Şaka Bir Yana


Azınlıkça
Sayı:25
Aralık 2006
DENGE
İbram Onsunoğlu

1995 yılının sonlarından beri, yani 10 yıldan uzun bir süredir, “Evros Azınlık Gençler Birliği” adlı bir derneğin daha çalışma müsaadesi yargısal sürüncemede imiş te bilmiyormuşuz. Bu yakınlarda basın son aşamada Yargıtay’ın olumsuz kesin kararını yayımlayınca olayı öğrenmiş olduk.
Buna göre, Yargıtay, yalnızca “azınlıksal” diye tanımlanan derneğin, adında mutlaka olması gereken Müslüman sıfatı bulunmadığı ve dolayısıyla olmaması gereken Türk sıfatına çağrışım yapıldığı, böylelikle karışıklık yaratacağı, kamu düzenini bozacağı ve Lozan’ı deleceği gerekçesiyle çalışmasına müsaade etmiyor.
Bu özet yorumu genişletebiliriz. Evet Azınlık, ama hangi Azınlık? Elbette bir tek Azınlık var, o da Müslüman Azınlık. O halde derneğin adında Müslümanlığa niye yer verilmiyor? İşte bu soruya yanıt ararken, gizlenmeye çalışılan gerçek yavaş yavaş bütün çıplaklığıyla açığa çıkıyor. Müslümanlıktan vaz mı geçildi, laiklik mi getirilmek isteniyor? Bir defa Yunanistan’da laiklik yok, Türkiye’ye özgü bir şey bu. Bu saptamanın altını ayrıca çizin. Derneğin laik adının altında bir bit yeniği olduğu daha baştan belli oluyor, gizlenen yasadışı bir niyet. Laiklik ve Türkiye ilişkisi, gördünüz mü? Ve hemen içinizdeki kuşku kanıtlı bir veriye dönüşüyor. Ardından şu soru geliyor: Acaba böylelikle Lozan delinerek sinsice Azınlığın Türklüğüne mi işaret edilmek isteniyor? Besbelli bu. Buna göre, derneğin adındaki belirsizlikle yaratılan karışıklık, Lozan’da öngörülen düzeni devirmeye yönelik bir çabadan başka bir şey değil. Ve amacın dinî Azınlığı millîleştirmek olduğu anlaşılıyor. Gizlenen yasadışı niyet işte burada. Yargı, bir azınlık derneğinin kuruluşunda, yalnızca açıkça ifade edilen amaçlardan başka, satıraralarında bulunanları, üstü örtülü olanları da, kafalardan ve gönüllerden geçen gizli düşünce ve niyetleri de araştırıp bulmak ve ona göre karar vermek zorundadır. Gerçi bunu yapmaya ve kanıtlamaya hiç gerek bile yok. Zira hangi azınlık bireyinin gönlünde yasalar ve kamu düzeni ihlal edilerek Türklük yaşatılmıyor ki. Dolayısıyla buradaki sorumluluk ve suçluluk, Evros Azınlık Gençler Birliği ile sınırlı kalmıyor, toplu olarak tüm Azınlığı kapsamına alıyor. Ama daha ileriye gitmeyelim. Özetle, Lozan Antlaşmasında Müslüman Azınlık vardır, Türk Azınlık yoktur, ne de tek başına tanımsız ve belirsiz başkaca “azınlık” vardır. Derneğin adındaki bu kasıtlı tanımsızlıkla ve yaratılan karışıklıkla gerçekte Azınlığın Türklüğüne gönderme yapılıyor. Bu tanımsızlık, Türklüğün Truva Atı gibi kullanılmak isteniyor ve kabul edilemez. Lozan’a göre Türk Azınlığı dememek yetmez, Müslümanlığının, Türk olmayan Müslümanlığının, ayrıca zikredilmesi ve vurgulanması şart. Adında ve tüzüğünün içeriğinde bu şartı yerine getirmeyen azınlık derneklerinin çalışmasına müsaade edilemez.
Yargıtay bu yorumlarıyla Azınlığın ruhundan geçenlere sanki ayna oluyor. Bu amaçla bilinçaltında yatan gerçeğe ulaşmak için katı hukuk çerçevesiyle sınırlı kalmayıp psikanalitik tahlile başvuruyor. Buna göre hepimizin bilinçaltında, “anamıza” kavuşmak için, aramızda bir engel olan “babayı” öldürmek gibi bir niyet yatıyor. Bunu fark eden “baba” da, hart diye bizi “hadım” ederek cezalandırıyor.
Yargıtayın kararını okuduktan sonra duyduğunuz o ağrı, apışaranıza doğru yansıyıp ta iki elinizle birden ilgili bölgeyi avuçlamanıza neden olan o sancı, işte bu yüzden.
İşin şakası bir yana, son Yargıtay kararıyla bazı gerçekler bir kez daha doğrulanıyor:
Yönetim, Azınlığın dernekleşmesini istemiyor ve dernekleşmesini engellemek için elinden geleni yapıyor. Bağımsız yargı, bu siyasî iradeye kendini uydurmak zorunda hissediyor. “Minareyi çalan kılıfını hazırlarmış”. 10 yıl sürüncemede tutulan yargı kararı bu gerçeğin bir başka kanıtı. Bütün bunların Avrupa Birliği’ndeki “kazanılmışlığa” (ευρωπαϊκό κεκτημένο) ters düştüğüne işaret etmeye gerek yok. “Atina’da yargıçlar yoksa, Brüksel’dekileri bulmaya gideceğiz.”
Evros derneğinin talihsizliği, Evroslu oluşundan. Millî temizlikçi anlayış, o bölgenin işini bitirdiğine inanmışken, şimdi ilk kez bir dernek açma girişimini kabul edilmez bir tahrik olarak algılıyor. Aynı adlı bir dernek için Gümülcine veya İskeçe’de başvuru yapılmış olsaydı, büyük bir olasılıkla böyle bir engelle karşılaşılmazdı.
Azınlıkta dinî veya etnik sıfat ikilemi, tamamen yapay bir ikilem ve sahte. Yoksa Türk etnik sıfatı menedilmek üzere, Azınlıkta başka etnik sıfatların kullanımı ve bu adlarla dernek kurulması serbest, hatta Yönetimce buna prim veriliyor, tabiî kendi denetimi altında olmak şartıyla. Hedef, Türk kimliği ve Türk kimliğini baltalamak. Oldum olası hep aynı saplantı. 25 yıllık AB üyeliğinin özgürlükçü katkısı aranıyor.
Şimdi, Yunan Yargıtayının aynı mantığı izlenecek olursa, ekümenik sıfatını kullanan Patrikhanenin de kapatılması gerek.

***
Uluslararası bir basın kuruluşu olan SEEMO’nun bu yılki gazetecilik ödülüne layık görülen Abdulhalim Dede, hem kendisi hem de Türk Azınlığı için bir iftihar konusu olan bu büyük başarısını gazetesi Trakya’nın Sesi’nde sergilemekten geri durmuyor.
Çekemeyenler çatlasın! Besbelli onları çatlatmak için olayı üç haftadır kasten gündemde tutuyor.
Ancak çekemeyenlerin bir tesellisi var: Azınlık gazetelerinden bir tek onun gazetesi ve gazetecilerden bir tek o, Edirne’de gerçekleştirilen “Balkanlar’daki Türk Gazetecilerinin 1. Buluşması” etkinliğine çağrılmadı. (Gerçi daha da karıştıracak olursak, birkaç kişinin daha çağrılmayıp dışlandığını saptayacağız.)
Geri kalanı fasa fiso. Oradan öte Abdulhalim Dede ne yapsa, ağzıyla kuş tutsa, makbul değil. Adama sorarlar: Edirne’deki toplantıya sen davetli miydin? Davet edilmemişssen, bırak, hiç kıvırma, gazeteci olarak senin esamen okunmuyor demektir. SEEMO ödülünü değil, Nobel edebiyat ödülünü alsan ve Orhan Pamuk olsan, aynı eder. Aldığın o ödül de burnundan gelecek.
Buna göre çatlama sırası şimdi Dede’de.
İşin şakası bir yana, bu dışlanma olayı ve daha birkaç başkası, Türkiye’de Azınlık konusunda iflas etmiş bir anlayışın, derindevletçi anlayışın, hâlâ egemen olduğunu veya yeniden hortlatıldığını gösteriyor.

***
Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bir yasayı daha, sonra bir kararnameyi daha veto etmiş, Türk kanallarından dinliyoruz.
Sezer’in görevi süresince imza etmeyip geri gönderdiği yasa ve kararnamelerin hesabını tutanlar vardır herhalde, çok büyük bir sayı olmalı. Dünyanın bir başka Cumhuriyetinde böylesine rastlamak mümkün değil. Yunanistan’da veto hakkını kullanmaya kalkan son Cumhurbaşkanı, o da bir kez, Sarcetakis idi ve kıyametler kopmuştu. Türkiye’de ise artık pek önemsenmeyen alışılagelmiş bir olay. Sorumsuz Cumhurbaşkanı, sorumlu Hükümetin icraatını vira veto edip duruyor, rekorlar kırarak.
Buna göre Türkiye Cumhurbaşkanı Sezer’in veto rekortmeni olarak Guinness Rekorlar Kitabında yer alması beklenmelidir. Sergilediği performans gereğince buna hak kazanmış görünüyor. Dünyada bir başka Cumhurbaşkanının ona rakip çıkması mümkün değil.
İşin şakası bir yana, bu veto konusu, Türkiye Cumhuriyetinin işlerliğinde ciddi bir pürüz halini alıyor. Hükümet erkinin denetleyicisi olarak Cumhurbaşkanlığı erki, son çare buna veto yetkisi de dahil, Anayasada rejimin dengeleyici öğesi olarak öngörülmüştür. Sezer’in görülmemiş sıklıkta kullandığı veto yetkisi, rejimi dengeleyicilik yerine çalkalayıcılık ve karıştırıcılık işini görüyor. Türkiye’de en büyük muhalefet partisi Cumhurbaşkanlığı. Oysa parlamenter rejimlerde muhalefetin yeri Cumhurbaşkanlığı koltuğunda değil, Meclis sandalyelerindedir. Görevi birkaç ay sonra sona eren Sezer’in CHP’den siyasete soyunacağı söylentileri çıktı. CHP saflarından yapılacak muhalefet, eşyanın tabiatına uygun muhalefet işte bu. Yoksa sorumsuz bir konumdan, Cumhurbaşkanlığı koltuğundan, yapılanı, rejimde çalkantılara yol açıyor.

***
Makedonca “Alfabe” kitabının tanıtımı, “ABECEDAR”, Atina’dan sonra, 13 Kasım günü bir de Selanik’te yapıldı, İşçi Sendikaları binasının(Εργατική Εστία) salonunda. Etkinliğe konuşmacı olarak ben de davetliydim.
Yunan nazilerini barındıran “Altın Şafak” örgütü, etkinlik aleyhinde açıklama çıkarmış ve tehditler savuruyormuş. Akşamleyin polis bölgedeki yolları tutmuş, arabaların geçmesine izin vermiyordu. Binaya yaklaştığımda, orada toplanmış elllerinde bayrak sopaları tutan kalabalığı, 30-40 kişi, alaca karanlıkta altınşafakçılar sandım. Meğerse onlar, “erkkarşıtı kesimden”, anarşistler böyle adlandırılıyor, bir grup imiş ve etkinliği korumak üzere orada bulunuyorlarmış, rahatladım tabiî. Az ileride toplanan altınşafakçılar grubunun ise sendika binasına yürümesine polis müsaade etmemiş. Böylece muhtemel olaylar ve çatışma engellenmiş oldu. Ama toplantı açık ve dinleyicilerin arasına birçok aşırı sağcı ve Laos partisi taraftarı sızmış. Hazırlıklı gelmişler, etkinliğin uzun süren tartışma bölümünde sorun çıkardılar ve karışıklığa yol açtılar.
Konferansı Georgios Nakracas yönetiyor. Kürsüde yerini alan konuşmacılar 7 kişi, erkkarşıtı kesimden, yeşillerden, Sol’un değişik takımlarından. Nakracas birer birer onları tanıtıyor. Sıra bana geliyor:
-İ.O., Batı Trakya Türk Azınlığı üyesi. Bakınız, Türk Azınlık diyorum, çünkü bu topluma Yönetim Müslüman Azınlık demekte ısrar ediyor, ancak biz, onlara gerçekte oldukları gibi ve kendi istedikleri gibi Türk diyoruz...
Nakracas Türk Türk diyerek uzatıyor, biraz sıkılıyorum.
Tanıtma faslı bittikten sonra konuşmacılar birer birer sunumlarını yapmaya başlıyorlar. Kitaptan bahseden pek yok, azınlık sorunları, Yunan milliyetçiliği, azınlıkların başına gelenler anlatılıyor. Nakracas sıranın bana geldiğini anımsatıyor:
-Şimdi de Türk Azınlık üyesi O.’yu konuşmasını yapmaya davet ediyorum. Bakınız, Türk Azınlık diyorum, zira Azınlığın Türk olan etnik kimliğine saygı göstermek zorundayız. İnsan hakları bunu gerektirmektedir, Avrupa Birliği değerleri bunu gerektirmektedir, ülkemiz bu değerlere artık saygı göstermelidir, Azınlığı etnik Türk sıfatıyla tanımalıdır. İ.O. da bir Türk olarak...
Nakracas yine uzatmaya devam ediyor, Türk Türk diye yineleyerek. Dinleyicilerden biri atılıyor:
-Yahu bırak adamı, kendini kendi tanımlasın!
Sözü alıyorum:
-Öyle ya be Yorgo! Bırak kendimi ben tanımlayayım! Arkadaşlar, ben bir Osmanlıyım.
Salonda gülüşmeler.
-Ben bir Osmanlıyım, Osmanlı ve imparatorlukçu. Balkanlardaki son ortak payda...
Şaka bir yana...


Azınlıkça
Sayı:25
DENGE
İbram Onsunoğlu

0 yorum: