Azınlıkça
Sayı 30
Mayıs 2007
Kubbealtı
Hakan Mümin
Dili doğru kullanmak yazarlara özgü bir şey olmamalı diye düşünüyorum. Kim olursa olsun, anadilini anlaşılır biçimde konuşabilmeli. Konuşabilmeli ki düşüncelerini, görüşlerini, dileklerini de anlaşılabilir biçimde aktarabilsin. Anadilini bilmeyen kimse, düşüncelerini aktarmak bir yana, onları kendi kafasında oluşturmakta bile güçlük çeker.
Bazı yazarlarımızın (araştırmacı, gazeteci, tarihci vb.) yazılarını okurken onların bile ne büyük yanlışlar yaptığını görüp üzülüyoruz tabii ki.. Dilimize özen gösteren, önem veren kaç yazarımız kaldı ki?
Bugün sokağa çıkıp, bir araştırma yapsak, sokaktaki insanımızın dağarcığında kaç kelime var acaba? Beş yüz, üç yüz... Bana sorarsanız, yüz bile abartılı bir sayı. Bu kadar kelimeyle (üstelik onları doğru ve düzgün kullanmayarak) ne düşüneceğiz, ne yaratacağız ve ne anlatacağız? Vallahi öyle bir hal almışız ki, bugün kendimizi tanıtmakta bile zorlanıyoruz. Sebebi mi?.. Çok açık, kelime yetersizliği. İnsan okudukça gelişir, kendini yetiştirir. Biz bunun tam aksini yapıyoruz; okumuyoruz. Kitaplardan uzak, gazetelerden uzak, öylesine günlük yaşıyoruz. Bu “günlük yaşam”a anlam veremiyorum. O kahrediyor beni. Derin derin düşündürüyor; galiba, insanımız, “eksik” dil eğitiminden nasibini almış, artık konuyla da pek ilgilenmiyor, sanki.
***
Günümüzde çocuklarımızın dil öğrenmekte zorluk çektiğini hepimiz biliyoruz. İleri gelenler yazıyorlar ve bizler de hep okuyoruz; çocuklarımız ne doğru dürüst Türkçe öğreniyorlar, ne de Yunanca... Bunun sebebini araştırdığımızda şu sonuca varıyoruz; çocuklarımızın anadili (Türkçe) çok zayıf. Anadilini düzgün kullanamayan çocuk, ikinci bir dil öğrenmekte zorluk çekeceğini, birçok dil bilimcisi savunmaktadır. Yapılan araştırmalar da, yabancı bir dil öğrenmenin en iyi yolu, “ana dilini iyi bilmeli” yönündedir. Aksi taktirde “yarı dillilik” diye bir kavram ortaya çıkar.
“Yarı dillilik iki yönlü dilsizlik demektir. Bilgi edinimi için dilin işlevi ne ise, duyuşsal akademik dil becerisi de odur. Bu becerinin gelişmesinde anadili ihmal edilirse, ikinci dilin edinimindeki gelişim tamamlanamaz. Okul yaşantısı sırasında üst sınıflara gelindikçe, duyuşsal akademik dil becerisine olan gereksinim artar; bundan kaynaklanan boşluk da giderek daha belirgin hale gelir. İkinci dildeki günlük bildirişim becerisi, yani kişiler arasındaki sıradan günlük konuşma becerisi, çocuğun anadili öğretimi desteklenmese de sağlanabilir, ancak bu dil düzeyi çocuğun soyut kavramları öğrenmesi gerektiğinde yeterli olmaz ve çocuğun akademik başarısı, yetişkin çağa geldiğinde iş yaşamındaki başarısı vs. olumsuz etkilenir.” Doç. Dr. Mustafa Çakır, “yarı dillilik” kavramını böyle açıklıyor.
Aslında okullarımızda problem yalnız dil dersleri değil. Diğer derslerde de sıkıntılarımız var; matematik, fizik, kimya gibi. Bu dersler de dile dayalı. Dilimiz zayıf olunca matematiğimiz de, fiziğimiz de, kimyamız da zayıf oluyor. Düşünün bir “muhasebe programı” hazırlıyorsunuz ve bu programa tüm doğal sayıları yerleştiriyorsunuz, milyonlarca sayı oluşturabilirsiniz. Ama programınızın hafızasına “toplam” sözcüğünü yüklemezseniz hiçbir sayıyı toplayamazsınız ya da “çıkarma” sözcüğünü programınız tanımazsa hiçbir çıkarma işlemi yapmaz. Bu böyledir. Yani insanı insan yapan dildir. Dil eğitimine tahmin ettiğimizden de fazla önem vermeliyiz. Daha önceleri de yazmıştım. Türkçe’yi çok iyi öğrenmeliyiz. Çünkü anadilimiz. Okullarda öğretmiyorlarsa, özel eğitim kurumlarında öğretiyorlar. Daha sonra Yunanca’yı da öğrenmeliyiz orada ya da burada, çünkü Yunan vatandaşıyız. Üçüncü dil olarak da İngilizce’yi... Avrupalıyız. Bu üç dil “paket dil” olarak algılanmalı artık, azınlık bireyleri tarafından. Çoğunluğun bir çoğu unutmayınız ki, beş-altı dilli.
Dil denince, hep bu soruya yanıt aradım; “Dilden ne anlıyoruz?”. Anladım ki, dil denince bizim aklımıza gelen “ağız”, yani konuşma dilimiz. Hani deriz ya hep, “geliyim”, “gidiyim”, “yapıyım”, “bakarkan” vs... İşte bu!.. Biz dil denince bunu anlıyoruz. Oysa dil, yalnız konuşmayla kalmaz. Yazı dili de vardır. Yani dil konuşma ve yazı dili olmak üzere ikiye ayrılır. Türkçe konuşulduğu gibi yazılmaz. Her dilde olduğu gibi Türkçe’de de kurallar vardır. Düzgün konuşmanın ya da yazmanın yolu bu kuralları bilmekten geçer. Anadilimizin dilbilgisini de iyi bilmeliyiz.
Çocuk okula başladıktan sonra konuşma dilinden yazı diline geçer. Yazı dilinin görsel ve basılı materyaller yardımıyla çocuğun zihninde kavram oluşmasına ve daha önce oluşan mevcut kavramların gelişmesine olanak sağlar. Bu nedenle yazı dili ile konuşma dili bu özelliği ile birbirinden ayrı iki dil olarak değerlendirilir. Okula başlama yaşında tam olarak gelişmemiş bulunan anadili, yazı dili edinimi aracılığıyla kavram ve yapısal açıdan gelişerek kitaplarda ve diğer yazılı materyallerde yer alan bilginin edinilmesine önemli ölçüde katkı sağlar. Bunu unutmamak gerekir. Netice olarak çocuğunuza anadilini iyi öğretin! Öyle ki, sizden düzgün konuşsun, sizden düzgün yazsın.
Sayı 30
Mayıs 2007
Kubbealtı
Hakan Mümin
Dili doğru kullanmak yazarlara özgü bir şey olmamalı diye düşünüyorum. Kim olursa olsun, anadilini anlaşılır biçimde konuşabilmeli. Konuşabilmeli ki düşüncelerini, görüşlerini, dileklerini de anlaşılabilir biçimde aktarabilsin. Anadilini bilmeyen kimse, düşüncelerini aktarmak bir yana, onları kendi kafasında oluşturmakta bile güçlük çeker.
Bazı yazarlarımızın (araştırmacı, gazeteci, tarihci vb.) yazılarını okurken onların bile ne büyük yanlışlar yaptığını görüp üzülüyoruz tabii ki.. Dilimize özen gösteren, önem veren kaç yazarımız kaldı ki?
Bugün sokağa çıkıp, bir araştırma yapsak, sokaktaki insanımızın dağarcığında kaç kelime var acaba? Beş yüz, üç yüz... Bana sorarsanız, yüz bile abartılı bir sayı. Bu kadar kelimeyle (üstelik onları doğru ve düzgün kullanmayarak) ne düşüneceğiz, ne yaratacağız ve ne anlatacağız? Vallahi öyle bir hal almışız ki, bugün kendimizi tanıtmakta bile zorlanıyoruz. Sebebi mi?.. Çok açık, kelime yetersizliği. İnsan okudukça gelişir, kendini yetiştirir. Biz bunun tam aksini yapıyoruz; okumuyoruz. Kitaplardan uzak, gazetelerden uzak, öylesine günlük yaşıyoruz. Bu “günlük yaşam”a anlam veremiyorum. O kahrediyor beni. Derin derin düşündürüyor; galiba, insanımız, “eksik” dil eğitiminden nasibini almış, artık konuyla da pek ilgilenmiyor, sanki.
***
Günümüzde çocuklarımızın dil öğrenmekte zorluk çektiğini hepimiz biliyoruz. İleri gelenler yazıyorlar ve bizler de hep okuyoruz; çocuklarımız ne doğru dürüst Türkçe öğreniyorlar, ne de Yunanca... Bunun sebebini araştırdığımızda şu sonuca varıyoruz; çocuklarımızın anadili (Türkçe) çok zayıf. Anadilini düzgün kullanamayan çocuk, ikinci bir dil öğrenmekte zorluk çekeceğini, birçok dil bilimcisi savunmaktadır. Yapılan araştırmalar da, yabancı bir dil öğrenmenin en iyi yolu, “ana dilini iyi bilmeli” yönündedir. Aksi taktirde “yarı dillilik” diye bir kavram ortaya çıkar.
“Yarı dillilik iki yönlü dilsizlik demektir. Bilgi edinimi için dilin işlevi ne ise, duyuşsal akademik dil becerisi de odur. Bu becerinin gelişmesinde anadili ihmal edilirse, ikinci dilin edinimindeki gelişim tamamlanamaz. Okul yaşantısı sırasında üst sınıflara gelindikçe, duyuşsal akademik dil becerisine olan gereksinim artar; bundan kaynaklanan boşluk da giderek daha belirgin hale gelir. İkinci dildeki günlük bildirişim becerisi, yani kişiler arasındaki sıradan günlük konuşma becerisi, çocuğun anadili öğretimi desteklenmese de sağlanabilir, ancak bu dil düzeyi çocuğun soyut kavramları öğrenmesi gerektiğinde yeterli olmaz ve çocuğun akademik başarısı, yetişkin çağa geldiğinde iş yaşamındaki başarısı vs. olumsuz etkilenir.” Doç. Dr. Mustafa Çakır, “yarı dillilik” kavramını böyle açıklıyor.
Aslında okullarımızda problem yalnız dil dersleri değil. Diğer derslerde de sıkıntılarımız var; matematik, fizik, kimya gibi. Bu dersler de dile dayalı. Dilimiz zayıf olunca matematiğimiz de, fiziğimiz de, kimyamız da zayıf oluyor. Düşünün bir “muhasebe programı” hazırlıyorsunuz ve bu programa tüm doğal sayıları yerleştiriyorsunuz, milyonlarca sayı oluşturabilirsiniz. Ama programınızın hafızasına “toplam” sözcüğünü yüklemezseniz hiçbir sayıyı toplayamazsınız ya da “çıkarma” sözcüğünü programınız tanımazsa hiçbir çıkarma işlemi yapmaz. Bu böyledir. Yani insanı insan yapan dildir. Dil eğitimine tahmin ettiğimizden de fazla önem vermeliyiz. Daha önceleri de yazmıştım. Türkçe’yi çok iyi öğrenmeliyiz. Çünkü anadilimiz. Okullarda öğretmiyorlarsa, özel eğitim kurumlarında öğretiyorlar. Daha sonra Yunanca’yı da öğrenmeliyiz orada ya da burada, çünkü Yunan vatandaşıyız. Üçüncü dil olarak da İngilizce’yi... Avrupalıyız. Bu üç dil “paket dil” olarak algılanmalı artık, azınlık bireyleri tarafından. Çoğunluğun bir çoğu unutmayınız ki, beş-altı dilli.
Dil denince, hep bu soruya yanıt aradım; “Dilden ne anlıyoruz?”. Anladım ki, dil denince bizim aklımıza gelen “ağız”, yani konuşma dilimiz. Hani deriz ya hep, “geliyim”, “gidiyim”, “yapıyım”, “bakarkan” vs... İşte bu!.. Biz dil denince bunu anlıyoruz. Oysa dil, yalnız konuşmayla kalmaz. Yazı dili de vardır. Yani dil konuşma ve yazı dili olmak üzere ikiye ayrılır. Türkçe konuşulduğu gibi yazılmaz. Her dilde olduğu gibi Türkçe’de de kurallar vardır. Düzgün konuşmanın ya da yazmanın yolu bu kuralları bilmekten geçer. Anadilimizin dilbilgisini de iyi bilmeliyiz.
Çocuk okula başladıktan sonra konuşma dilinden yazı diline geçer. Yazı dilinin görsel ve basılı materyaller yardımıyla çocuğun zihninde kavram oluşmasına ve daha önce oluşan mevcut kavramların gelişmesine olanak sağlar. Bu nedenle yazı dili ile konuşma dili bu özelliği ile birbirinden ayrı iki dil olarak değerlendirilir. Okula başlama yaşında tam olarak gelişmemiş bulunan anadili, yazı dili edinimi aracılığıyla kavram ve yapısal açıdan gelişerek kitaplarda ve diğer yazılı materyallerde yer alan bilginin edinilmesine önemli ölçüde katkı sağlar. Bunu unutmamak gerekir. Netice olarak çocuğunuza anadilini iyi öğretin! Öyle ki, sizden düzgün konuşsun, sizden düzgün yazsın.
0 yorum:
Yorum Gönder