Sahte eğitimciler


Azınlıkça
Sayı 27
Şubat 2007
Kubbealtı
Hakan Mümin

Yine eğitim…
Kanayan bir yaramız öyle ki, kanamaya da devam edeceğe benzer. “Neden bu yara kapanmıyor?” diye sorduğumuzda, azınlık ileri gelenleri, devletin bize karşı olumsuz tutumundan kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Kuşkusuz yaranın mikrobu bu. Devletin öteden beri uygulamış olduğu “eğitmeme” politikası üzerimizde gerçekten ağır bir yük. Bunu hepimiz biliyoruz ve kabul ediyoruz. Mesela geçmişe baktığımızda, Türkiye mezunu öğretmenlerin azınlık ilkokullarına “atanma yasağı”, atanmış olanların da birkaçının azledilmesi, öğretmenin baskı altında olması gibi sıkıntılar hep bizi tedirgin etmiştir. Dolayısıyla eğitimimizi olumsuz etkilemiştir. Ancak son yıllarda görülen o ki, bu sıkıntıların birkaçı geçmişte kaldı. Günümüzde, Yunanistan artık öğretmenlerimizi azletmiyor, aksine Rıza gibi adamlar ki, kendileri eğitimin “e”sinden anlamazlar, bir bakıyorsunuz kendi öğretmenlerini azlediyorlar. “Bakın, ben buyum!” dercesine, diğer öğretmenleri de tehdit ediyorlar. Burada işin anlamsız tarafı da bu zaten; tehdit. İşin bir başka boyutu da, bu tür adamları ciddiye alan insanlar da (aydınlar diyeceğim ama dilim el vermiyor) var. Hala anlam veremiyorum bu tür adamlara neden bu kadar değer verirler. Acaba bir tür çıkar ilişkisi mi?... “Al gülüm, ver gülüm”, bu mu?.. Eğitimimiz bu tür “geri kalmış” insanların elinde olduğu sürece, biz daha çok bekleriz bu yaramızın kapanmasını.
“Sahte eğitimciler” yalnız ve yalnız kendi çıkarlarını düşünürler, sizin çocuklarınızı değil. İki sene çalıştığım İskeçe Azınlık Ortaokulu ve Lisesi’nde, ne yazık ki üzülerek söylüyorum; herşey kişisel çıkar ve para, para, para... Sanki Napolyon aramızda.
Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nı okumuşsunuzdur ya da seyretmişsinizdir. Orada okulun sahibi var. Tek düşündüğü para. Bizim Rıza da öyle. Ancak burada gözümüzden kaçan bir şey var; Hababam Sınıfı’nda bir Mahmut Hoca var ki, tek düşündüğü öğrencileri. Ne yalan söyleyeyim, bizim ortaokul ve liselerimizde, Mahmut Hoca gibi müdürler yok, olmayacak da. “Mahmut Hocalar”da yürek var, ciğer var, heyecan var.
***
Okullarımızdaki eğitimin bu hale gelmesinde, bizim hiç mi suçumuz yok. Bana öyle geliyor ki, biz de suçluyuz. Ne zaman kendimizi eleştirdik? İleri gelenlerimiz, ileri geri konuşarak, öğretmenlerimize (gencine, yaşlısına) baskı kurarak, eğitim dünyamıza hakim olmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla saygı ve sevgi ortamı yerini kin ve nefrete bırakıyor. Belki, size basit gelebilir “sevgi” sözcüğü, ama unutmayın ki, bu sözcük “mistik” bir sözcüktür; içinde birçok güzelliği saklar, kötülüğün düşmanıdır o. Bilmeliyiz ki, sevginin olmadığı yerde, sorunlar vardır. Aile yaşantısında da bu böyledir.
Öğretmenine baskı uygularsan, oyunu sen kaybedersin. Çünkü öğretmenin kaybedeceği bir şey yoktur, o an. Sen daha önceden onun yüreğini, ciğerini, heyecanını almışsındır zaten. Bazı kişiler (kim olduklarını çok iyi biliyorlar) eğitim ve öğretmen konularında zihniyet değiştirmeli. Görüyorsunuz yıllardır aynı taktik ve sonuç ortada; elde var sıfır. Bir yerde yanlış yaptığınızı anlamalısınız. “Yanlış doğruyu getirir” derler, ancak siz yıllardır yanlışı doğru olarak algıladığınız için, yeni formüller, çağdaş fikirler üretmekte zorlanmaktasınız ya da kapasiteniz o kadar. Artık nerede yanlış yaptığınızı düşünmelisiniz. Bunu yalnız eğitimde değil, diğer alanlarda da görmelisiniz. Birbirimize baskı kurmakla, birbirimizin kuyusunu kazarak bir yere gidilemeyeceğini görüyorsunuz işte! Vazgeçin bu işten. İlk önce, olgun insanlar gibi davranmayı öğrenin.
Neyse… Biraz da çağdaş eğitim anlayışına değinelim.
Kuşku yok ki, hepimiz çocuklarımız en iyi biçimde yetişmesini arzu ediyoruz. Ancak onların en iyi biçimde yetişmesi için hedeflerin konulması gerektiğini de unutmamak lazım. Hedefler, şu doğrultuda olabilir; nasıl bir insan, nasıl bir toplum, nasıl bir dünya görüşü. Bu tür soruların yanıtlarını aramalıyız kısacası, çocuklarımızı büyütürken. Bilginin hızla çoğaldığı, yayıldığı ve tükendiği yüzyılımızda bilgiye ulaşmaya ve onu değerlendirmeye önem vermeliyiz. Günümüzde, okuma-yazma bilmemek yerine, bilgiye nasıl ulaşılacağını bilmemek artık cehalet sayılıyor.
21. yüzyılda ezberci eğitim, amaçsız eğitim, araştırmayan, sorgulamayan, yorumlamayan eğitim verilemez. Yeni bir yüz yıla girdiğimiz bu yıllardan itibaren artık hedefleri belli, yaptığı işi bilen, öğrendiğini sorgulayan, düşünen, yorumlayan, araştıran, bilgiye ulaşmayı bilen, öğrendiği bilgilerle yeni bilgiler üreten bireyler yetiştirmek çağdaş eğitimin asli görevidir. Günümüzde bilgiyi dikte ettiren değil, bilgiye ulaşma yollarını gösteren, takım çalışmasını ön plana çıkaran, öğrenci öğretmen etkileşimini üst düzeyde tutmaya özen gösteren, araştırmacı, yaratıcı ve öğrenci odaklı bir eğitim anlayısını oluşturmalıyız. Bu anlayış öğrencilerde akıl yoluyla, soru sormaktan çekinmeyen, düşleyen ve düşünen, çalışkan, üretken ve yaratıcı, toplumsal sorunlara duyarlı, özdeğerlerine saygılı, iletişim becerileri gelişmiş, aydın birey olma duygusunu uyandırır. Böylece yıllar sonra birey, aklın ve bilimin ışığı altında sahip olduğu değerlerin bilincinde olup, bu değerleri üretime yönelik kullanır. Ve neticesinde birey kültürünü yaşar ve yaşatır, toplumunun çıkarlarını korur, sonrası da güçlü bir toplum oluşturur.
Çağdaş eğitimde şu sözü de unutmamak gerek; “Bana söylersen unutabilirim, gösterirsen anımsayabilirim ama bana yaptırırsan öğrenirim.”
“Koca Kafa”lar değişirse, bir gün biz de böyle bir eğitim anlayışını yakalarız. İnşallah...

Azınlıkça
Sayı 27

Şubat 2007
Kubbealtı

Hakan Mümin

0 yorum: