Sayı:34
Ocak 2008
Evren Dede
İstanbul Rumları hakkında yazılmış onlarca kitap var şüphesiz. Ama bunca kitap arasından sıyrılan, azınlık konularında uzman olan pek çok kişinin İstanbul Rumları hakkında başucu rehberi olarak elinde tuttuğu, referans olarak kullandığı en önemli kaynak eser, hiç şüphesiz Aleksis Aleksandris’in İngilizce yayınlanmış “1918’den 1974’e İstanbul Yunan Azınlığı ve Türk-Yunan İlişkileri”[1] adlı kitabıdır.
Aleksis Aleksandris, İstanbul Rumlarından. Yazar kimliğiyle önemli çalışmalar gerçekleştirmiş, benim şahsen tanışma fırsatı bulduğum üçüncü yazar. İki kez bir araya geldim Aleksanris ile. İlki İstanbul Yunan Konsosluğu’ndaydı, ikincisi Yeniköy’deki Ayazma’da.
Tanıştığım İstanbul Rumu yazarların, topu topu üç kişi olsa da, kimisinin önce kitaplarıyla sonra kendisiyle, kimisinin ise önce kendisiyle sonra kitaplarıyla tanıştım. İlk kez kitaplarıyla tanıştığım İstanbul (Ankara mı deseydim) Rumu yazar, Herkül Millas’tı. Daha sonra kendisiyle de tanıştım. Üstelik tanışmakla kalmayıp, kısa süreli de olsa birlikte çalışma fırsatı yakaladım. Diğer tanıdığım İstanbullu Rum yazar ise Batı Trakya’da neredeyse herkesçe tanınan Simon Soltaridis. Soltaridis’i ilk olarak “Batı Trakya ve Müslümanlar”[2] adlı kitabıyla tanımışımdır. Bizzat tanışmam daha sonra.
Tanıdığım üç İstanbullu Rum yazarın üçünün de asıl meslekleri yazarlık değil, başka. Aleksis Aleksandris Yunan Dışişlerinde bürokrat, İstanbul Başkonsolosu. Herkül Millas mühendis, ama mühendislik yapmıyor, Atina Üniversitesinde hoca ve çeşitli birçok alanda iş daha. Simon Soltaridis ise ilahiyatçı lise ogretmeni, ama Elefterotipia’nın Batı Trakya muhabiri olarak çalışıyor.
*
Bütün bu uzun ve kişisel girişi yapmamın, başta Aleksis Aleksandris’in kitabından bahis açmamın ve tanıdığım diğer İstanbullu Rum yazarlardan bahsetmemin nedeni, Strasbourg Üniversitesi’nde hocalık yapan Samin Akgönül’ün “Türkiye Rumları – Ulus-Devlet Çağından Küreselleşme Çağına Bir Azınlığın Yok Oluş Süreci” adlı şahane kitabını 2007 yılının ikinci yarısında Türkçe olarak yayınlamış olmasıdır. Türkçe yayınladı diyorum, çünkü Akgönül aslında kitabını Fransızca yazmış; Türkçe’ye çevirisi Ceylan Gürman’dan. İstanbul Rumlarının yok oluş sürecini anlatan kitabın önsözünü ise Profesör Baskın Oran hazırlamış. Anlayacağınız meramım İstanbul Rumları ve onlar hakkında yazılmış, fırından taze çıkmış bir eser.
Samim Akgönül’ün bu son eserini baştan söyleyeyim, çok beğendim. Üniversite tezinin kralı olacak kıvamda bilimsel, edebî anlatım açısından son derece akıcı Akgönül’ün eseri. İstanbul Rumlarının hani neredeyse 2007 yılına kadar naturel tarih yazımını gerçekleştirmiş. Hele hele İstanbul Rumları ile yaptığı görüşmelerden ve anketlerden aktardığı bölümler çok çarpıcı. Üstelik ucundan kıyısından da olsa, bizler de varız kitabın sayfalarında. Bizler demişken Akgönül’ün Batı Trakya hakkında da kitabı var, Fransızca. Türkçesi veya İngilizce çevirisi var mı bilmiyorum ama Fransızca bilenlerimiz mutlaka okumalı, özetini bana yapmak kaydıyla tabiî.
*
Türk-Yunan ilişkileri alanında uzman olmak isteyenler, bu konu hakkında ama öyle ama böyle olsun uğraşanlar hep İstanbul ve Batı Trakya’daki azınlıkların çetrefilli ve trajik hikâyesini öğrenmek zorunda kalmışlardır. Bakış açıları göreceli olsa da, yorumları farklılık arzetse de, ortaya konan Türk ve Yunan tezleri farklı olsa da sonuç: iki azınlığın da tarihçesini bilmeyi gerektirir. Hele hele iki devletin yıllarca kol kola yürüttükleri karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesi, iki azınlığın birden tarihini bilmeyenin Türk-Yunan ilişkilerinde uzman olmasını imkânsız hâle getirmiştir. Bakınız kayda değer Türk ve Yunan uzmanlara, neredeyse hepsinin hem Batı Trakya Müslümanları, hem de İstanbul Gayrimüslimleri ile ilgili çalışmaları, makaleleri vardır. Birini bilip, diğerini bilmeyenden Türk-Yunan ilişkileri hakkında uzman olmaz. Çünkü tabiat kanunu gibi ortada duran bir gerçek vardır: Bir şey Batı Trakya Müslümanlarının başına gelmişse, mutlaka buna mukabil karşılıklılık ilkesi gereği İstanbul Gayrimüslimlerinin de başına aynı şey gelmiştir. Bunun aksi de geçerlidir. O yüzden okuyucunun yapısına göre değişik yorumlara gebe olsa da, Türk-Yunan ilişkileri iki azınlığın tarihini tümden bilmekten geçer. Yarım bilen, tek yöne ışık tutan, kayda değer görüş ortaya sunamaz. Yarım gerçekleri bilen kendisini tehlikeli bir biçimde sınırlandırır. Sonuçta tarihî gerçeklerden kopuk, ister istemez kaypak ve inandırıcılığı olmayan görüşlerle ortaya çıkar.
*
Bizim azınlıkta sancak direği misali kıymetli yazarlar var. Hepsi becerikli, hepsi bir bir birer hazine. Fakat iş azınlık konularına geldiğinde sonsuz zenginliklerine inat, tek yöne doğru ışık tutmakta ısrar ediliyor. Tek yöne ışık tutmanın nedeni İstanbul Gayrimüslimlerinin tarihini, onların başına neler geldiğini bilmedikleri için mi? Sanmıyorum. Geçmize mazi derler hesabı bir tavır mı var yoksa? Sanmıyorum. Olsa olsa Türkiye’deki Rumların başına neler geldiğinden çok Yunanistan’daki bizlerin geleceği ile ilgilendiklerindendir… Kim bilir… Ben yine de bilmeyenlerimiz vardır diye bir kaç şey hatırlatayım.
Hani bir dönem bizim burada Yönetim insanlarımızın tarlalarını istimlak edip açıkhava hapishanesi kurmak istemişti ya, işte o açıkhava hapishanesinden bir tane de İstanbul Rumlarının başına tıpkı talih kuşu gibi konmuştu. Ve Gökçeada’ki arazilerinin üç aşağı beş yukarı %80’i hapishane gerekçesiyle istimlak edilmişti.
Hani bir dönem bizim burada azınlığın yeni yeni filizlenen meslek erbabına akla ziyan miktarlarda vergiler çıkmıştı ya, işte o vergi kuşundan bir tane de İstanbul Rumlarının başına da konmuştu. Hem de bizden önce. Ve rakamlar öyle yüksekti ki, akla ziyan. Ve ödemeyenler kamplara toplatıldı vs.
Hani kamulaştırılan mallarımız var ya, işte o kamulaştırma kuşundan bir tane de İstanbul Rumlarının başına konmuştu. Kamulaştırma dediğimiz şey az buz değil, ciddi oranlarda, ciddi rakamlarda.
Hani bizim burada pogrom düzenlendi, azınlığın onlarca dükkanı talan edildi ya, işte o pogrom kuşundan biri de zamanın 6-7 Eylül günlerinde İstanbul Gayrimüslimlerinin başına konmuştu. Kitapta aktarılan verilere göre İstanbul Rumlarının 4340 dükkan, 2000 ev, 110 lokanta, 83 kilise, 27 eczane, 21 fabrika, 12 otel, 11 muayenehane, 5 dernek binası, 3 gazete matbaası, 2 mezarlık, 26 okul ve 5 spor kulübü yağmalanmış vb.
Hani bizim burada adında Türk sıfatı geçtiği için kapatılan azınlık derneklerimiz var ya “İskeçe Türk Birliği”, “Gümülcine Türk Gençler Birliği” vb., işte bu kuştan da bir tanesi İstanbul Rumlarının başına konmuş ve kurdukları “Yunan Birliği Cemiyeti” kapatılmış ve cemiyetin mallarına el konulmuştur. Tabii başka bir isim altında (Mesela Yunan yerine Rum), aynı amaçları güden başka derneğin açılmasına izin verilerek.[3]
Önce kim yapmış, sonra kim yapmış, ilk yapan mı daha suçlu, yoksa son yapan mı, bütün bunlar ayrı bir tartışma konusu ve yersiz. Ama çıkarılması gereken ilk ders, hangisi yaparsa yapsın, ilk yapanı önce sen eleştiriceceksin ki, diğeri yapınca isyanının bir ağırlığı ve senin bir tutarlılığın olsun! Hadi diyelim zamanında bunu yapamadın, şimdi yapacaksın. Sana yapılınca acından nasıl bağırıyorsan, ona yapılandan dolayı da hiç değilse matemini tutacaksın. Düşünceni çift taraflı ufuklandıracaksın…
*
Varsın devletler hukuku uzmanları haklı gerekçeler üretsinler. Asla ve asla bütün bunlar, yaşanan onca haksızlıkları sözüm ona haklı göstermez. Elbette haksızlığa uğradığımızda, azınlık haklarımız verilmediğinde ve yasal her zeminde mücadele edeceğiz. Elbette Batı Trakya’nın geleceği hakkında ilgileneceğiz. Ama hiç değilse, kader planında mütekabiliyet zindanında beraber mahkum edildiğimiz İstanbul Rumlarını da ara sıra hatırlayalım. En azından empati kuralım.
*
Samin Akgönül İstanbul Rumu değil. Bendeniz, Samim Akgönül’ü ilk kez okuduğum bu kitabıyla tanımış oldum. Bakalım kendisiyle bizzat ne zaman tanışacak, mükemmel kitabını imzalatacağım…
[1] Αλεξανδρής Αλέξης, The Greek Minority of Istanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Κέντρο Μικρασιατικών Σπουδών, 1992
[2] Συμέων Σολταρίδης, Η Δ. Θράκη και οι Μουσουλμάνοι , Νέα Σύνορα, 1990
[3] Samim Akgönül, Türkiye Rumları, İletişim, 2007, s.241
Aleksis Aleksandris, İstanbul Rumlarından. Yazar kimliğiyle önemli çalışmalar gerçekleştirmiş, benim şahsen tanışma fırsatı bulduğum üçüncü yazar. İki kez bir araya geldim Aleksanris ile. İlki İstanbul Yunan Konsosluğu’ndaydı, ikincisi Yeniköy’deki Ayazma’da.
Tanıştığım İstanbul Rumu yazarların, topu topu üç kişi olsa da, kimisinin önce kitaplarıyla sonra kendisiyle, kimisinin ise önce kendisiyle sonra kitaplarıyla tanıştım. İlk kez kitaplarıyla tanıştığım İstanbul (Ankara mı deseydim) Rumu yazar, Herkül Millas’tı. Daha sonra kendisiyle de tanıştım. Üstelik tanışmakla kalmayıp, kısa süreli de olsa birlikte çalışma fırsatı yakaladım. Diğer tanıdığım İstanbullu Rum yazar ise Batı Trakya’da neredeyse herkesçe tanınan Simon Soltaridis. Soltaridis’i ilk olarak “Batı Trakya ve Müslümanlar”[2] adlı kitabıyla tanımışımdır. Bizzat tanışmam daha sonra.
Tanıdığım üç İstanbullu Rum yazarın üçünün de asıl meslekleri yazarlık değil, başka. Aleksis Aleksandris Yunan Dışişlerinde bürokrat, İstanbul Başkonsolosu. Herkül Millas mühendis, ama mühendislik yapmıyor, Atina Üniversitesinde hoca ve çeşitli birçok alanda iş daha. Simon Soltaridis ise ilahiyatçı lise ogretmeni, ama Elefterotipia’nın Batı Trakya muhabiri olarak çalışıyor.
*
Bütün bu uzun ve kişisel girişi yapmamın, başta Aleksis Aleksandris’in kitabından bahis açmamın ve tanıdığım diğer İstanbullu Rum yazarlardan bahsetmemin nedeni, Strasbourg Üniversitesi’nde hocalık yapan Samin Akgönül’ün “Türkiye Rumları – Ulus-Devlet Çağından Küreselleşme Çağına Bir Azınlığın Yok Oluş Süreci” adlı şahane kitabını 2007 yılının ikinci yarısında Türkçe olarak yayınlamış olmasıdır. Türkçe yayınladı diyorum, çünkü Akgönül aslında kitabını Fransızca yazmış; Türkçe’ye çevirisi Ceylan Gürman’dan. İstanbul Rumlarının yok oluş sürecini anlatan kitabın önsözünü ise Profesör Baskın Oran hazırlamış. Anlayacağınız meramım İstanbul Rumları ve onlar hakkında yazılmış, fırından taze çıkmış bir eser.
Samim Akgönül’ün bu son eserini baştan söyleyeyim, çok beğendim. Üniversite tezinin kralı olacak kıvamda bilimsel, edebî anlatım açısından son derece akıcı Akgönül’ün eseri. İstanbul Rumlarının hani neredeyse 2007 yılına kadar naturel tarih yazımını gerçekleştirmiş. Hele hele İstanbul Rumları ile yaptığı görüşmelerden ve anketlerden aktardığı bölümler çok çarpıcı. Üstelik ucundan kıyısından da olsa, bizler de varız kitabın sayfalarında. Bizler demişken Akgönül’ün Batı Trakya hakkında da kitabı var, Fransızca. Türkçesi veya İngilizce çevirisi var mı bilmiyorum ama Fransızca bilenlerimiz mutlaka okumalı, özetini bana yapmak kaydıyla tabiî.
*
Türk-Yunan ilişkileri alanında uzman olmak isteyenler, bu konu hakkında ama öyle ama böyle olsun uğraşanlar hep İstanbul ve Batı Trakya’daki azınlıkların çetrefilli ve trajik hikâyesini öğrenmek zorunda kalmışlardır. Bakış açıları göreceli olsa da, yorumları farklılık arzetse de, ortaya konan Türk ve Yunan tezleri farklı olsa da sonuç: iki azınlığın da tarihçesini bilmeyi gerektirir. Hele hele iki devletin yıllarca kol kola yürüttükleri karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesi, iki azınlığın birden tarihini bilmeyenin Türk-Yunan ilişkilerinde uzman olmasını imkânsız hâle getirmiştir. Bakınız kayda değer Türk ve Yunan uzmanlara, neredeyse hepsinin hem Batı Trakya Müslümanları, hem de İstanbul Gayrimüslimleri ile ilgili çalışmaları, makaleleri vardır. Birini bilip, diğerini bilmeyenden Türk-Yunan ilişkileri hakkında uzman olmaz. Çünkü tabiat kanunu gibi ortada duran bir gerçek vardır: Bir şey Batı Trakya Müslümanlarının başına gelmişse, mutlaka buna mukabil karşılıklılık ilkesi gereği İstanbul Gayrimüslimlerinin de başına aynı şey gelmiştir. Bunun aksi de geçerlidir. O yüzden okuyucunun yapısına göre değişik yorumlara gebe olsa da, Türk-Yunan ilişkileri iki azınlığın tarihini tümden bilmekten geçer. Yarım bilen, tek yöne ışık tutan, kayda değer görüş ortaya sunamaz. Yarım gerçekleri bilen kendisini tehlikeli bir biçimde sınırlandırır. Sonuçta tarihî gerçeklerden kopuk, ister istemez kaypak ve inandırıcılığı olmayan görüşlerle ortaya çıkar.
*
Bizim azınlıkta sancak direği misali kıymetli yazarlar var. Hepsi becerikli, hepsi bir bir birer hazine. Fakat iş azınlık konularına geldiğinde sonsuz zenginliklerine inat, tek yöne doğru ışık tutmakta ısrar ediliyor. Tek yöne ışık tutmanın nedeni İstanbul Gayrimüslimlerinin tarihini, onların başına neler geldiğini bilmedikleri için mi? Sanmıyorum. Geçmize mazi derler hesabı bir tavır mı var yoksa? Sanmıyorum. Olsa olsa Türkiye’deki Rumların başına neler geldiğinden çok Yunanistan’daki bizlerin geleceği ile ilgilendiklerindendir… Kim bilir… Ben yine de bilmeyenlerimiz vardır diye bir kaç şey hatırlatayım.
Hani bir dönem bizim burada Yönetim insanlarımızın tarlalarını istimlak edip açıkhava hapishanesi kurmak istemişti ya, işte o açıkhava hapishanesinden bir tane de İstanbul Rumlarının başına tıpkı talih kuşu gibi konmuştu. Ve Gökçeada’ki arazilerinin üç aşağı beş yukarı %80’i hapishane gerekçesiyle istimlak edilmişti.
Hani bir dönem bizim burada azınlığın yeni yeni filizlenen meslek erbabına akla ziyan miktarlarda vergiler çıkmıştı ya, işte o vergi kuşundan bir tane de İstanbul Rumlarının başına da konmuştu. Hem de bizden önce. Ve rakamlar öyle yüksekti ki, akla ziyan. Ve ödemeyenler kamplara toplatıldı vs.
Hani kamulaştırılan mallarımız var ya, işte o kamulaştırma kuşundan bir tane de İstanbul Rumlarının başına konmuştu. Kamulaştırma dediğimiz şey az buz değil, ciddi oranlarda, ciddi rakamlarda.
Hani bizim burada pogrom düzenlendi, azınlığın onlarca dükkanı talan edildi ya, işte o pogrom kuşundan biri de zamanın 6-7 Eylül günlerinde İstanbul Gayrimüslimlerinin başına konmuştu. Kitapta aktarılan verilere göre İstanbul Rumlarının 4340 dükkan, 2000 ev, 110 lokanta, 83 kilise, 27 eczane, 21 fabrika, 12 otel, 11 muayenehane, 5 dernek binası, 3 gazete matbaası, 2 mezarlık, 26 okul ve 5 spor kulübü yağmalanmış vb.
Hani bizim burada adında Türk sıfatı geçtiği için kapatılan azınlık derneklerimiz var ya “İskeçe Türk Birliği”, “Gümülcine Türk Gençler Birliği” vb., işte bu kuştan da bir tanesi İstanbul Rumlarının başına konmuş ve kurdukları “Yunan Birliği Cemiyeti” kapatılmış ve cemiyetin mallarına el konulmuştur. Tabii başka bir isim altında (Mesela Yunan yerine Rum), aynı amaçları güden başka derneğin açılmasına izin verilerek.[3]
Önce kim yapmış, sonra kim yapmış, ilk yapan mı daha suçlu, yoksa son yapan mı, bütün bunlar ayrı bir tartışma konusu ve yersiz. Ama çıkarılması gereken ilk ders, hangisi yaparsa yapsın, ilk yapanı önce sen eleştiriceceksin ki, diğeri yapınca isyanının bir ağırlığı ve senin bir tutarlılığın olsun! Hadi diyelim zamanında bunu yapamadın, şimdi yapacaksın. Sana yapılınca acından nasıl bağırıyorsan, ona yapılandan dolayı da hiç değilse matemini tutacaksın. Düşünceni çift taraflı ufuklandıracaksın…
*
Varsın devletler hukuku uzmanları haklı gerekçeler üretsinler. Asla ve asla bütün bunlar, yaşanan onca haksızlıkları sözüm ona haklı göstermez. Elbette haksızlığa uğradığımızda, azınlık haklarımız verilmediğinde ve yasal her zeminde mücadele edeceğiz. Elbette Batı Trakya’nın geleceği hakkında ilgileneceğiz. Ama hiç değilse, kader planında mütekabiliyet zindanında beraber mahkum edildiğimiz İstanbul Rumlarını da ara sıra hatırlayalım. En azından empati kuralım.
*
Samin Akgönül İstanbul Rumu değil. Bendeniz, Samim Akgönül’ü ilk kez okuduğum bu kitabıyla tanımış oldum. Bakalım kendisiyle bizzat ne zaman tanışacak, mükemmel kitabını imzalatacağım…
[1] Αλεξανδρής Αλέξης, The Greek Minority of Istanbul and Greek-Turkish Relations 1918-1974, Κέντρο Μικρασιατικών Σπουδών, 1992
[2] Συμέων Σολταρίδης, Η Δ. Θράκη και οι Μουσουλμάνοι , Νέα Σύνορα, 1990
[3] Samim Akgönül, Türkiye Rumları, İletişim, 2007, s.241
0 yorum:
Yorum Gönder