Kompleks(li) bir imaj


Azınlıkça
Sayı 37
Mayıs 2008

Samim Akgönül
akgonul@umb.u-strasbg.fr



Kompleks, Fransızca bir kelime. Birbirine bağlı iki anlamı var : karmaşık demek bir taraftan, bir taraftan da dış Dünya’ya karşı kendimizi algılamamızda hissettiğimiz, çoğunlukla olumsuz ‘karmaşık” duygular. Aşağılık kompleksi bunun en tanınmış örneği.
Algılama deyince işin içine imaj konusu giriyor. Bu da Fransızca, görüntü demek. Bir kaç senedir birçok ögrencim “Türkiye’nin imajı” konusunda Mastır ve Doktora tezleri yazmak istiyorlar. “Avrupa’da Türkiye’nin imajı” en popüler konuyken, Amerika’da Türkiye’nin imajı, Orta Asya’da Türkiye’nin imajı, Müslüman Dünya’da Türkiye’nin imajı da bol bol teklif edilen konular. Kendi imajı konusunda bu kadar korkulu, bu kadar şüpheci bir Ulus ancak inşâ sürecini bitirememiş, bazı etapları atlamış, kendine güvenini tamamen yitirmiş bir Ulus olabilir. Kaldı ki “dışarıdaki imajımız” konusunda bu kadar yazıp çizmek, “kol kırılır yen içinde kalır” felsefesinin bir göstergesi değil midir ? Yani asıl sorun, sorunların olması, bunların derinliği vahâmeti değil, ‘başkaları’ tarafından görülmesi. Onlar görmedikçe üzülecek, üzerinde düşünülecek, çözüm üretilecek birşey yok demektir.
Olay, komşunun ev hâlimizi görmesini istemememize indirgenebilir. ‘Ne derler?’ sendromu.
Son dönemlerde kamuoyunu meşgûl eden bütün olaylarda buna şahit olabiliriz. Gebze’de bir genç kızın vahşice tecavüze ugrayıp öldürülmesi başlı başına bir sorun değildir, bu tip olaylar Türkiye’nin her yerinde her hafta olmakta. Sorun olan kurbanın ‘İtalyan’ ve biraz da medyatik olmasıdır. Ele güne rezil olduk, bizim hakkımızda ne derlerdir. Ama bu tip olaylar her yerde oluyordur, vs.
İstanbul’da 1 Mayıs gösterile(memele)ri sırasında kullanılan şiddet bizi Dünya’ya rezil etmiştir. Yoksa işçilerin demokratik haklarını kullanamamaları değildir bizleri üzen. Hele hele 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılıp yapılamayacağı gibi sembolik bir konunun ötesine geçip, çalışan (ve çalışamayan) sınıfın asıl sorunlarından bahsetmek abesle iştigâl etmektir, tâ ki bu sorunlar “imajımızı zedelemeye” başlayana kadar.
301’de kozmetik bile olmayan bir değişiklik yapılır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargıcı Rıza Türmen’in “değişen hiçbirşey yok, neden bu değişiklik yapıldı anlayamadım” demeci şaşırtıcıdır. (NTV, 25.04.2008), Çünkü kendisinin de çok iyi bilmesi gerektiği gibi amaç görüntüyü kurtarmaktır. ‘Değiştirin diyordunuz işte değiştirdik’. Başka bir şey değil.
100 entelektüel arasına kaç tane Türk’ün girdiği hesaplanır (Gülen ve Bartolomeos girmiş, kesinlikle beğenilemez) gerisi önemli değil, 100 zengin arasında Türk var mıdır acaba diye bakılır her sene. Yeni Londra Belediye Başkanı’nın bir tek özelliği ilgimizi çekmektedir, Türk asıllı (nasıl bir asılsa o da artık) olması. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Türk (çok uzaktan) bir akrabasının olması imajımızı kökten değiştirecektir muhakkak.
Fatih Akın’la gurur duyulur, ancak izleyici filmlerinde Türkiye’nin doğal ve tarihî güzelliklerini yeterince göstermiyor diye hayıflanır, imajımız zedeleniyordur. Orhan Pamuk Nobel ödüllü yazarımızdır ancak neden hep o tercüme edilen (yani başkaları tarafından da okunan) romanlarında Türkiye’nin kötü taraflarından bahseder ki ? Fazıl Say dünyaca ünlüyken turizm elçimiz olamaz mı gidip ülkeyi terk edebilirim diyeceğine!
Kol kırılabilir, paramparça olabilir, yeter ki aman, sakın, hâşâ, yen içinde kalsın. Türk kadınlarına tecavüz edilebilir, Tuzla’da ya da kamyonlarla findığa taşınanlar arasında yabancı bir işçinin ölmemesine çok dikkat edilmelidir (Afrikalı olabilir ama).
Yoksa komşular ne der?


Samim Akgönül'ün makalesini PDF formatında okumak için TUŞLAYIN

0 yorum: