AZINLIKÇA
Mart 2007
Sayı 28
KUBBEALTI
Hakan Mümin
Yaşam ve biz… Her geçen gün bir yere doğru koşuyoruz koşmasına da, nereye?.. Rotasını kaybetmiş bir yelkenli gibi açık denizde kendimizi öylesine bırakmış, gidiyoruz işte. Rüzgar mı sürüklüyor bizi, yoksa dalga mı; o da bilinmiyor. Günümüzü gün ediyoruz, kısacası. Bu günü de hatasız belasız geçirdik ya, şükürler olsun diyoruz. Yarın?.. Hele bir gün doğsun da bakarız, deyip kandırıyoruz kendi kendimizi. Kadere kucak açarak, geleceğimizin rotasını belirlemeye çalışıyoruz. “Gelecek”, ne hoş geliyor kulağa, değil mi?.. Eeh!.. Bizler böyle her şeyi kadere bırakırsak, inanın ki, o gelecek hiçbir zaman gelmeyecek.
Hayatımıza yön verecek şekilde her insan kendi hedefini belirlemeli, gelecekle ilgili bir şeyleri olmalı, özellikle de genç kardeşlerimizin. Birçok genç kardeşimiz lise son sınıfa gelmiş, üniversite sınavlarına katılacak ve “Ne olmak istiyorsun?” diye onlara soruyoruz,. Aldığımız cevap ne, biliyor musunuz? “Daha karar vermedim.” ya da “Bilmiyorum, düşünüyorum.” Olacak iş değil, bir-iki ay sonra bu genç kardeşlerimiz üniversite kapılarını zorlayacaklar ve hala kararsızlar, düşünüyorlar; neyi?.. Oysa şimdiye kadar düşünmüş olmanız gerekmiyor muydu? Bence geleceğinizi çoktan bir karara bağlamalıydınız. Küçükken size sorduklarında ne olacaksınız diye, hiç çekinmeden, doktor, pilot ya da polis olmak istediğinizi söylerdiniz. Ya bugün!.. Kafanız karışık. Belki de haklısınız. Okullarımızda rehber öğretmen yok. Geleceğiniz konusunda size yardımcı olacak uzman eğitimciler yok. Yönünüzü, rotanızı şaşırıyorsunuz. Teknoloji gün günden ilerliyor ve bunun paralelinde birçok yeni dallar ortaya çıkıyor. İnsanın aklı karışıyor.
Günümüzde üniversiteye girmek de çok kolay. En azından bizim öğrencilerimiz için… YÖS sınavında 40 puanlık barajı aştın mı yüzde doksan üniversitedesin. Tömer’den de sınava katılınca durum aynı; yine üniversitelisin. Üniversiteyi Yunanistan’da okumak istiyorsan, “özel kontenjan”dan yararlanacaksın ve yine üniversiteli olacaksın. Gençlerimiz çok şanslı. Beleşten üniversite. Ne güzel!.. Gençleri kıskanmamak elde değil. Onların adına seviniyorum. Ancak üzüldüğüm bir nokta var ki, bu genç arkadaşlarımızın bir çoğu kazandıkları üniversiteyi bitirmekte zorlanıyorlar ya da okumaktan vazgeçiyorlar. Niçin? Bunun sebebini araştırmalıyız. Mesele üniversiteye girmek değil, oradan diplomayla çıkmak. Her şeyin “beleş” olması geleceğimizin de “beleş” olacağı anlamına gelmez. Galiba gençlerimizin bu duruma düşmesinde bizim de (anne-baba, toplum, çevre vs.) payımız var. Onları hazıra alıştırıyoruz, sanki. Durum böyle olunca, “Ben niye düşüneyim, onlar benim için düşünsün!..” mantığıyla gençlerimiz her şeyi toplumdan ya da evdekilerden bekliyorlar. Sonuç olarak da üreten değil de, tüketen bir azınlık toplumu oluyoruz, kendi kendimizi cezalandırıyoruz.
Elde var olanları tüketmek her zaman çok kolay olmuştur. İşin zor tarafı üretmek. Tütün, buğday, pancar üretimi değil fikir üretmek esasen zor olan. Azınlığımızın yeni fikirlere, buluşlara ihtiyacı var. Ben kendimi bildim bileli hep aynı sıkıntılar içerisindeyiz; müftülük sorunu, vakıfların idaresi, eğitim vs. Değişen bu dünyada üretken bir toplum olmuş olsaydık, öyle zannediyorum ki söz konusu sıkıntılarımızdan, en azından eğitim konusunda ilerleme kat edebilirdik. Edemedik, çünkü bizim her işimize, kendi çıkarlarını düşünen üç beş “çapaçul” el atmış. Yıllardır aynı kişiler konuşuyor, aynı kişiler bir yerde toplanıyor… “Klika” aynı.
***
Gençlerimize sahip çıkmalıyız. Gençtir onlar, hata yapabilirler. Deneyimsizdirler, doğrudur. Ama bizler yine de onlara güvenmeliyiz. Çünkü onlar yaratıcıdırlar. Çağdaş dünyaya en yakın onlardır. Teknolojiyle iç içe olan yine onlardır. Gençlerimizi hiçe saymakla bir yere gidemeyeceğimizi artık bu “çapaçul”cular anlasınlar.
Genç kardeşlerimiz de bilmeliler ki, eğitimsiz kalmakla bir yere varılmaz. Ortaokul, lise, üniversite, artık bunlar demode oldu. Dünya gençliği yüksek lisans, doktora vs. yapıyor. Bir üniversite değil iki üniversite bitiriyor. Çok okumalıyız, çok çalışmalıyız. Böylece “çağdaş toplum” olabiliriz, ancak.
Günümüzde insanlar, diğer insanlarla iletişim kurabilmek için birden fazla dil öğreniyorlar. Bunu göz önünde bulunduracak olursak, bugün azınlık gençleri de çok dilli olmalıdır. Yani azınlık gençleri Türkçe’nin yanı sıra Yunan vatandaşı oldukları için ve de Yunanistan’da yaşadıkları için Yunanca’yı çok iyi derecede bilmeleri gerekmektedir. Ayrıca unutmayalım ki bizler Avrupa vatandaşıyız da; İngilizce de bilmemiz gerekiyor. Yani anlayacağınız geleceğimiz bu üç dile bağlı; Türkçe, Yunanca ve İngilizce. Ama bugüne kadar görülen o ki, azınlık insanı dil eğitimine gereken önemi vermemiş. Binlerce üniversite mezunu “aydın!”ımız var, çoğu tek dilli. İkinci ya da üçüncü bir dili öğrenmeyi hiç düşünmemiş insanlar bunlar…
Bugün üniversiteyi bitirmek bilim adamı olmak için yeterli değil. Bilim adamı ya da buna “aydın” olabilmek için, üniversiteden sonra yüksek lisans yapmak gerekir ve daha sonra doktora… Bizde kaç kişi yüksek lisans yapmış ya da yapıyor? Bir elin parmakları kadar az. Oysa her yıl üniversiteye yüzlerce öğrenci gönderiyoruz. Neden gençlerimiz üniversiteden sonra da eğitimlerini yüksek lisans yaparak sürdürmüyorlar? Sürdürmüyorlar, çünkü yabancı dilleri yok. Yüksek lisans yapabilmek için en azından İngilizce bilme şartı var. Bu bütün dünyada böyle.
21. yy.’da insanlar “dil kültürü”ne önem veriyorlar. Adeta dil öğrenme konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. “Bir lisan, bir insan” sözünü yaşamlarına katıyorlar. Gençlerimiz artık dünyaya farklı bakmalı, hayata bakış açıları ana babalarından farklı olmalı. Bir öyküyle yazıma son vermek istiyorum;
Sene başında Kültür Dershanesi’nde masamın başında oturuyordum ve bir Yunanlı bayan geldi, Türkçe kursları hakkında bilgi istiyordu. Tanışma faslından sonra, kendisine sordum; “Niçin bu kadar küçük yaşta kızınızın Türkçe öğrenmesini istiyorsunuz?” diye. Başladı bana anlatmaya… Mahallelerinde komşuları Ayşe varmış ve Ayşe’nin de Ebru adında bir kızı varmış. Ebru, Maria’ya (Maria bu bayanın kızı) “Kalimera”, “Ti kanis” vs. diyebiliyormuş. Ancak Maria Ebru’ya Türkçe konuşamıyormuş. Bu durum Maria’nın annesinde “dil ezikliği” ni yaratmış. Yani “Benim kızım niçin Türkçe konuşmasın?” sorusuna cevap arıyordu Maria’nın annesi. Bu yüzden Türkçe kursları hakkında bilgi istiyordu, benden. Bir ara duraksadı ve tekrar devam etti düşüncelerini anlatmaya… Düşünsene dedi, Maria İngilizce, Almanca, İtalyanca vs. öğrenecek. Ebru da bunları öğrenebilir. Hatta Ebru Yunanca’yı da (Maria’nın anadilini) öğrenecek. Ama Maria Türkçe bilmeyecek. Ebru Maria’dan önde olacak. “Kızımın Türkçe öğrenmesini istememin bir başka nedeni de bu!..” dedi. Ha!.. unutmadan söyleyeyim, Maria ilkokul üçüncü sınıf öğrencisiymiş.
Ne anlatmak istediğimi anlamışsınızdır umarım. Kalkınmak istiyorsak, üç dilli olmalıyız; Türkçe, Yunanca ve İngilizce.
AZINLIKÇA
Mart 2007
Sayı 28
KUBBEALTI
Hakan Mümin
Mart 2007
Sayı 28
KUBBEALTI
Hakan Mümin
Yaşam ve biz… Her geçen gün bir yere doğru koşuyoruz koşmasına da, nereye?.. Rotasını kaybetmiş bir yelkenli gibi açık denizde kendimizi öylesine bırakmış, gidiyoruz işte. Rüzgar mı sürüklüyor bizi, yoksa dalga mı; o da bilinmiyor. Günümüzü gün ediyoruz, kısacası. Bu günü de hatasız belasız geçirdik ya, şükürler olsun diyoruz. Yarın?.. Hele bir gün doğsun da bakarız, deyip kandırıyoruz kendi kendimizi. Kadere kucak açarak, geleceğimizin rotasını belirlemeye çalışıyoruz. “Gelecek”, ne hoş geliyor kulağa, değil mi?.. Eeh!.. Bizler böyle her şeyi kadere bırakırsak, inanın ki, o gelecek hiçbir zaman gelmeyecek.
Hayatımıza yön verecek şekilde her insan kendi hedefini belirlemeli, gelecekle ilgili bir şeyleri olmalı, özellikle de genç kardeşlerimizin. Birçok genç kardeşimiz lise son sınıfa gelmiş, üniversite sınavlarına katılacak ve “Ne olmak istiyorsun?” diye onlara soruyoruz,. Aldığımız cevap ne, biliyor musunuz? “Daha karar vermedim.” ya da “Bilmiyorum, düşünüyorum.” Olacak iş değil, bir-iki ay sonra bu genç kardeşlerimiz üniversite kapılarını zorlayacaklar ve hala kararsızlar, düşünüyorlar; neyi?.. Oysa şimdiye kadar düşünmüş olmanız gerekmiyor muydu? Bence geleceğinizi çoktan bir karara bağlamalıydınız. Küçükken size sorduklarında ne olacaksınız diye, hiç çekinmeden, doktor, pilot ya da polis olmak istediğinizi söylerdiniz. Ya bugün!.. Kafanız karışık. Belki de haklısınız. Okullarımızda rehber öğretmen yok. Geleceğiniz konusunda size yardımcı olacak uzman eğitimciler yok. Yönünüzü, rotanızı şaşırıyorsunuz. Teknoloji gün günden ilerliyor ve bunun paralelinde birçok yeni dallar ortaya çıkıyor. İnsanın aklı karışıyor.
Günümüzde üniversiteye girmek de çok kolay. En azından bizim öğrencilerimiz için… YÖS sınavında 40 puanlık barajı aştın mı yüzde doksan üniversitedesin. Tömer’den de sınava katılınca durum aynı; yine üniversitelisin. Üniversiteyi Yunanistan’da okumak istiyorsan, “özel kontenjan”dan yararlanacaksın ve yine üniversiteli olacaksın. Gençlerimiz çok şanslı. Beleşten üniversite. Ne güzel!.. Gençleri kıskanmamak elde değil. Onların adına seviniyorum. Ancak üzüldüğüm bir nokta var ki, bu genç arkadaşlarımızın bir çoğu kazandıkları üniversiteyi bitirmekte zorlanıyorlar ya da okumaktan vazgeçiyorlar. Niçin? Bunun sebebini araştırmalıyız. Mesele üniversiteye girmek değil, oradan diplomayla çıkmak. Her şeyin “beleş” olması geleceğimizin de “beleş” olacağı anlamına gelmez. Galiba gençlerimizin bu duruma düşmesinde bizim de (anne-baba, toplum, çevre vs.) payımız var. Onları hazıra alıştırıyoruz, sanki. Durum böyle olunca, “Ben niye düşüneyim, onlar benim için düşünsün!..” mantığıyla gençlerimiz her şeyi toplumdan ya da evdekilerden bekliyorlar. Sonuç olarak da üreten değil de, tüketen bir azınlık toplumu oluyoruz, kendi kendimizi cezalandırıyoruz.
Elde var olanları tüketmek her zaman çok kolay olmuştur. İşin zor tarafı üretmek. Tütün, buğday, pancar üretimi değil fikir üretmek esasen zor olan. Azınlığımızın yeni fikirlere, buluşlara ihtiyacı var. Ben kendimi bildim bileli hep aynı sıkıntılar içerisindeyiz; müftülük sorunu, vakıfların idaresi, eğitim vs. Değişen bu dünyada üretken bir toplum olmuş olsaydık, öyle zannediyorum ki söz konusu sıkıntılarımızdan, en azından eğitim konusunda ilerleme kat edebilirdik. Edemedik, çünkü bizim her işimize, kendi çıkarlarını düşünen üç beş “çapaçul” el atmış. Yıllardır aynı kişiler konuşuyor, aynı kişiler bir yerde toplanıyor… “Klika” aynı.
***
Gençlerimize sahip çıkmalıyız. Gençtir onlar, hata yapabilirler. Deneyimsizdirler, doğrudur. Ama bizler yine de onlara güvenmeliyiz. Çünkü onlar yaratıcıdırlar. Çağdaş dünyaya en yakın onlardır. Teknolojiyle iç içe olan yine onlardır. Gençlerimizi hiçe saymakla bir yere gidemeyeceğimizi artık bu “çapaçul”cular anlasınlar.
Genç kardeşlerimiz de bilmeliler ki, eğitimsiz kalmakla bir yere varılmaz. Ortaokul, lise, üniversite, artık bunlar demode oldu. Dünya gençliği yüksek lisans, doktora vs. yapıyor. Bir üniversite değil iki üniversite bitiriyor. Çok okumalıyız, çok çalışmalıyız. Böylece “çağdaş toplum” olabiliriz, ancak.
Günümüzde insanlar, diğer insanlarla iletişim kurabilmek için birden fazla dil öğreniyorlar. Bunu göz önünde bulunduracak olursak, bugün azınlık gençleri de çok dilli olmalıdır. Yani azınlık gençleri Türkçe’nin yanı sıra Yunan vatandaşı oldukları için ve de Yunanistan’da yaşadıkları için Yunanca’yı çok iyi derecede bilmeleri gerekmektedir. Ayrıca unutmayalım ki bizler Avrupa vatandaşıyız da; İngilizce de bilmemiz gerekiyor. Yani anlayacağınız geleceğimiz bu üç dile bağlı; Türkçe, Yunanca ve İngilizce. Ama bugüne kadar görülen o ki, azınlık insanı dil eğitimine gereken önemi vermemiş. Binlerce üniversite mezunu “aydın!”ımız var, çoğu tek dilli. İkinci ya da üçüncü bir dili öğrenmeyi hiç düşünmemiş insanlar bunlar…
Bugün üniversiteyi bitirmek bilim adamı olmak için yeterli değil. Bilim adamı ya da buna “aydın” olabilmek için, üniversiteden sonra yüksek lisans yapmak gerekir ve daha sonra doktora… Bizde kaç kişi yüksek lisans yapmış ya da yapıyor? Bir elin parmakları kadar az. Oysa her yıl üniversiteye yüzlerce öğrenci gönderiyoruz. Neden gençlerimiz üniversiteden sonra da eğitimlerini yüksek lisans yaparak sürdürmüyorlar? Sürdürmüyorlar, çünkü yabancı dilleri yok. Yüksek lisans yapabilmek için en azından İngilizce bilme şartı var. Bu bütün dünyada böyle.
21. yy.’da insanlar “dil kültürü”ne önem veriyorlar. Adeta dil öğrenme konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. “Bir lisan, bir insan” sözünü yaşamlarına katıyorlar. Gençlerimiz artık dünyaya farklı bakmalı, hayata bakış açıları ana babalarından farklı olmalı. Bir öyküyle yazıma son vermek istiyorum;
Sene başında Kültür Dershanesi’nde masamın başında oturuyordum ve bir Yunanlı bayan geldi, Türkçe kursları hakkında bilgi istiyordu. Tanışma faslından sonra, kendisine sordum; “Niçin bu kadar küçük yaşta kızınızın Türkçe öğrenmesini istiyorsunuz?” diye. Başladı bana anlatmaya… Mahallelerinde komşuları Ayşe varmış ve Ayşe’nin de Ebru adında bir kızı varmış. Ebru, Maria’ya (Maria bu bayanın kızı) “Kalimera”, “Ti kanis” vs. diyebiliyormuş. Ancak Maria Ebru’ya Türkçe konuşamıyormuş. Bu durum Maria’nın annesinde “dil ezikliği” ni yaratmış. Yani “Benim kızım niçin Türkçe konuşmasın?” sorusuna cevap arıyordu Maria’nın annesi. Bu yüzden Türkçe kursları hakkında bilgi istiyordu, benden. Bir ara duraksadı ve tekrar devam etti düşüncelerini anlatmaya… Düşünsene dedi, Maria İngilizce, Almanca, İtalyanca vs. öğrenecek. Ebru da bunları öğrenebilir. Hatta Ebru Yunanca’yı da (Maria’nın anadilini) öğrenecek. Ama Maria Türkçe bilmeyecek. Ebru Maria’dan önde olacak. “Kızımın Türkçe öğrenmesini istememin bir başka nedeni de bu!..” dedi. Ha!.. unutmadan söyleyeyim, Maria ilkokul üçüncü sınıf öğrencisiymiş.
Ne anlatmak istediğimi anlamışsınızdır umarım. Kalkınmak istiyorsak, üç dilli olmalıyız; Türkçe, Yunanca ve İngilizce.
AZINLIKÇA
Mart 2007
Sayı 28
KUBBEALTI
Hakan Mümin
0 yorum:
Yorum Gönder