Bıraktığın gibiyiz…

Azınlıkça

Sayı:34
Ocak 2008
Hakan Mümin

Havalar soğudu. Aniden kış bastırdı. İnsanımız tarla işlerini bitirdi. Tütüncüler pastala başladılar. Neredeyse pastal da bitecek ya... Ocak, şubat, mart derken, ocaklar hazırlanacak, haşlamalar ekilecek, ardından tütün ekimi, sonra da tütün kırımı... Bu çark hep böyle dönüp gidecek. Anlayacağınız, insanımız dinlenmeden bir ömür bu çarkı döndürecekler. Çiftçiliğin zor yanı da bu galiba. Doğal felaketler, zararlar da onların bu yorgunluğuna yorgunluk katacak; biraz da olsa devlet baba onları rahatlatacak televizyonlara verdiği demeçlerle... Çiftçinin hali bu!..

Eğitimde de değişen bir şey yok. Her yıl aynı sorunlar... Birileri almış çarkı aynı yönde döndürüp duruyor. İşin ilginç tarafı da, mübarek hiç yorulmuyor. Her eğitim-öğretim yılının başında daha, çocuklarımız sıkıntılılar. Anne babalar çıkmazdalar. Çocuklarını nereye, hangi okula gönderecekler? Kararsızlar... Çocuk azınlık okulluna gitmek istiyor, ailesi Yunan okuluna gitmesinde ısrar ediyor. Bunun tersi de oluyor tabii. Çocuk Yunan okuluna gitmek istiyor; arkadaşları oraya gidiyor diye. Sorun sizce, Azınlık okulu mu, ya da Yunan okulu mu? Yoksa sorun başka yerde mi?.. Galiba başka yerde; sistemde, sistemi kuranlarda, hani dedik ya, çarkı döndürende. Şöyle de düşünmek gerek; Batı Trakya’da Azınlığın da Çoğunluğun da ileri gelenleri “eğitim” konusunda kafalarındaki tabuları kırmalılar, kabuklarından çıkmalılar. Daha serbest, özgürce düşünmeliler. Eğitime “politika” karışınca, “eğitim” eğitim olmaktan çıkar. Nitekim de yıllarca yapılan bu ve sonuç ortada; elde var sıfır.

Zaman zaman öğrencilerle konuşma fırsatı buluyorum ve onlarla “arkadaşça” konuşuyorum; on öğrenciden sekizi öğretmenlerinden şikayetçi. Öğretmen arkadaşlarla da, sohbet ettiğimizde onlar da, öğrencilerden şikayetçiler; tek söyledikleri “Çalışmıyorlar!..” oluyor. Çalıştır, kardeşim o zaman. Öyle bir yöntem uygula, ya da keşfet ki, o çocuk kendini çalışmaya zorlasın. Çalışsın. “Çalışmıyorlar!..” demekle bu iş olmaz. Çocuğun annesi, babası “Çocuğum çalışmıyor.” diyebilir ama, bir öğretmen gerçekten öğretmense “çalışmıyor” ifadesini kullanmamalı. Çünkü öğretmen “öğrencinin motoru”dur. Öğrenciyi harekete geçiren öğretmendir. Arabanın motoru gibi... Arabanın motoru çalışmazsa, arızası olduğunu anlarız; tamire veririz. Çocuk çalışmazsa öğretmenin “arızalı” olduğu anlaşılır. Çağdaş eğitimde öğrenciyi harekete geçirecek birçok yöntem ve teknikler var. Örnek verecek olursak, bizim “bedencilerimiz” beden dersinde düdük ağzında “yoklama” aldıktan sonra, öğrencileri birkaç tur koştururlar ve ardından serbest bırakırlar; onlara bir basket topu, futbol topu ya da voleybol topu verirler ve çocuklar bahçede kendi kendilerine oynarlar. Ders böyle geçer. Bu dersin adı programda “beden eğitimi”dir. Sizce bu şekilde eğitim olur mu?.. Oysa Eğitim Bakanlığı’nın müfredatında eğitim seminerleri, okullar arası yarışmalar yer alıyor, yanılmıyorsam. Bizim öğretmenlerimiz , özellikle de “bedencilerimiz” neden sportif etkinliklere ya da yarışmalara çocuklarımızı sokmuyorlar?.. Bu yarışmalardan haberdar değiller mi? yoksa uğraşmak mı istemiyorlar? Haberdar olmamaları imkansız. Çünkü, bakanlıktan ya da müdürlüklerden gelen etkinlik, yarışma, seminer haberleri normalda öğretmenler odasındaki panoya asılır.
Günümüz şartlarında, eğitimin yalnız bir bahçe (büyük ya da küçük) ve dört duvar arasında verilmesi çağdaş eğitimin ihtiyaçlarını karşılayamaz. Çocuklarımıza eğitim-öğretimin sosyal yönünü de göstermeliyiz. Onları kapalılıktan ve eziklikten kurtarmalıyız. Onlara “insanca” bir yaşam sunmalıyız. Bunun da çocuklarımızı farklı, değişik ortamlara sokup, onları sosyalleştirerek gerçekleşebileceğini düşünmeliyiz. Çocuklarımıza yalnız kendi kültürümüzü kavratmakla kalmamalıyız, aynı zamanda farklı kültürleri de tanımalarını sağlamalıyız. Öyle ki, çocuklarımız yeni bir dünya kurarken çok kültürlü yaşamı sağlıklı yorumlasınlar. Bence farklı kültürleri tanımak, insanları birbirine yakınlaştırır, yeni dostluklar kurulmasını sağlar, hatta kültürlerin kaynaşmasına ve önyargıların yok olmasına aracı olur. Dolayısıyla insan çağdaşlaşmanın yolunu bulur. İnsan kendi bilgi bankasını oluşturur; paylaşımın güzel bir şey olduğunu daha iyi anlar.

Yine konuyu dağıttım. Hep böyle yapıyorum, zaten. Eğitimin yalnız bina içerisinde kalmamasını söylemiştim. Devam ediyorum. Bedenci öğretmen arkadaşlarımızın çocuklarımızı daha aktif, daha sosyal yapmaları gerektiğini vurgulamıştım. Edebiyatçı öğretmen arkadaşları da unutmamak gerek. Onların da görevi derse girip çıkmakla kalmamalı. Tiyatro, şiir şöleni, okul gazetesi, yıllık çalışmalar gibi etkinlikler yapmalılar. Hele gene, İskece Muzaffer Salihoğlu Azınlık Okulu’ndaki üç öğretmen arkadaşımız; inanın size çok iş düşüyor bu konuda. Düşünsenize, bu nadide (!) okulumuzda “edebiyat kolu” yok. Yazık, vallahi yazık!.. Okul sahibi, okul yöneticisi ne yapıyor?.. Yoksa “tatilde”ler mi? Okul yöneticisi dedim de aklıma bir şey geldi, anlatayım:

Geçenlerde (bundan birkaç ay önce) yerel bir gazetemizde İskeçe Muzaffer Salihoğlu Ortaokulu ve Lisesi’nin yöneticisi (aynı zamanda araştırmacı, yazar, tarihçi, eğitimci, koleksiyoncu) Rıza Kırlıdökme bir yazı yazmış. Yazısının başlığını hatırlamıyorum; önemli de değil zaten. Sayfanın sonunda “haftanın lafı” var. Orada Cahit Sıtkı Tarancı’dan birkaç dize “patlatmış”. Altına da, “Cahit Sıtkı Taranacı” yazmış, kaynak olarak. İnanın gülmekten katıldım. Gözlerimden yaş çıktı. Ayıp, ayıp vallahi ayıp... Eeh!.. Bizde bir söz var: “Eşek, kulağı kesilmekle küheylan olmaz.” Bizde şiir de, şair de, sanat da çok ucuz. Öyle ki, Cahit Sıtkı Tarancı’yı, hiç “acımadan” taranacı yapabiliyoruz. Diyeceksiniz şimdi, belki yazım hatasıydı. Tamam kabul. Ama o zaman bir sonraki sayıda bunun düzeltilmesi gerekmiyor muydu? Neyse, tüm bu yazdıklarımı sakın önemsemeyin. Biliyorum ki, sizin de bildiğinizi; papyon takmakla, boğazımıza fular sarmakla entellektüel olunmadığını. Yalnız havan olur, o kadar; biz sanatseverler için soğuk bir havadır, bu hava.

Şaka bir yana, yazıma başlarken de söyledim; havalar soğudu hani. Acaba, yarın sabah tarana mı yesek. İçimiz ısınır belki.

0 yorum: