Azınlıkça
Sayı 28
Mart 2007
DENGE
İbram Onsunoğlu
Celal Bayar Lisesi’nin 3. sınıfında olmalıyız, yanılmıyorsam, o halde yıllar da 1966. Tarih dersine okul müdürü Hristos Dukas geliyor ve konumuz 1821 Yunan İhtilali. Müdür Dukas, o gün yine tarih kitaplarımızı açtırıp hepimize sırayla birer ikişer paragaraf okutuyor, diğerleri okunanları hem dinliyor hem de önümüzdeki kitaptan izliyoruz. Onun da elinde bir kitap, gerekli gördüğü yerde açıklamalar ve yorumlar yapıyor ve bize sorular soruyor. 12 kişilik küçük bir sınıfız. Arkadaşlardan biri kendi payına düşen bölümü okurken, müdür birden atılıyor, o anda farkettiği bir tehlikeyi önlemek istercesine haykırıyor: “Bırak! Orasını okuma, atla!... Öbür sayfaya geç!”... Telaşlı hali gözümün önünde, yüzü kızarmış, kekelemeye başlamıştı. “Orasını bırak! Öbür sayfaya geç, öbür sayfaya!” Arkadaş, onun dediğini yapıyor, öbür sayfaya geçip oradan devam ediyor. Ama biz, önümüzdeki açık kitaptan Yunanlı öğretmenin sesle okunmasına müsaade etmediği yeri gözlerimizle çoktan okumuştuk, zaten daha önce de okumuş, daha sonra da okuyacaktık. Mora’da ihtilali başlatan çeşitli silahlı grupların liderleri bir araya gelip, dünyada bir tek Türk kalmayıncaya kadar mücadele edecekleri konusunda andiçtiklerini yazıyordu lise tarih kitabında. Küçücük bir sınıfta 12 öğrenci, o anda ne hissettiğimizi anımsamıyorum, ama herhalde kıyım sırasının bize ne zaman geleceği gibi bir soru geçmiş olmalı içimizden ve Türk olarak şimdiye kadar nasıl kurtulduğumuz. 17-18 yaşın bilgisizliği ve deneyimsizliği içinde böyle bir sözü 150 yıl önceki isyan koşullarında bir aşırılık olarak değerlendirip geçemezdik, ne de onu tarih ders kitaplarına koymaya ne gerek var diye sorgulayabilirdik. Bunu Yunanlı tarih öğretmenimiz bile yapmadı, karşımızda o kadar çok utanmıştı. Türk Azınlık lisesi yerine bir devlet lisesinde ders vermiş olsaydı, belki daha az utanacaktı, ama yine utanacaktı, ve sanırım aynı bölümün okunmasına yine müsaade etmeyecekti veya onu yukarıdaki gibi yorumlamaya alacaktı, hiç olmazsa ben öyle ümit ediyorum.
***
İlkokul 6. sınıflar için geçen yıl hazırlanan yeni tarih kitabının yol açtığı yankıları aylardır ben de izliyorum. Kitabın konusu Yunan İhtilali ve sonrası, Yunan ordusunun Anadolu harekâtı, Küçük Asya bozgunu vs.
Henüz elime geçirip okuyamadım, ama kınama ve yergilere hedef olan noktaları biliyorum. Özetle, kitabın, Yunan millî değerlerini ve kahramanlıklarını örtbas ettiği, Yunan ulusunun bölünmez devamlılığına inanmadığı, globalleşme ilkelerini savunduğu, ulusal bilinci körelttiği, kilisenin rolünü küçümsediği, Osmanlı dönemini ve genel olarak Türkleri güzelsediği iddia ediliyor. Bu kabul edilmez revizyonun altında ABD ve AB’nin etkisinin bulunduğu söyleniyor. Putin’in Rusya’sı ise bu iki bozguncu güç karşısında bir umut. Tavır koymayan kalmadı, her kafadan bir ses, ve sesler hep kitabın aleyhinde. Eğitim camiasından tutun da, siyasetçilerine, Sağ’ından Sol’una, Komünist Partisi’ne, mediasına, Atina Alademisi’ne, başpiskoposundan öbür papazlarına, ve Yunan nazi örgütüne kadar. Ve yurttaşlar, ve kamuoyu. Yani tam bir millî birlik, çoktandır böylesi başka hiçbir millî davada sağlanamamıştı. “Kitap okullardan çekilsin!” Bir kez daha tempoyu belirleyen nazi örgütü Altın Şafak, 24 Mart günü Atina’da oynanan Yunanistan-Türkiye futbol maçında olduğu gibi. Altınşafakçılar iki kez halk önünde tarih kitabını yakma etkinliği düzenlediler. Bazı öğretmenler bu kitabı okulda okutmayacaklarını ilan ettiler, bazı anababalar da çocuklarının tarih dersinden muaf tutulmasını talep ettiler.
Bu koşullarda tarih kitabını savunmaya cüret edenleri beklemeyin tabiî. Birkaç kişi, kitapta, çağdışı milliyetçi tezlerin yumuşatıldığını, gerçekdışı bazı millî efsanelere yer verilmediğini, tarihî olayların daha soğukkanlı bir anlayışla ele alındığını, Türklerin yalnızca olumsuz duygu ve önyargı yüklü tanımından kaçınıldığını, kısaca daha akılcı bir tavır izlendiğini ve başkaca bir yenilik getirilmediğini, o halde çıkarılan gürültünün yersiz olduğunu söyleyecek oldu. Ama büyük çoğunluğun dile getirdiği talepleri şimdi eski tarih kitaplarında öğretilenlerden bile daha tutucu, daha milliyetçi, daha “hellenosantrik”, daha dar anlayışlı. Dolayısıyla “Türkün en iyi tanıtımı, onu en kötü gösterenidir”. Bu ilkeye sadık kalınmadığı iddia ediliyor, 1919 Anadolu seferi ve 1922 Küçük Asya bozgunu anlatılırken Mustafa Kemal konusunda bile, onun icraatından bile tarafsız bir dille söz ediliyormuş kitapta. Daha keskin bir ilke var, “En iyi Türk, asılmış olan Türktür”, ama bu pek marjinal düşüyor ve yaygın değil.
Kitabın yazarlar kurulu başkanı bayan Lepusi, bir kez çıktığı televizyon kanallarında, verilen tepkileri milliyetçi lobi’ye bağladı. Ama olay onun hesabına ne yazık ki bir lobi sınırlarıyla kısıtlı değil, çok daha genel ve yaygın. Yeri gelmişken ona da işaret edelim, bayan Lepusi, iyi tanıdığımız Frangudaki’nin grubundan.
Eğitim Bakanı bayan Yannaku, aşkolsun, direnmeye çalışıyor: “Kitap geri çekilmeyecek. Yanlışlıklar varsa düzeltilecek, eksiklikler varsa tamamlanacak.” Kitabın düzeltilmiş şekliyle şimdiki ilk şeklini karşılaştırmak, kuşkusuz çok ilginç olacak. Eğitim Bakan Yardımcısı ise kitabın eğitimden tamamen çekilebileceğini söylüyor.
Birkaç gün önce bir gazetede okuduğum makalenin yazarı, adını anımsamıyorum şimdi, tarih kitabını didik didik etmiş ve bu yenisinin gerçekte eskisi kadar “millî” olduğunu iddia ediyordu. Bu kitapta da tarihî gerçekler yerine göre örtbas edilerek veya tahrif edilerek uydurulmuş millî-milliyetçi efsanelerin nasıl devam ettirildiğini birer birer kanıtlıyordu. Bunlardan bir tanesi, örneğin, Rum milletinin Osmanlı devletiyle olan ilişkisi, bir tabiiyet ilişkisi miydi, yoksa bir esaret ilişkisi mi sorusuna milliyetçi tarihçiliğin verdiği yanıtı ve yargıyı yeni kitabın aynen benimsediğini söylüyordu. Esaret diyebilmek için, öyle olmadığını gösteren bütün kanıtları gözardı etmek ve öyle olduğunu gösteren aslı olmayan savlar uydurmak ve olumsuzlukları abartmak gerekiyordu. Yeni kitap, makalenin yazarına göre daha çağdaş bir dille yazılmış, o kadar, yoksa eskisinden temelde pek bir farkı yok. Ama milliyetçi lobi’nin buna bile tahammülü yok.
***
İlkokul 6. sınıflar için hazırlanan yeni tarih kitabını kınayanlar arasında eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Yannis Kapsis te var. Hiç olmaz mı? Kapsis, kitabın kendisiyle yetinmiyor, biraz daha ileri gidip insanların da kurban edilmesini istiyor. “Kitabın çekilmesi ne demek? Yazarlarının çekilmesi gerek!”, böyle diyordu.
Yannis Kapsis ki, dışişlerindeyken Azınlıktan sorumluydu, genel olarak onun tarihle özel bir ilişkisi vardır. Ona göre, siyasî veya millî bir amaca hizmet etmek için, kişisel bir amaç ta olabilir bu, olaylar ve gerçekler uygun bir biçimde yontulabilir ve yeniden biçimlendirilebilir. Sonunda ortaya büyük bir yalan çıkabilir, ama yok zararı. Onun geçen yıl yayımlanan anılarını anlattığı kitabını okuyanlar, hele bizim Azınlıkla ilgili yazdıklarından, yukarıdaki saptamanın orada nasıl tezahür ettiğini görmüşlerdir.
Kapsis’in dışişlerindeyken anılarını anlattığı “Zeybek oyunundan koka kola’ya, GÜNEŞİN DOĞMASI İÇİN BATMASI GEREK” başlıklı kitabını eleştirmek hep aklımda, fırsatını bulup yapamadım. Orada Azınlıkla ilgili büyükçe bir bölüm var, olayları ve gerçekleri sapıtma çabasının hangi boyutlara vardığını görünce insan kızmayı unutup gülmeye başlıyor. Önce, örneğin, dışişlerindeyken Azınlıktan, dolayısıyla kendi dönemindeki Azınlığın anacığını ağlatan ayrım, baskı ve yönetsel önlemlerden, sorumlu olduğunu reddediyor, Mısır’daki sağır sultanın da duyduğu ve bildiği bu gerçeği. Azınlıktan dışişlerinin yetkili kılınmasındaki büyük tersliği ve yersizliği ve bu halin yol açabileceği eleştirileri farkedecek kadar zeki, onun için. Sonra, anlattıklarından, bu reddettiği olayı dolaylı bir biçimde ama açıkça kabul etmek zorunda kalıyor. Örneğin, o dönemimin Sol Koalisyon partisi milletvekili Damanaki, azınlık konularında hep Kapsis’e başvuruyor, bunları kendi anlatıyor. Bu çelişki bir şey değil, kendini aklamak için söylediği kuyruklu yalanlar ve inanılmaz tahrifler, ve bir yerden sonra kızmayı bırakıp gülmeye başlıyorsun. En kısa zamanda bunları anlatacağıma söz veriyorum.
Benim bugün Kapsis’le ilgili anlatmak istediğim bir başka tarih olayı var. Bir Alman gazeteciden dinlemiştim, Martin Kap, Yunanistan’a yerleşmiş, sonra gazeteciliği bırakmış, kendisiyle tanıştığımda ticaret ateşesiydi. Alman televizyonunun muhabiri olarak Yunanistan’a geldiğinde Dışişleri Bakanlığına sık sık sık girip çıkmaktadır, Yannis Kapsis te Bakan Yardımcısıdır. Kap, olayın görgü tanığı.
Dışişleri, Pontus’la ilgili bir broşür hazırlayacaktır, gözetimcisi de Kapsis. Broşür hazırlanır, içinde bir de Karadeniz haritası vardır, orada 1924 mübadele öncesi yaşayan halklara yer verilmiştir. Şu kadar Rum, şu kadar Müslüman Türk, şu kadar Laz, Ermeni, Kürt. Kapsis, yayımından önce broşürü incelemeye koyulur ve gözü Laz sözcüğüne takılır. “Bu da ne?” diye sorar. Çünkü Laz sözcüğünün Yunanistan’da halk arasında Pontuslu Rumlarla alay etmek, onları küçümsemek için kullanıldığını bilmektedir. Bu hakaret sözcüğünün resmî bir yayında yer almasına müsaade edemez. Broşürün yazarları izah ederler, ama Kapsis anlamak istemez. “Çıkarın şu Lazları!” diye emir verir ve ilgili broşür Karadeniz bölgesinde Laz varlığına yer vermeden yayımlanır. “Böylece” diyordu Alman gazeteci, “Yannis Kapsis, bir kalemde koskoca bir halkı tarihten silmiş oldu”. Ve anlatırken gülmekten kırılıyordu.
Azınlıkça
Sayı 28
Mart 2007
Sayı 28
Mart 2007
DENGE
İbram Onsunoğlu
Celal Bayar Lisesi’nin 3. sınıfında olmalıyız, yanılmıyorsam, o halde yıllar da 1966. Tarih dersine okul müdürü Hristos Dukas geliyor ve konumuz 1821 Yunan İhtilali. Müdür Dukas, o gün yine tarih kitaplarımızı açtırıp hepimize sırayla birer ikişer paragaraf okutuyor, diğerleri okunanları hem dinliyor hem de önümüzdeki kitaptan izliyoruz. Onun da elinde bir kitap, gerekli gördüğü yerde açıklamalar ve yorumlar yapıyor ve bize sorular soruyor. 12 kişilik küçük bir sınıfız. Arkadaşlardan biri kendi payına düşen bölümü okurken, müdür birden atılıyor, o anda farkettiği bir tehlikeyi önlemek istercesine haykırıyor: “Bırak! Orasını okuma, atla!... Öbür sayfaya geç!”... Telaşlı hali gözümün önünde, yüzü kızarmış, kekelemeye başlamıştı. “Orasını bırak! Öbür sayfaya geç, öbür sayfaya!” Arkadaş, onun dediğini yapıyor, öbür sayfaya geçip oradan devam ediyor. Ama biz, önümüzdeki açık kitaptan Yunanlı öğretmenin sesle okunmasına müsaade etmediği yeri gözlerimizle çoktan okumuştuk, zaten daha önce de okumuş, daha sonra da okuyacaktık. Mora’da ihtilali başlatan çeşitli silahlı grupların liderleri bir araya gelip, dünyada bir tek Türk kalmayıncaya kadar mücadele edecekleri konusunda andiçtiklerini yazıyordu lise tarih kitabında. Küçücük bir sınıfta 12 öğrenci, o anda ne hissettiğimizi anımsamıyorum, ama herhalde kıyım sırasının bize ne zaman geleceği gibi bir soru geçmiş olmalı içimizden ve Türk olarak şimdiye kadar nasıl kurtulduğumuz. 17-18 yaşın bilgisizliği ve deneyimsizliği içinde böyle bir sözü 150 yıl önceki isyan koşullarında bir aşırılık olarak değerlendirip geçemezdik, ne de onu tarih ders kitaplarına koymaya ne gerek var diye sorgulayabilirdik. Bunu Yunanlı tarih öğretmenimiz bile yapmadı, karşımızda o kadar çok utanmıştı. Türk Azınlık lisesi yerine bir devlet lisesinde ders vermiş olsaydı, belki daha az utanacaktı, ama yine utanacaktı, ve sanırım aynı bölümün okunmasına yine müsaade etmeyecekti veya onu yukarıdaki gibi yorumlamaya alacaktı, hiç olmazsa ben öyle ümit ediyorum.
***
İlkokul 6. sınıflar için geçen yıl hazırlanan yeni tarih kitabının yol açtığı yankıları aylardır ben de izliyorum. Kitabın konusu Yunan İhtilali ve sonrası, Yunan ordusunun Anadolu harekâtı, Küçük Asya bozgunu vs.
Henüz elime geçirip okuyamadım, ama kınama ve yergilere hedef olan noktaları biliyorum. Özetle, kitabın, Yunan millî değerlerini ve kahramanlıklarını örtbas ettiği, Yunan ulusunun bölünmez devamlılığına inanmadığı, globalleşme ilkelerini savunduğu, ulusal bilinci körelttiği, kilisenin rolünü küçümsediği, Osmanlı dönemini ve genel olarak Türkleri güzelsediği iddia ediliyor. Bu kabul edilmez revizyonun altında ABD ve AB’nin etkisinin bulunduğu söyleniyor. Putin’in Rusya’sı ise bu iki bozguncu güç karşısında bir umut. Tavır koymayan kalmadı, her kafadan bir ses, ve sesler hep kitabın aleyhinde. Eğitim camiasından tutun da, siyasetçilerine, Sağ’ından Sol’una, Komünist Partisi’ne, mediasına, Atina Alademisi’ne, başpiskoposundan öbür papazlarına, ve Yunan nazi örgütüne kadar. Ve yurttaşlar, ve kamuoyu. Yani tam bir millî birlik, çoktandır böylesi başka hiçbir millî davada sağlanamamıştı. “Kitap okullardan çekilsin!” Bir kez daha tempoyu belirleyen nazi örgütü Altın Şafak, 24 Mart günü Atina’da oynanan Yunanistan-Türkiye futbol maçında olduğu gibi. Altınşafakçılar iki kez halk önünde tarih kitabını yakma etkinliği düzenlediler. Bazı öğretmenler bu kitabı okulda okutmayacaklarını ilan ettiler, bazı anababalar da çocuklarının tarih dersinden muaf tutulmasını talep ettiler.
Bu koşullarda tarih kitabını savunmaya cüret edenleri beklemeyin tabiî. Birkaç kişi, kitapta, çağdışı milliyetçi tezlerin yumuşatıldığını, gerçekdışı bazı millî efsanelere yer verilmediğini, tarihî olayların daha soğukkanlı bir anlayışla ele alındığını, Türklerin yalnızca olumsuz duygu ve önyargı yüklü tanımından kaçınıldığını, kısaca daha akılcı bir tavır izlendiğini ve başkaca bir yenilik getirilmediğini, o halde çıkarılan gürültünün yersiz olduğunu söyleyecek oldu. Ama büyük çoğunluğun dile getirdiği talepleri şimdi eski tarih kitaplarında öğretilenlerden bile daha tutucu, daha milliyetçi, daha “hellenosantrik”, daha dar anlayışlı. Dolayısıyla “Türkün en iyi tanıtımı, onu en kötü gösterenidir”. Bu ilkeye sadık kalınmadığı iddia ediliyor, 1919 Anadolu seferi ve 1922 Küçük Asya bozgunu anlatılırken Mustafa Kemal konusunda bile, onun icraatından bile tarafsız bir dille söz ediliyormuş kitapta. Daha keskin bir ilke var, “En iyi Türk, asılmış olan Türktür”, ama bu pek marjinal düşüyor ve yaygın değil.
Kitabın yazarlar kurulu başkanı bayan Lepusi, bir kez çıktığı televizyon kanallarında, verilen tepkileri milliyetçi lobi’ye bağladı. Ama olay onun hesabına ne yazık ki bir lobi sınırlarıyla kısıtlı değil, çok daha genel ve yaygın. Yeri gelmişken ona da işaret edelim, bayan Lepusi, iyi tanıdığımız Frangudaki’nin grubundan.
Eğitim Bakanı bayan Yannaku, aşkolsun, direnmeye çalışıyor: “Kitap geri çekilmeyecek. Yanlışlıklar varsa düzeltilecek, eksiklikler varsa tamamlanacak.” Kitabın düzeltilmiş şekliyle şimdiki ilk şeklini karşılaştırmak, kuşkusuz çok ilginç olacak. Eğitim Bakan Yardımcısı ise kitabın eğitimden tamamen çekilebileceğini söylüyor.
Birkaç gün önce bir gazetede okuduğum makalenin yazarı, adını anımsamıyorum şimdi, tarih kitabını didik didik etmiş ve bu yenisinin gerçekte eskisi kadar “millî” olduğunu iddia ediyordu. Bu kitapta da tarihî gerçekler yerine göre örtbas edilerek veya tahrif edilerek uydurulmuş millî-milliyetçi efsanelerin nasıl devam ettirildiğini birer birer kanıtlıyordu. Bunlardan bir tanesi, örneğin, Rum milletinin Osmanlı devletiyle olan ilişkisi, bir tabiiyet ilişkisi miydi, yoksa bir esaret ilişkisi mi sorusuna milliyetçi tarihçiliğin verdiği yanıtı ve yargıyı yeni kitabın aynen benimsediğini söylüyordu. Esaret diyebilmek için, öyle olmadığını gösteren bütün kanıtları gözardı etmek ve öyle olduğunu gösteren aslı olmayan savlar uydurmak ve olumsuzlukları abartmak gerekiyordu. Yeni kitap, makalenin yazarına göre daha çağdaş bir dille yazılmış, o kadar, yoksa eskisinden temelde pek bir farkı yok. Ama milliyetçi lobi’nin buna bile tahammülü yok.
***
İlkokul 6. sınıflar için hazırlanan yeni tarih kitabını kınayanlar arasında eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Yannis Kapsis te var. Hiç olmaz mı? Kapsis, kitabın kendisiyle yetinmiyor, biraz daha ileri gidip insanların da kurban edilmesini istiyor. “Kitabın çekilmesi ne demek? Yazarlarının çekilmesi gerek!”, böyle diyordu.
Yannis Kapsis ki, dışişlerindeyken Azınlıktan sorumluydu, genel olarak onun tarihle özel bir ilişkisi vardır. Ona göre, siyasî veya millî bir amaca hizmet etmek için, kişisel bir amaç ta olabilir bu, olaylar ve gerçekler uygun bir biçimde yontulabilir ve yeniden biçimlendirilebilir. Sonunda ortaya büyük bir yalan çıkabilir, ama yok zararı. Onun geçen yıl yayımlanan anılarını anlattığı kitabını okuyanlar, hele bizim Azınlıkla ilgili yazdıklarından, yukarıdaki saptamanın orada nasıl tezahür ettiğini görmüşlerdir.
Kapsis’in dışişlerindeyken anılarını anlattığı “Zeybek oyunundan koka kola’ya, GÜNEŞİN DOĞMASI İÇİN BATMASI GEREK” başlıklı kitabını eleştirmek hep aklımda, fırsatını bulup yapamadım. Orada Azınlıkla ilgili büyükçe bir bölüm var, olayları ve gerçekleri sapıtma çabasının hangi boyutlara vardığını görünce insan kızmayı unutup gülmeye başlıyor. Önce, örneğin, dışişlerindeyken Azınlıktan, dolayısıyla kendi dönemindeki Azınlığın anacığını ağlatan ayrım, baskı ve yönetsel önlemlerden, sorumlu olduğunu reddediyor, Mısır’daki sağır sultanın da duyduğu ve bildiği bu gerçeği. Azınlıktan dışişlerinin yetkili kılınmasındaki büyük tersliği ve yersizliği ve bu halin yol açabileceği eleştirileri farkedecek kadar zeki, onun için. Sonra, anlattıklarından, bu reddettiği olayı dolaylı bir biçimde ama açıkça kabul etmek zorunda kalıyor. Örneğin, o dönemimin Sol Koalisyon partisi milletvekili Damanaki, azınlık konularında hep Kapsis’e başvuruyor, bunları kendi anlatıyor. Bu çelişki bir şey değil, kendini aklamak için söylediği kuyruklu yalanlar ve inanılmaz tahrifler, ve bir yerden sonra kızmayı bırakıp gülmeye başlıyorsun. En kısa zamanda bunları anlatacağıma söz veriyorum.
Benim bugün Kapsis’le ilgili anlatmak istediğim bir başka tarih olayı var. Bir Alman gazeteciden dinlemiştim, Martin Kap, Yunanistan’a yerleşmiş, sonra gazeteciliği bırakmış, kendisiyle tanıştığımda ticaret ateşesiydi. Alman televizyonunun muhabiri olarak Yunanistan’a geldiğinde Dışişleri Bakanlığına sık sık sık girip çıkmaktadır, Yannis Kapsis te Bakan Yardımcısıdır. Kap, olayın görgü tanığı.
Dışişleri, Pontus’la ilgili bir broşür hazırlayacaktır, gözetimcisi de Kapsis. Broşür hazırlanır, içinde bir de Karadeniz haritası vardır, orada 1924 mübadele öncesi yaşayan halklara yer verilmiştir. Şu kadar Rum, şu kadar Müslüman Türk, şu kadar Laz, Ermeni, Kürt. Kapsis, yayımından önce broşürü incelemeye koyulur ve gözü Laz sözcüğüne takılır. “Bu da ne?” diye sorar. Çünkü Laz sözcüğünün Yunanistan’da halk arasında Pontuslu Rumlarla alay etmek, onları küçümsemek için kullanıldığını bilmektedir. Bu hakaret sözcüğünün resmî bir yayında yer almasına müsaade edemez. Broşürün yazarları izah ederler, ama Kapsis anlamak istemez. “Çıkarın şu Lazları!” diye emir verir ve ilgili broşür Karadeniz bölgesinde Laz varlığına yer vermeden yayımlanır. “Böylece” diyordu Alman gazeteci, “Yannis Kapsis, bir kalemde koskoca bir halkı tarihten silmiş oldu”. Ve anlatırken gülmekten kırılıyordu.
Azınlıkça
Sayı 28
Mart 2007
0 yorum:
Yorum Gönder