Azınlıkça dergisi
Sayı:33
Ekim 07
Denge
İbram Onsunoğlu
16 Eylül 2007 seçimlerinin sonuçları, azınlık düzeyinde, haftalık Türkçe basında ve Türkçe yayın yapan yerel radyolarda oldukça kapsamlı bir biçimde anlatıldı ve yorumlandı. Bir ay sonra aynı şeyleri bir kez daha yinelemeye elim varmıyor. Yalnızca bir iki nokta üzerinde duracağım.
İlkel milliyetçiliğin dayanılmaz hafifliği
Seçimlerde azınlık adayları üzerinde ulusal yığışım sağlamak için milliyetçi çığırtkanlığa başvurmanın hiç gereği yoktu, ama bazıları öyle yaptı. “Türk olsun da çamurdan olsun!”, “Gâvurlara oy verenin namazı ve orucu makbul değildir!”, “Gâvur adaylara oy verenleri tecrit edelim, cezalandıralım!” gibi söylemler, siyasî bir ilkelliğin, dayanılmaz bir hafifliğin ve dipsiz bir sorumsuzluğun işaretleri değilse, Azınlık aleyhinde provokasyon olarak kabul edilmelidir, herhalükarda öyle iş görmüştür. Yakın geçmişte benzeri provokasyonlara “karanlık güçlerin” başvurduğuna tanık olurduk, çoğunluk unsurunu Azınlığa karşı kışkırtmak için, bu kez hacet kalmadı.
“Batı Trakya’da her Müslüman aynı zamanda Türktür”
Bu seçimlerde Azınlık aleyhinde ilk provokatif gürültü, milletvekili adayı Orhan Hacıibram’ın bir demeciyle çıkarıldı. Orhan’ın “Ben ulusal köken olarak Türküm” demecini, Yunanistan’da en çok satan pazar gazetesi “Proto Thema” vatana ihanet suçu gibi verdi. Ardından konuya televizyonlar el attı, Başbakan Karamanlis’e bile ilgili soru yöneltildi, bir Yunan vatandaşının ve milletvekili adayının ayrı bir ulusal soydan geldiğini ilan etmesi, hele Türk olduğunu söylemesi mümkün müdür gibilerden. Böylece AB üyeliğinin 27. yılında Yunanistan’da kişisel düzeyde bile Türk kimlikli olduğunu belirtmenin toplumsal ayıplamalara ve yaptırımlara yol açtığı, bunun basbayağı bir yürek işi olduğu ve her babayiğidin göze alamayacağı büyük bir kavgayı gerektirdiği kanıtlanmış oldu. Bu kavgayı vermek Orhan’a düştü. Olayın tartışması yaygınlaşınca, bazı Yunanlı aydınlar hayretlerini dile getirmekten kendilerini alamadılar, özgürlükler ve farklılığa saygı konularında hâlâ bu düzeyde miyiz diye, bu durum onları Orhan’ın (ve dolayısıyla Azınlığın) yanında yer almaya itti. Bu, gürültünün olumlu ayrıntısı. Başbakan ise ilgili demecinde partisinin adayı Orhan’ı kısmen savunduysa da, fırsattan istifade, etnik köken konusunda devletin resmî azınlık politikasını bir kez daha anımsattı. Müslüman Azınlığın, Çingene, Pomak ve Türk kökenliler olmak üzere üç gruptan ibaret olduğunu yineledi.
Şimdi bu teze Azınlığın yanıtı yaşamın içinden verilmektedir: Objektif düzeyde Müslüman Azınlık içinde aranırsa, üç değil, belki on üç etnik köken bulunabilir. Ama subjektif düzeyde kültürel bir fenomen olarak etnik kimlik üniterdir ve o da Türktür. Pek ekstrem ve pek milliyetçi gibi görünse de, azınlık gerçeğini yansıtan doktrini söyleyiverelim: Batı Trakya’da her Müslüman aynı zamanda Türktür. Bu tarihsel oluşum, kuşkusuz, bir zorlama değil, tercih meselesidir, genel bir tercihtir, tarihin akışı içinde belirli olay ve nedenlerin etkisi altında biçimlenmiş bir azınlık gerçeğidir ve bölme çabaları devam ettikçe Azınlığın savunma hattı olarak iş görmektedir. Yukarıdaki tanıma uymamakta tabiî herkes tamamen serbesttir. Öbür yandan kimliksel homojenleşme süreci yalnızca Çoğunluğun bir imtiyazı değildir, Azınlığın da hakkıdır. Bu azınlıkiçi süreci devlet gücü kullanarak dışarıdan müdahalelerle engelleme çabaları, daha da hızlanmasına yol açmaktan başka bir işe yaramamıştır. Toplumları kimlik konusunda dışarıdan manipule etme ve onlara kimlik icat etme zamanı çoktan geçmiş bulunuyor. Yönetim bu gerçeği kavrar da ilgili saplantısından kendini kurtarırsa, Trakya’da toplumsal barışa da hizmet etmiş olacaktır. Yazımızın başında milliyetçi çığırtkanlık olarak kınadığımız olaylar, gerçekte Yönetimin bu saplantısının yol açtığı yanetkilerden başka bir şey değildir. Bu olayların İskeçe’de yoğunlaşmış olması da tesadüfî değildir, zira Azınlığın çokkökenliliğini ortaya çıkarmak ve onu gruplara bölmek çabaları da orada yoğunlaşmış bulunmaktadır.
Başbakan Karamanlis, demecinde, bir azınlık bireyinin kişisel düzeyde kendini etnik bakımdan (ve Türk olarak) tanımlamaya hakkı olduğunu, ancak bu kişisel hakkın kollektif-toplu bir hak olarak kullanılamayacağını anımsattı. İkna edici olmaktan öylesine uzak, mantık dışı ve riyakar bir tez ki bu, bir süredir yinelenip duran. Ne demek, aynı kişisel hakkını kullanan birden çok kişi bir araya geldiğinde, bu kişisel hak kendiliğinden toplu hakka dönüşmüyor mu? Sonra, Azınlıkta Pomak ve Çingene tanımının kollektif kullanımına müsaade edilmiyor mu ve buna devletçe destek verilmiyor mu? Buradaki yasak yalnızca Türklükle ilgili. Ve bu yasak, ne Lozan’dan ne de hukuktan kaynaklanıyor, antitürkçü tarihî ve psikolojik önyargılardan ve fobilerden kaynaklanıyor. Ve sonuç olarak Azınlık üzerinde bir baskı ve özgürlük kısıtlaması unsuruna dönüşüyor.
Orhan Hacıibram’ın başarısızlığının nedenleri
Orhan’dan söz açılmışken onunla devam edelim. İskeçe’de genç ve deneyimsiz aday Çetin Mandacı 15 bin zaiti aşarken, yaşını almış ve deneyimli bir toplum adamı ve politikacı Orhan Hacıibram’ın 2 bin zaitte kalması, onu sevmeye devam edenlerde büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Orhan, seçim propagandasında, kendisi için avantaj olduğuna inandığı deneyimini ve azınlıksal hizmetlerini öne sürdü hep. Belki yanılgısı da o noktadaydı. Azınlık seçmeninde var olan genel eğilim, genç ve deneyimsiz adayları tercih edip bir kez de onları denemek. Zira Orhan da ilk kez aday olup milletvekili seçildiği 1977 seçimlerinde genç ve deneyimsizdi. Ve Azınlığın ona tanıdığı şansı o seçimlerde kullandı ve besbelli tüketti. Orhan’ın başarısızlığının tabiî daha onlarca gerçek nedeni var. Bunlardan bir tanesi en önemlisi ve tek başına yeterlisi. Orhan da işte bunu kabul edemiyor.
Müdahale ediyorum, o halde varım
Koca Kapı’nın bu seçimlerdeki tavrını eleştirmeyecek miyiz? Azınlık içinde birçok yakınmalar işittim ve öfkeye tanık oldum, burada onları anlatmaya dilim varmıyor, enikonu sıkılıyorum, utanıyorum, üzülüyorum, ben de öfkeleniyorum. Müdahale etmeden duramıyor, bu yüzden yitirdiği saygınlığını hesap edemiyor Koca Kapı. Diyeceğim bir şey var: Azınlıktaki seçim sonuçlarını kendi manipülasyonunun bir ürünü olarak yorumluyorsa, büyük yanılgı içinde bulunuyor demektir.
İlhan Ahmet için en kâbuslu senaryo gerçek oldu
Bu seçimlerde Rodop ilinde İlhan Ahmet’in yeniden milletvekili seçileceğine garanti gözüyle bakılıyor ve her şey onun lehine çalışıyor görünüyordu. Önce Koca Kapı düzeyinde. Mavi boncuğun Galip Galip’in elinde bulunduğu ve buna rağmen, yani büyük ölçüde çatışmalı bir biçimde, büyük bir oy patlamasıyla milletvekili seçildiği 2004 seçimleri çok gerilerde kalmış ve geçen süre içindeki gelişmeler hep onun lehinde olmuştu. Karşısında seçimini tehlikeye sokacak rakip gibi bir rakip yoktu. Bu kez Galip’in kulağına “sen aday olmayacaksın” diye fısıldadılar, o da buna istemeye istemeye uymak zorunda kaldı. Böylelikle Galip rakip olarak bertaraf edilmiş oldu. Buna İlhan’ın intikamı da denilebilir. Ne olur ne olmaz diye Pasok’un öbür aday adayı Mehmet Devecioğlu’nun da “bu işte sen de yoksun” diye kulağı çekildi. Başkalarının da kulakları çekildi. Bu gelişmeler Ahmet Hacıosman’a Pasok’ta adaylık yolunu daha da açmış oldu. 1980’li yılların başındaki bir başka Ahmet (Muncura) gibi Azınlık içinde pek popüler bir şahsiyet olarak gelişen Ahmet Hacıosman’ın adaylığı, Pasok tarafından politik şartların uzağında oy toplama maksadıyla popülerliği yüzünden kabul edildi. Ahmet’in adaylığı kesinleşince, Koca Kapı’nın tercihi, başta İlhan olmak üzere, ikiye bölündü. Hedef iki milletvekili seçmek olarak saptanınca, şimdi İlhan’ın önünde onun seçilmesini engelleyebilecek tek rakip Ahmet’ti, oy patlamasıyla Pasok’u Rodop ilinde birinci parti yapması halinde. Bunun tersi, yani İlhan’ın Ahmet’in seçimini engellemesi mümkün görünmüyordu, zira yeni Demokrasi’deki güçlü tek çoğunluk adayının yerine (Stilyanidis), Pasok listesinde güçleri eşit iki çoğunluk adayı vardı (Manolya ve Petalotis). İktidara soyunan iki partideki ikinci isimler ise, Erdoğan Sait ve Rıdvan Koca Mümin, arabanın beşinci tekerlekleri, ne kadar az oy alırlarsa “davaya” o kadar çok hizmet etmiş olacaklardı. KKE’den Nazmi Aydınköylü ile Radikal Sol Koalisyon’dan Ekrem Hasan ve Celalettin Yurtçu’nun adaylıkları bir formaliteden öteye geçmemeliydi.
Bütün çabaların milletvekili seçmeye kilitlendiği koşullarda, bir yandan seçilme şansı yok, öbür yandan azınlık oylarının dağılmasına yol açacak diye, öbür küçük partilere aday olacak azınlık üyesi çıkmadı. Örneğin Yeşiller azınlık adayı bulmak için çok uğraştılar, kimse bulunamadı. Oysa bu seçimlerde oldukça varlık gösteren Yeşiller Partisi, azınlık sorunlarına en etkili kürsü olabilecek bir siyasî oluşumdu. “Aman oylarımız dağılmasın! Aman milletvekili seçelim!” telaşının yanetkileri. Bu telaşı, azınlık sorunlarına en iyi nerede hizmet edilir sorusuyla birleştirmek te gerekiyor.
Üç buçuk yıllık milletvekilliği döneminde İlhan, Yunanistan’daki Yeni Demokrasi Partisi iktidarı ile Türkiye’deki AK Parti iktidarı arasında kendisinden istendiği ölçüde bir çeşit arabulucuk edebileceğini, bunun için gerekli olan kıvraklığa ve yeteneğe sahip olduğunu her iki tarafa da kanıtladı. Üç ay önce Türkiye’deki erken seçimleri AK Parti kazandı, bütün işaretler Yunanistan’daki erken seçimleri de Yeni Demokrasi Partisinin kazanacağını gösteriyordu. Bunlar hep İlhan’ın avantajları. Bu avantajları nasıl kullandı? Yeni hükümette kendisine bakan yardımcılığı görevinin verilebileceği söylentilerini yaydı. Azınlık seçmeninin önüne bundan daha çekici bir nitelik sürülemezdi. Ayrıca, hükümetin Azınlık lehinde aldığı ve alacağı önlemlerde kendi katkısını vurgulayıp durdu. Böylesine içerlikli bir adayıyla karşılaşmamıştı Azınlık, yüksek düzeyde böylesine bağlantıları olan. Derken, seçimlere bir hafta kala Ankara’ya gitti, kendisini başbakan Erdoğan çağırmıştı. Kıyak çekmenin daha ötesi olamazdı. Basında bu görüşmeden İlhan’la Erdoğan’ın yanyana fotografları çıktı, hâlâ anlamayanlar anlasın diye. İlhan’ın, oy kaybedeceği anlaşılan Stilyanidis’in önüne geçme şansı doğuyordu. Öbür yandan İlhan, Ahmet Hacıosman’ın politik kişilik olarak zaaflarını, ayrıca azınlık sorunlarını idrak etmek ve onları dile getirmekteki yetersizliğini çok iyi biliyor ve bu yüzden ona tepeden bakıyordu. İlhan’ın avantajları karşısında zor durumda kalan Ahmet Hacıosman da, kendine göre elindeki son kozunu oynadı, seçim propagandasının son günlerinde İşık Ahmet’i yardıma çağırdı (!), bu hareketiyle azınlık seçmenine ne gibi mesajlar iletmek istemişse.
Seçim sonuçları, İlhan Ahmet için en kâbuslu senaryoyu sahneye koydu. 15 bine yakın oy toplamıştı, çok oy, ama beklendiği kadar çok değil. Geçen seçimlerden az fazla, bunca avantajlarına rağmen. Birkaç yüz oy yüzünden Yeni Demokrasi Partisi listesinde Evripidis Stilyanidis’in gerisinde kalmıştı ve yüz oy yüzünden Pasok Rodop ilinde birinci parti olmuştu. Ve bu nedenlerle İlhan Ahmet seçilemedi. 15 bine yakın oy alan Ahmet Hacıosman, yani lüzumundan ve tahmin edilenden çok fazla, öbür adayları çok gerilerde bırakarak Pasok listesinde birinci gelmiş ve milletvekili seçilmişti. Hiç oy almaması istenen ikinci azınlık adayı Rıdvan Koca Mümin de 3 bin kadar oy toplamış ve kâbuslu senaryonun gerçekleşmesine katkıda bulunmuştu.
Şimdi İlhan Ahmet’i Yunanistan’daki Yeni Demokrasi Partisi iktidarı arayacaktır, Türkiyede’ki AK Parti iktidarı arayacaktır, Azınlık ta arayacaktır. Ama burada etik-ahlakî kurallar konusu varmış, bunların nerede ihlal edildiğini hiç arayıp sormayın, yoksa İlhan’ı aramaktan vazgeçeceksiniz.
Ahmet Hacıosman’a gelince. Ahmet, pek yakında, milletvekilliğinin, bir akşamda on beş azınlık köyünü dolaşmaktan ve her mevlit töreninde beş yüz azınlık insanının elini sıkıp sırtını okşamaktan daha değişik bir şey olduğunu anlayacak ve şimdiye kadar anlamını algılayamadığı ve hiç hazır olmadığı bir rolü oynamaya çalışacak. Bir tesellisi var. Bu rolünü dört yıllık bir yasama döneminin sonunda bile hâlâ algılayamayan ilk azınlık milletvekili olmayacaktır. Sonra, zaten Azınlığın kendisinden beklentileri çok değil. Kendisinden beklentileri olan seçilemeyen İlhan’dı.
Aday yaptıysak, milletvekili de yapacağız demedik
“Paratiritis” gazetesinde Yannis Yanginis yazmasa öğrenemeyeceğiz. Pasok’un Avrupa milletvekillerinden birkaçı ulusal seçimlerde aday olup ta ulusal parlamento üyesi seçilince, şimdi Avrupa Parlamentosu üyeliğinden istifa etmek zorunda kalacaklar. Avrupa Parlamentosunda onların yerini Pasok’un aday listesindeki sıraya göre yedekler alacak. Yedeklerden biri olan gazeteci Anni Podimata Avrupa milletvekilliğini kabul etmediğini açıklayınca, Pasok listesinde sıra İskeçeli Muzaffer Kabza’ya kadar gelmiş. Hiç hesapta olmadığı ve hiç istenmediği halde Muzaffer Kabza apar topar Avrupa milletvekili ilan edilecek nerdeyse! Haddimizi bilelim. Biz seni aday yaptıysak, göz boyamak için, milletvekili de yapacağız demedik. Yanginis’in yazdığına göre, Pasok yönetimi, Podimata’ya korkunç baskı yapmış, o da sonunda ilk kararından vazgeçip önümüzdeki bir buçuk yıllığına Avrupa milletvekili olmayı kabul etmiş. Böylece Muzaffer Kabza’ya Avrupa Parlamentosunun kapıları kapanmış, azınlık üyesi ilk Avrupa milletvekili olacaktı. Burada merak konusu olan, Pasok’un Anni Podimata’yı hangi savlarla ikna ettiği, çok ilginç şeyler söylenmiş osa gerek. Herhalükarda M. Kabza Pasok listesinde artık ilk yedek. Buradan öte önümüzdeki bir buçuk yıl içinde herhangi bir nedenle boşalacak bir üyeliği doldurmaya çağrılacak isim o, Pasok yönetimi bu kez engelleyemeyecek.
Sinaspismos’un defteri nasıl dürüldü?
Bu seçimlerde Radikal Sol Koalisyon-Sinaspismos partisinin Azınlık içinde düştüğü hal hüzün verici, ama aslında çok olağan ve bekleniyordu. Azınlıkta “κατά τεκμήριο” en kaliteli elemanlara sahip Sinaspismos’un hezimetinin sorumlusu yine o elemanlarιn kendisi. Demek ki “kalite”, kendiliğinden cazip değil, onu her gün kanıtlamak gerek. Azınlığı politikleştirme ve radikalleştirme fırsatını yakalamışlardı, Azınlık onlara bu fırsatı vermişti, bozuk para gibi harcadılar. Radikal Sol Koalisyon’un kendisine gelince, onun üzerinde milletvekili seçecek kadar yığışım sağlandığı dönemde bile, radikalliği, Azınlık için Türk tanımını benimseyecek noktaya kadar dahi uzanamadı, Azınlığın kriterlerine göre düzenin partisi konumundan kurtulamadığını göstererek, ne o zaman ne de şimdi. Düzenin partilerini tercih edecek olduktan sonra, bu tanıma daha layık olanları ve iktidara oynayanları niye tercih edilmesin?
İki partili düzenden tek partili düzene
ΚΚΕ genel sekreteri Aleka Papariga, Radikal Sol Koalisyon Partisi başkanı Alekos Alavanos ta onun kadar, seçim öncesi konuşmalarında ikipartililiğin yıkılması gereği üzerinde vurgu yapıp durdular. Seçim sonrasında Pasok partisi, dağılma sürecinin başlangıcı olarak nitelendirilebilecek görülmedik bir bunalımın içine girdi. Buna göre iki partili düzen gerçekten yıkılmaya yüz tuttu denilebilir. Onun yerine gelmekte olan, Papariga ve Alavanos’un umut ettikleri çok partili düzenin tersine, sanırım, Yeni Demokrasi partisinin salt egemenliği altında tek partili düzen.
Seçimlerle ilgili
Etiketler: İbram Onsunoğlu
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder