Azınlıkça
Şubat 2008
Denge
İbram Onsunoğlu
Yönetimin Azınlık karşısında duyduğu derin güvensizliği yansıtan
Vakıflar Yasası Meclisten geçti
Vakıflara ilişkin yasa tasarısı, Azınlık tarafından yumurta kapıya dayandığı sırada dile getirilen veya yazılı olarak sunulan itirazlar ve iyileştirme önerileri göz önüne alınmadan, iki büyük parti ND ve PASOK milletvekillerinin oylarıyla olduğu gibi Meclisten geçti. Şimdi yasanın Resmî Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girmesi bekleniyor. Bu yasayla birlikte ΑΣΕΠ’in memur alma sınavlarında “müslüman azınlık mensupları” için %0,5’lik kontenjan öngeren hüküm de geçti. Söz konusu kontenjan, üniversite ve yüksek okullara girişte azınlık öğrencileri için uygulanmakta olan aynı büyüklükteki kontenjandan sonra ikinci olumlu ayrımı oluşturuyor.
İki azınlık milletvekili, eski miletvekili İlhan Ahmet, “Dayanışma Kurulu” ve son anda BTAYTD’nin yasa karşısında koydukları tavrın ortak paydası, “evet ama” olarak biçimlendi ve dile getirilen itirazların ve sunulan iyileştirme önerilerinin daha çok göz boyamak ve hatır için olduğu gizlenemiyordu. Bu kişi ve kurumların yasaya onay verdiğini iddia etmekle gerçeği tahrif ettiğimizi sanmıyoruz. Hiç tavır koymayıp susanların da onayı dolaylı, ama daha açık. Koca Kapı’nın da tavır koymayıp sustuğunu ayrıca belirtmek gerek. Bu çerçevede PASOK İskeçe azınlık milletvekili Çetin Mandacı, hık mık etmesine rağmen partisinin öbür milletvekilleri gibi o da yasaya evet oyu kullandı. Rodoplu Ahmet Hacıosman ise kalbinden rahatsızlanıp hastaneye kaldırıdığı için oylamada hazır bulunamadı. Oylamaya katılsaydı, yasa bir evet oyu daha kazanmış olacaktı.
Her şeye hayır diyen KKE, vakıflar yasasında da öyle yaptı, red oyunu nasıl nedenlediğini öğrenemedik. Ama SİRİZA ile birlikte Müslüman Azınlığın himaye edilmesi gereğinden dem vurdu. Aşırı sağcı LAOS partisi, kendisinden beklendiği gibi, yasaya ve hele %0,5’lik kontenjana şiddetle karşı çıktı. LAOS başkanı Karacaferis, bir kez daha dipsiz bir demagojiye başvurmaktan çekinmeyerek ve nasıl renkten renge girebileceğini kanıtlayarak, soldan girdi, kontenjan konusunu anayasaya aykırı (!) ve Müslümanlar dışındaki dinî gruplar ve Hıristiyanlar aleyhinde ırkçı (!!) olarak niteledi. Yakına dek azınlık üyelerine uygulanmakta olan memurluktan men ve özel yönetsel önlemlerle sağlanan ekonomik ve toplumsal dışlama, sanki anayasal ve ırklararası eşitlik amaçlı işlemlerdi de, şimdi geçmişteki politikaların Azınlık üzerindeki sonuçlarını, ezilmişliğini ve geri kalmışlığını, kısmen hafifletmeye yönelik yarım buçuk olumlu ayrım ırkçılık oluyor.
Yunanistan’da yeni vakıflar yasası kabul edilirken, aynı anda TBMM’de de azınlık vakıflarına ilişkin tasarının tartışılmaya başlamış olması, bu zamanlama, elbette tesadüfî sayılamaz. Bu konuda iki hükümet arasında var olduğu gözlemlenen bir anlaşma, bir başka deyişle bizim Azınlıkça’da eleştirmekte olduğumuz mütekabiliyet mantığı, ille de azınlıklar aleyhinde kötü işleyecek demek değildir. Yunan hükümetinden de Türkiye’deki vakıflar yasası hakkında bir tavır yok, yalnızca Rum Azınlık temsilcileri ve Patrik yasayı tatmin edici bulmadıklarını haykırıyorlar. Bu arada Türkiye’de MHP ve CHP’nin söylemleri, Yunanistan’daki LAOS kadar demagojik. Tabiî Batı Trakya Türk Azınlığının sorun ve çıkarlarına da sık sık atıfta bulunmaktan üşenmiyorlar. Milliyetçiliğin gözü kör. Görmüyorlar, Türk Azınlığının sorun ve çıkarlarına hizmet etmenin en iyi yolunun Rum Azınlığının haklarını genişletmekten geçtiğini, oradaki kısıtlama ve baskıların burada bizi de zor durumda bırakacağını ve bize de yansayacağını. Rum Azınlığı aleyhinde atıp tutarken, hem de Türk Azınlığını savunuyor iddiasıyla, bütün bunların sonunda bizim aleyhimize yönelebileceğini düşünmüyor ve görmüyorlar. Görmüyorlar mı? Mümkün değil. O halde burada bir riyakarlık söz konusu.
Yeni vakıflar yasası bizi uzun süre meşgul edecek. Şimdilik bir özet eleştiriyle yetiniyoruz. Mütekabiliyet mantığıyla hazırlanan yeni yasa, misilleme mantığıyla ve “Büyük Kovma” çerçevesinde hazırlanmış ve o amaca hizmet eden eskisinde kimi kayda değer iyileştirmelere gitmektedir belki. Ama ölçü, eski yasa olamaz. Ölçü, bir dinî cemaat olarak tanımlanan Azınlığa, dinî cemaat olarak kendi kendine örgütlenmesi, kendini yönetmesi ve bu çerçevede kendi kaynaklarını oluşturup kullanması yolunda Lozan’la birlikte ve Lozan’dan sonraki ve son olarak AB içindeki çağdaş, demokratik ve ademimerkeziyetçi gelişmelerle tanınan hak ve özgürlüklerdir. Yasa ise, Azınlığın Lozan’da öngörülen “kendi müesseselerini kurar ve yönetir” hükmünü olabildiğince kısıtlayıcı bir anlayışı içermekte, Azınlığa çağdaş bir sivil toplum örgütünün yararlandığı hareket özgürlüğünü bile çok görmekte, vakıfların düzenli çalışmasını ve gelişmesini ve azınlık toplumunun yararına kullanılmasını engelleyici düzenlemeler getirmekte, merkezî yönetimin boğucu denetimini tesis etmektedir. Dinî nitelikli hayır kurumları olan vakıflarının yönetimi ve kullanımı Azınlığın bir iç konusu olarak ele alınmalıdır, en küçük ayrıntısını bile yasa hükmüne ve resmî denetime bağlamaya çalışan hükümetin değil.
Yeni yasa, her şeyden önce ve her şeyden önemlisi, Yönetimin Azınlık karşısında duyduğu derin güvensizliğini yansıtmaktadır. Güvensizlik duygusu bulaşıcıdır. Karşılıklı güvensizlik içinde ne vakıflar yasası ne de azınlık politikasının başkaca bir uygulaması başarılı olabilir. Eski yasa, yenisinden çok daha kötü idi ve çok daha güvensizlik ve “düşmanlık” içeriyordu, 28 yıl boyunca çekmecede kalarak uygulamaya geçirilemedi veya geçirilmedi. Yeni yasa, eskisinin sadece yumuşatılmış bir versiyonu, uygulamaya geçirilirse, yani vakıf seçimleri yapılırsa, bunun da hiçbir garantisi yok, kısa süre içinde birçok sıkıntılara ve tıkanılıklara, devamında Yönetimle sürtüşmelere yol açacaktır. Bu yasanın, güvensizlikten arındırılmış ve yukarıda sayılan özellikleri içeren yenisiyle değiştirilmesi gerek.
Vakıflar Yasası Meclisten geçti
Vakıflara ilişkin yasa tasarısı, Azınlık tarafından yumurta kapıya dayandığı sırada dile getirilen veya yazılı olarak sunulan itirazlar ve iyileştirme önerileri göz önüne alınmadan, iki büyük parti ND ve PASOK milletvekillerinin oylarıyla olduğu gibi Meclisten geçti. Şimdi yasanın Resmî Gazetede yayımlanıp yürürlüğe girmesi bekleniyor. Bu yasayla birlikte ΑΣΕΠ’in memur alma sınavlarında “müslüman azınlık mensupları” için %0,5’lik kontenjan öngeren hüküm de geçti. Söz konusu kontenjan, üniversite ve yüksek okullara girişte azınlık öğrencileri için uygulanmakta olan aynı büyüklükteki kontenjandan sonra ikinci olumlu ayrımı oluşturuyor.
İki azınlık milletvekili, eski miletvekili İlhan Ahmet, “Dayanışma Kurulu” ve son anda BTAYTD’nin yasa karşısında koydukları tavrın ortak paydası, “evet ama” olarak biçimlendi ve dile getirilen itirazların ve sunulan iyileştirme önerilerinin daha çok göz boyamak ve hatır için olduğu gizlenemiyordu. Bu kişi ve kurumların yasaya onay verdiğini iddia etmekle gerçeği tahrif ettiğimizi sanmıyoruz. Hiç tavır koymayıp susanların da onayı dolaylı, ama daha açık. Koca Kapı’nın da tavır koymayıp sustuğunu ayrıca belirtmek gerek. Bu çerçevede PASOK İskeçe azınlık milletvekili Çetin Mandacı, hık mık etmesine rağmen partisinin öbür milletvekilleri gibi o da yasaya evet oyu kullandı. Rodoplu Ahmet Hacıosman ise kalbinden rahatsızlanıp hastaneye kaldırıdığı için oylamada hazır bulunamadı. Oylamaya katılsaydı, yasa bir evet oyu daha kazanmış olacaktı.
Her şeye hayır diyen KKE, vakıflar yasasında da öyle yaptı, red oyunu nasıl nedenlediğini öğrenemedik. Ama SİRİZA ile birlikte Müslüman Azınlığın himaye edilmesi gereğinden dem vurdu. Aşırı sağcı LAOS partisi, kendisinden beklendiği gibi, yasaya ve hele %0,5’lik kontenjana şiddetle karşı çıktı. LAOS başkanı Karacaferis, bir kez daha dipsiz bir demagojiye başvurmaktan çekinmeyerek ve nasıl renkten renge girebileceğini kanıtlayarak, soldan girdi, kontenjan konusunu anayasaya aykırı (!) ve Müslümanlar dışındaki dinî gruplar ve Hıristiyanlar aleyhinde ırkçı (!!) olarak niteledi. Yakına dek azınlık üyelerine uygulanmakta olan memurluktan men ve özel yönetsel önlemlerle sağlanan ekonomik ve toplumsal dışlama, sanki anayasal ve ırklararası eşitlik amaçlı işlemlerdi de, şimdi geçmişteki politikaların Azınlık üzerindeki sonuçlarını, ezilmişliğini ve geri kalmışlığını, kısmen hafifletmeye yönelik yarım buçuk olumlu ayrım ırkçılık oluyor.
Yunanistan’da yeni vakıflar yasası kabul edilirken, aynı anda TBMM’de de azınlık vakıflarına ilişkin tasarının tartışılmaya başlamış olması, bu zamanlama, elbette tesadüfî sayılamaz. Bu konuda iki hükümet arasında var olduğu gözlemlenen bir anlaşma, bir başka deyişle bizim Azınlıkça’da eleştirmekte olduğumuz mütekabiliyet mantığı, ille de azınlıklar aleyhinde kötü işleyecek demek değildir. Yunan hükümetinden de Türkiye’deki vakıflar yasası hakkında bir tavır yok, yalnızca Rum Azınlık temsilcileri ve Patrik yasayı tatmin edici bulmadıklarını haykırıyorlar. Bu arada Türkiye’de MHP ve CHP’nin söylemleri, Yunanistan’daki LAOS kadar demagojik. Tabiî Batı Trakya Türk Azınlığının sorun ve çıkarlarına da sık sık atıfta bulunmaktan üşenmiyorlar. Milliyetçiliğin gözü kör. Görmüyorlar, Türk Azınlığının sorun ve çıkarlarına hizmet etmenin en iyi yolunun Rum Azınlığının haklarını genişletmekten geçtiğini, oradaki kısıtlama ve baskıların burada bizi de zor durumda bırakacağını ve bize de yansayacağını. Rum Azınlığı aleyhinde atıp tutarken, hem de Türk Azınlığını savunuyor iddiasıyla, bütün bunların sonunda bizim aleyhimize yönelebileceğini düşünmüyor ve görmüyorlar. Görmüyorlar mı? Mümkün değil. O halde burada bir riyakarlık söz konusu.
Yeni vakıflar yasası bizi uzun süre meşgul edecek. Şimdilik bir özet eleştiriyle yetiniyoruz. Mütekabiliyet mantığıyla hazırlanan yeni yasa, misilleme mantığıyla ve “Büyük Kovma” çerçevesinde hazırlanmış ve o amaca hizmet eden eskisinde kimi kayda değer iyileştirmelere gitmektedir belki. Ama ölçü, eski yasa olamaz. Ölçü, bir dinî cemaat olarak tanımlanan Azınlığa, dinî cemaat olarak kendi kendine örgütlenmesi, kendini yönetmesi ve bu çerçevede kendi kaynaklarını oluşturup kullanması yolunda Lozan’la birlikte ve Lozan’dan sonraki ve son olarak AB içindeki çağdaş, demokratik ve ademimerkeziyetçi gelişmelerle tanınan hak ve özgürlüklerdir. Yasa ise, Azınlığın Lozan’da öngörülen “kendi müesseselerini kurar ve yönetir” hükmünü olabildiğince kısıtlayıcı bir anlayışı içermekte, Azınlığa çağdaş bir sivil toplum örgütünün yararlandığı hareket özgürlüğünü bile çok görmekte, vakıfların düzenli çalışmasını ve gelişmesini ve azınlık toplumunun yararına kullanılmasını engelleyici düzenlemeler getirmekte, merkezî yönetimin boğucu denetimini tesis etmektedir. Dinî nitelikli hayır kurumları olan vakıflarının yönetimi ve kullanımı Azınlığın bir iç konusu olarak ele alınmalıdır, en küçük ayrıntısını bile yasa hükmüne ve resmî denetime bağlamaya çalışan hükümetin değil.
Yeni yasa, her şeyden önce ve her şeyden önemlisi, Yönetimin Azınlık karşısında duyduğu derin güvensizliğini yansıtmaktadır. Güvensizlik duygusu bulaşıcıdır. Karşılıklı güvensizlik içinde ne vakıflar yasası ne de azınlık politikasının başkaca bir uygulaması başarılı olabilir. Eski yasa, yenisinden çok daha kötü idi ve çok daha güvensizlik ve “düşmanlık” içeriyordu, 28 yıl boyunca çekmecede kalarak uygulamaya geçirilemedi veya geçirilmedi. Yeni yasa, eskisinin sadece yumuşatılmış bir versiyonu, uygulamaya geçirilirse, yani vakıf seçimleri yapılırsa, bunun da hiçbir garantisi yok, kısa süre içinde birçok sıkıntılara ve tıkanılıklara, devamında Yönetimle sürtüşmelere yol açacaktır. Bu yasanın, güvensizlikten arındırılmış ve yukarıda sayılan özellikleri içeren yenisiyle değiştirilmesi gerek.
0 yorum:
Yorum Gönder