Azınlıkça
Kasım 2006
Sayı 24
İbram Onsunoğlu
Bundan bir yıl önce Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin tam üyeliği için müzakere tarihi verilip verilmeyeceği tartışmaları yapılırken, görüşlerine çok saygı duyduğum bir Yunanlı yorumcu, Yunanistan’daki geleneksel Türk aleyhtarlığını en sert bir dille eleştirenlerden ve Türkiye’nin AB’ye katılmasını hararetle savunanlardan biri, AK Parti iktidarının da büyük karşıtlarından, “Verilmesin” diye yazıyordu, “çünkü bugünkü koşullarda Türkiye’nin tam üyeliği için ne AB hazır ne de Türkiye’nin kendisi”. Aradan geçen süre içinde Yunanlı yorumcu her gün biraz daha haklı çıkıyor gibi görünüyor.
Ancak Türkiye hazır değilse, hazırlanacaktı, bunun yolları ve süreci vardı ve bunları izlemek zorundaydı. Asıl sorun, hazır olmayan ve hazırlanmaya pek niyetli görünmeyen AB’den kaynaklanıyordu, Türkiye’den değil. Üstelik AB’yi hazırlanmaya zorlayacak hiçbir yol yoktu. “AB verdiği sözü tutar”, ama Türkiye konusunda verdiği sözü tutmamak için âdeta bahaneler arıyordu. Üstelik Avrupa Anayasasının Fransa’daki halk oylamasıyla reddedilmesiyle AB kendi içinde korkunç bir bunalıma girmişti. Bugünkü koşullar elverişli değildi, ama her şey, yarınki koşulların daha da elverişsiz olacağını gösteriyordu. Zaman, elverişli koşullar için Türkiye’nin aleyhine işlemekteydi. Bugüne gelmekle zaten geç kalınmıştı, yarını beklemekle iyice geç kalınacak ve yarın Türkiye için AB yolları belki tamamen tıkanmış olacaktı.
Avrupa vizyonunu devam ettirmek istiyorsa, elverişli olmayan koşullara rağmen, müzakerelerin başlama tarihini Türkiye şimdi almalıydı. Ve aldı. Ama nasıl aldı? AB, sanki Türkiye’yi reddetmeyi ileri bir tarihe erteliyordu.
AB, Türkiye karşısında bağımlılığını belirsiz tutuyor, başka hiçbir üye ülke için öngörülmemiş sert ve “küçük düşürücü” koşullar öne sürüyor, kısacası “dürüst” davranmıyordu.
Şimdi, bir yıldır süren müzakerelerin bilançosu, birkaç pürüzlü konu dışında, Türkiye’nin AB süreci açısından olumlu olarak değerlendirebilir. Büyük olumsuzluk, bu süre içinde yavaş yavaş iyice kendini göstermeye ve biçimlenmeye başlayan ve gelecekte daha da netleşeceği ve sertleşeceği anlaşılan Türkiye’nin tam üyeliği aleyhindeki AB’deki genel tavır. Bu bir yıl içinde Fransa, Avusturya ve Alman Hıristiyan Demokratların başını çektiği Türkiye aleyhindeki hareket için yumuşayabilir umutları suya düştü. Bu hareket beraberinde başkalarını da sürüklüyor ve sürükleyecek, Avrupa Parlamentosunu, Komisyonun kendisini.
Türkiye aleytarlığının siyasî ve ekonomik nedenleri, tarihî ve kültürel önyargıları sayıladurur. Buradaki çelişki, AB’nin kuruluş amaçları arasında yer alan bu gibi önyargılarla savaşmak ve onları gidermek, halklararası barış, karşılıklı anlayış, çokkültürlülük, özgürlüklerin yaygınlaşması gibi -bizi celbeden- ilkelerin çiğnenmekte oluşu.
Türkiye’ye verilen sinyalleri yorumlamak zor değil. Sen, AB yolundaki bir engeli aştığında, biz aşamayacağın bir başka engeli önüne çıkaracağız. Onu da aşarsan, daha büyüğünü önüne koyacağız. Ta ki sonunda bu sevdadan seni vazgeçtirinceye kadar.
Onun için işte, Türkiye’nin Avrupa üyeliğine en çok karşı çıkan ülkeler ve hükümetler, üyelik müzakerelerinde en sert kriterleri öne süren, bunların hemen ve şimdi yerine getirilmesinde ve böylelikle (AB’ye sokmak istemedikleri) Türkiye’nin bir an önce “Avrupalılaşmasında” en çok direten yine onlar. Avrupalılaşmak adına Türkiye’den istenen şeylerin bazıları, AB üyelerinin kendilerinde yok, kendilerinin daha çözemediği sorunlu konular. Belli ki Türkiye’yi provoke etmek ve sabrını taşırmak amaçlanıyor. Çirkin oyunlar.
Yalnız bunlar değil. AB’nin bazı tavırları, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Türklerin toplu belleğinde Avrupa’nın emperyalist müdahaleleri olarak yer etmiş hareketleri anımsatıyor.
Eğer taktik bu ise, yani Türkiye’nin sabrını taşırmak ve AB sevdasından vazgeçirmek, son bir yıl içinde bunun başarıyla uygulandığını kabul etmek gerek. Türkiye’deki AB ve Batı aleyhtarlığına büyük kozlar verildi. Türk kamu oyunda AB’ye katılımı destekleyenlerin oranında korkunç bir düşüş yaşandı.
Daha işin başında sayılırız. Böyle devam ederse, AB’nin Türkiye’yi reddettiğini ilan etmesine gerek kalmayacak, Türk kamuoyunun kendisi AB’yi reddedecek. Sonunda, Türkiye AB’ye girmeye ve gereken kriterleri yerine getirmeye hazır değildi diyecekler.
Bu arada özellikle Fransa’nın Türkiye’nin üyeliğine engel koymak telaşıyla üç yıldan beri yaptıklarına, bu âdeta histerik davranışlarına akıl erdirmek mümkün değil. Bunlar Türkiye tarafından yanıtsız bırakılamazdı, ikili ilişkileri zedelememezlik edemezdi. Son dönemde iki ülke arasında bir soğukluk yaşanıyor. Şimdilik Türkiye Fransa ile askerî alandaki ilişkileri dondurmuş bulunuyor. Bu arada milliyetçi gruplar Fransız mallarına boykot ilan ettiler. İşler uzarsa, bunlara Fransa’nın da vereceği karşılıklar var elbet. Özetle, suçun kimde olduğu bir yana, Türkiye’nin AB serüveni, AB üyesi bazı ülkelerle ikili ilişkilerini zedeleyecek gelişmelere neden oluyor.
Kasım 2006
Sayı 24
İbram Onsunoğlu
Bundan bir yıl önce Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin tam üyeliği için müzakere tarihi verilip verilmeyeceği tartışmaları yapılırken, görüşlerine çok saygı duyduğum bir Yunanlı yorumcu, Yunanistan’daki geleneksel Türk aleyhtarlığını en sert bir dille eleştirenlerden ve Türkiye’nin AB’ye katılmasını hararetle savunanlardan biri, AK Parti iktidarının da büyük karşıtlarından, “Verilmesin” diye yazıyordu, “çünkü bugünkü koşullarda Türkiye’nin tam üyeliği için ne AB hazır ne de Türkiye’nin kendisi”. Aradan geçen süre içinde Yunanlı yorumcu her gün biraz daha haklı çıkıyor gibi görünüyor.
Ancak Türkiye hazır değilse, hazırlanacaktı, bunun yolları ve süreci vardı ve bunları izlemek zorundaydı. Asıl sorun, hazır olmayan ve hazırlanmaya pek niyetli görünmeyen AB’den kaynaklanıyordu, Türkiye’den değil. Üstelik AB’yi hazırlanmaya zorlayacak hiçbir yol yoktu. “AB verdiği sözü tutar”, ama Türkiye konusunda verdiği sözü tutmamak için âdeta bahaneler arıyordu. Üstelik Avrupa Anayasasının Fransa’daki halk oylamasıyla reddedilmesiyle AB kendi içinde korkunç bir bunalıma girmişti. Bugünkü koşullar elverişli değildi, ama her şey, yarınki koşulların daha da elverişsiz olacağını gösteriyordu. Zaman, elverişli koşullar için Türkiye’nin aleyhine işlemekteydi. Bugüne gelmekle zaten geç kalınmıştı, yarını beklemekle iyice geç kalınacak ve yarın Türkiye için AB yolları belki tamamen tıkanmış olacaktı.
Avrupa vizyonunu devam ettirmek istiyorsa, elverişli olmayan koşullara rağmen, müzakerelerin başlama tarihini Türkiye şimdi almalıydı. Ve aldı. Ama nasıl aldı? AB, sanki Türkiye’yi reddetmeyi ileri bir tarihe erteliyordu.
AB, Türkiye karşısında bağımlılığını belirsiz tutuyor, başka hiçbir üye ülke için öngörülmemiş sert ve “küçük düşürücü” koşullar öne sürüyor, kısacası “dürüst” davranmıyordu.
Şimdi, bir yıldır süren müzakerelerin bilançosu, birkaç pürüzlü konu dışında, Türkiye’nin AB süreci açısından olumlu olarak değerlendirebilir. Büyük olumsuzluk, bu süre içinde yavaş yavaş iyice kendini göstermeye ve biçimlenmeye başlayan ve gelecekte daha da netleşeceği ve sertleşeceği anlaşılan Türkiye’nin tam üyeliği aleyhindeki AB’deki genel tavır. Bu bir yıl içinde Fransa, Avusturya ve Alman Hıristiyan Demokratların başını çektiği Türkiye aleyhindeki hareket için yumuşayabilir umutları suya düştü. Bu hareket beraberinde başkalarını da sürüklüyor ve sürükleyecek, Avrupa Parlamentosunu, Komisyonun kendisini.
Türkiye aleytarlığının siyasî ve ekonomik nedenleri, tarihî ve kültürel önyargıları sayıladurur. Buradaki çelişki, AB’nin kuruluş amaçları arasında yer alan bu gibi önyargılarla savaşmak ve onları gidermek, halklararası barış, karşılıklı anlayış, çokkültürlülük, özgürlüklerin yaygınlaşması gibi -bizi celbeden- ilkelerin çiğnenmekte oluşu.
Türkiye’ye verilen sinyalleri yorumlamak zor değil. Sen, AB yolundaki bir engeli aştığında, biz aşamayacağın bir başka engeli önüne çıkaracağız. Onu da aşarsan, daha büyüğünü önüne koyacağız. Ta ki sonunda bu sevdadan seni vazgeçtirinceye kadar.
Onun için işte, Türkiye’nin Avrupa üyeliğine en çok karşı çıkan ülkeler ve hükümetler, üyelik müzakerelerinde en sert kriterleri öne süren, bunların hemen ve şimdi yerine getirilmesinde ve böylelikle (AB’ye sokmak istemedikleri) Türkiye’nin bir an önce “Avrupalılaşmasında” en çok direten yine onlar. Avrupalılaşmak adına Türkiye’den istenen şeylerin bazıları, AB üyelerinin kendilerinde yok, kendilerinin daha çözemediği sorunlu konular. Belli ki Türkiye’yi provoke etmek ve sabrını taşırmak amaçlanıyor. Çirkin oyunlar.
Yalnız bunlar değil. AB’nin bazı tavırları, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Türklerin toplu belleğinde Avrupa’nın emperyalist müdahaleleri olarak yer etmiş hareketleri anımsatıyor.
Eğer taktik bu ise, yani Türkiye’nin sabrını taşırmak ve AB sevdasından vazgeçirmek, son bir yıl içinde bunun başarıyla uygulandığını kabul etmek gerek. Türkiye’deki AB ve Batı aleyhtarlığına büyük kozlar verildi. Türk kamu oyunda AB’ye katılımı destekleyenlerin oranında korkunç bir düşüş yaşandı.
Daha işin başında sayılırız. Böyle devam ederse, AB’nin Türkiye’yi reddettiğini ilan etmesine gerek kalmayacak, Türk kamuoyunun kendisi AB’yi reddedecek. Sonunda, Türkiye AB’ye girmeye ve gereken kriterleri yerine getirmeye hazır değildi diyecekler.
Bu arada özellikle Fransa’nın Türkiye’nin üyeliğine engel koymak telaşıyla üç yıldan beri yaptıklarına, bu âdeta histerik davranışlarına akıl erdirmek mümkün değil. Bunlar Türkiye tarafından yanıtsız bırakılamazdı, ikili ilişkileri zedelememezlik edemezdi. Son dönemde iki ülke arasında bir soğukluk yaşanıyor. Şimdilik Türkiye Fransa ile askerî alandaki ilişkileri dondurmuş bulunuyor. Bu arada milliyetçi gruplar Fransız mallarına boykot ilan ettiler. İşler uzarsa, bunlara Fransa’nın da vereceği karşılıklar var elbet. Özetle, suçun kimde olduğu bir yana, Türkiye’nin AB serüveni, AB üyesi bazı ülkelerle ikili ilişkilerini zedeleyecek gelişmelere neden oluyor.
0 yorum:
Yorum Gönder