ama bu çok gevşek ve güçsüz bir liderliktir. Uluslararası salâhiyet ise Fener Rum Patrikhanesi'nin dünyanın birçok bölgesindeki Rum (ve sadece Rum) Ortodoks kiliselerini doğrudan yönetmesidir. Fener Rum Patriği'nin bu kiliseler üzerindeki liderliği yetkili ve güçlü bir liderliktir. Bu kiliselerin otonomisi sınırlıdır.
Fener Rum Patrikhanesi'nin her iki vasfının meşrûluğu yukarıda belirttiğim istisnalar dışında Ortodokslarca sorgulanmamaktadır. Ortodokslar Fener'in bu iki vasfını kabul etmekte ve bunlara saygı göstermektedirler.
Türk Devleti’nin Tutumu
Türk Devleti, Patrikhane’nin bu iki vasfını da hiçbir zaman resmen tanımamış olmasına rağmen, aslında resmi söylemle kıyaslandığında uygulamada nispeten daha esnek ve gerçekçi nitelendirilebilecek bir politika takip etmiştir. Devletin “Fener Patrikhanesi yalnızca Türkiye’deki Rumların dini kurumudur” şeklinde özetlenebilecek resmi pozisyonu, aslında “Fener Patrikhanesi, aslını, Patrikhane olmakla doğrudan ilişkili vasıflarını, eski ve yakın tarihini inkâr etmeli, yani Patrikhane’likten feragat etmelidir” anlamına gelmektedir. Patrikhane’nin bunu kabul etmesi mümkün değildir; ondan bunu istemek de hem mantıksızlık hem de insafsızlıktır. “Her din, mezhep ve itikadın, gerek umumi ve gerekse hususi surette serbesti-i icra hakkına malik” olduğunu söyleyen Lozan Antlaşması’nin 38. Maddesi’ne[2] de aslında aykırıdır. Kaldı ki, Ortodoks kilise sisteminde bu denli önemli olan bir kurumun işlevini yerine getirmesine izin verilmemesi, bütün Hristiyan dünyasının tepki ve öfkesine neden olacaktır. İşte bütün bunların farkında olduğu içindir ki Türk Devleti, Patrikhane’nin yukarıda sözkonusu iki vasıfla bağlantılı faaliyet ve hareketlerini tamamen durdurmak ya da engellemek yerine, bunları bazen katı bazen de gevşek bir biçimde sınırlamayı veya bunların gerçekleşmesini zorlaştıracak tedbirler almayı tercih etmiştir.
Sonuç
Sonuç olarak diyebiliriz ki Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nın ekümenikliği ve uluslararası salâhiyeti, Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da -- biraz isabetsiz bir şekilde -- ifade ettiği gibi “Hristiyan-Ortodoks dünyasının kendi iç sorunu[3]”dur (“kendi iç işidir” deseydi daha isabetli olacaktı). Gerçekten de Patrikhane’nin uluslararası işlevi, onun Türkiye toplumu ile olan ilişkilerini etkilemez. Türk Devleti ile olan ilişkilerini ise, ancak Patrikhane’nin uluslararası işlevini yerine getirmesine getirilen yasal ve siyasi engellerin kaldırılıp kaldırılmaması kapsamında etkileyebilir. Fakat her halükârda Patrikhane’nin uluslararası boyutu Türk devleti ve toplumuna hiç zarar vermez. Zaten Patrikhane, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri ona hiçbir faaliyetiyle zarar vermemiştir[4]. Ondan önce, Osmanlı İmparatorluğu’na da Patrikhane, uluslararası veya evrensel nitelikte bir kurum olarak faaliyet gösterdiği müddetçe hiç zarar vermemiş, bilâkis, o imparatorluğa hizmet etmiştir, faydalı olmuştur. Sadece bu uluslararası vasfına ihanet ettiği, bu vasfın gerektirdiği zihniyeti terkedip, Yunan milliyetçisi bir kilise gibi hareket ettiği zamanlarda (özellikle de 1918-1922 döneminde) Osmanlı’ya zarar vermiştir. Ekümenikliğin ve uluslararası salâhiyetinin gerektirdiği işlevleri sınırlamalara maruz kalmadan yerine getirecek bir Patrikhane, Türkiye’ye de hizmet edecek ve büyük fayda sağlayacak bir kurum olacaktır.
[1] "Esir" kilise kavramını Steven Runciman, The Great Church in Captivity isimli bir kitabında (Cambridge, İngiltere: Cambridge Univ. Press, 1968) ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.
[4] Oysa, Fener Patrikhanesi’ne alternatif ve rakip olmak için kurdurulan “Türk Ortodoks Patrikhanesi”, zamanla -- Ergenekon soruşturmasının da gösterdiği gibi (http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=158773) -- rejimi darbeyle değiştirmek isteyen çetelerin bir karargâhı, ve dolayısıyla Türkiye halkının demokrasisi ve özgürlüğü için zararlı bir kurum haline gelmiştir.
0 yorum:
Yorum Gönder