Azınlığın yakın geçmişine bir göz atarken

Azınlıkça
Sayı: 33
Yazı Dizisi

İbram Onsunoğlu

Azınlığın yakın geçmişine bir göz atarken

Refika Nazım’ın anısına

-L-

13 Şubat 1983 Eşekçili olayları

O gün Eşekçili camiinde yapılması kararlaştırılan genel kurul toplantısında Atina’da İçişleri Bakanı Georgios Genimatas’la görüşen azınlık heyeti Yakalıları bu görüşme konusunda bilgilendirecek ve ardından Atina ziyareti yüzünden iptal edilen yürüyüş gerçekleştirilecekti. Yürüyüş Eşekçili köyünden çekilecek, belirli bir güzergah izleyerek Gümülcine’de vilayet konağı önünde son bulacak ve orada miting düzenlenecekti.

Polis, tabiî, yeniden yasak çıkardı, kimseyi ikna edemeyecek tutarsız ve gülünç gerekçeler ileri sürerek. Ama yürüyüşü yasaklamakla yasaya aykırı hareket ettiğini herkesten çok polisin kendi biliyordu. Haksızlığa uğradığına inanan bir grup vatandaş bunu bir mitingle protesto etmek istiyordu, polisle zorunlu temaslarımızda olayı bu tabana oturtuyorduk, azınlıksal-ulusal boyutuna hiç vurgu yapmayarak, anayasa tarafından garanti altına alınmış bir hakkı kullanmak istediğimiz konusunda ısrar ederek. Ve sen bu protesto gösterisine müsaade etmiyordun, bir kez yasaklamıştın, iki kez, şimdi üçüncüsü, her defasında daha tutarsız gerekçelerle. Bir açıdan polis gülünç duruma düşüyordu, üstelik haklar ve özgürlükler konusunda kılıcından kan damlayan sosyalist iktidarın polisi bu, veya sosyalist iktidarın kendisi.

O iktidar ki, iki yıl önce muhalefetteyken, yine bir kamulaştırma olayında toprağını kaybeden rençperlerin iki yıldan çok süren ve zaman zaman sokak çatışmalarına dönüşen protesto gösterilerinde başı çekmişti. “Venizelos Hava Limanı” için Atina dışındaki Spata bölgesinde yapılan kamulaştırmayı kastediyorum. Sonunda yeni hava limanının Spata’ya inşası kesinleşti, ama toprak sahiplerine dönüm başına ödenen tazminat 1 ile 2 milyon drahmiye çıkarıldı, direnişlerini kırmak için besbelli. Yaka’da ise dönüm başına ödenecek tazminat 3 bin ile 10 bin drahmi arasında değişen bir miktar olarak saptanmıştı. Oysa aynı dönemde aynı bölgeden bir dönüm tarla 100 bin drahmiye alıcı buluyordu.

Bir hafta önce Müftülükteki Yüksek Kurul toplantısında oluşan genel kanaat Atina ziyaretinin fiyaskoyla sonuçlandığı idi, “yeşil ışık” gören Hasan Hatipoğlu ve milletvekili Ahmet Mehmet gibi daha birkaç kişinin farklı yaklaşımı Müftüyü bile etkilememişti, ve şimdi bu kanaat Yakalılara iletilecekti. 2 Şubat yürüyüşünün iptal edilip te Atina’ya gidilmesi konusunda en çok dayatanlardan biri de Müftü olmuştu ve Yakalıları ikna etmek için “Atina ziyaretinden olumlu bir sonuç çıkmazsa, söz veriyorum, yapacağınız yürüyüşün başını ben çekeceğim.” demişti. Nitekim Müftü o gün Eşekçili’ye ilk gelenler arasındaydı.

Gümülcine’den Eşekçili’ye gidenlerin yolda polis tarafından engellenmesi söz konusuydu, ama engellenmedik. Abdülhalim Dede’nin “istihbaratı” kuvvetlidir, Atina’daki gazeteci arkadaşlarından Kamu Düzeni Bakanı Skularikis’in yürüyüş yüzünden uykularının kaçtığı (!) ve yürüyüşün ne pahasına olursa olsun engellenmesi emrini verdiği haberini almıştı, bu amaçla Selanik’ten Gümülcine’ye mitingleri bastırmak ve dağıtmakta kullanılan toplum polisleri taşınmıştı. Eşekçili’ye vardığımızda Mehmet Nuri ve öbür Yakalılardan köyün polisler tarafından sarılmış olduğunu öğrendik. Gerçi ortalıkta polis yoktu, Mehmet Nuri ve köylüler onların cıvarda ağaçlıkların arkasına gizlenmiş olduklarını söyledi, tarla yollarında polis otobüslerini ve kluva’ları (tutukluları taşımakta kullanılan özel arabaları) görmüşlerdi. Hava gergindi, ama Yakalılar da kararlıydı.

İki gün önce son olarak Emniyete çağrıldığımda, Trakya polis komutanı bana camiin içinde toplantı yapabileceğimizi, ancak cami dışında bir adım yürüyüşe müsaade edilmeyeceğini bildirmişti. Ben, toprakları elinden alınan köylünün bunu şikayet ve protesto etmek için yürüyüş ve miting düzenlemesinin en yasal hakkı olduğunu söyleyince, böyle bir şeye teşebbüs edilmesi halinde “Yakalayıp içeri tıkayacağım ve ayaklarını kıracağım ilk kişi sen olacaksın!” tehditine maruz kalmıştım. “Yürüyüşe karar verecek ve onu gerçekleştirecek olan köylüdür, ben değil. Ben kendi açımdan onların haklı olduklarına inanıyor ve yanlarında yer alıyorum.” diye verdiğim yanıt, polis komutanını iyice çileden çıkardı. Savurduğu tehditi oracıkta yerine getirmek istercesine üzerime yürüdü, geri adım atmak zorunda kaldım. Emniyet şefinin bürosunda sivil ve üniformalı daha beş altı yüksek rütbeli polis var, bir tek Emniyet şefi İoannidis’i ismen tanıyorum, bir süre önce onunla Ksenia otelinde Konsolosluğun verdiği resepsiyonda tanışmıştım. Beni nihayet serbest bıraktıklarında İoannidis arkamdan bağırıyordu: “Her şeyin senin yastığının altından çıktığını biliyoruz! Sen istemezsen ve toplantıya katılmazsan yürüyüş te olmayacaktır, bunu da biliyoruz!” Oh, polisin psikolojik oyunları, acaba daha kaç kişiye aynısını söylemiş ve aynı tehditleri savurmuşlardı?

Toplantı başlamazdan önce Mehmet Nuri’yle konuşuyor ve bu gerginliği tartışıyoruz, yasaklanan yürüyüşü gerçekleştirmenin güçlüklerini. Bu koşullarda kasabaya kadar yapılacak yürüyüşün imkansız göründüğünü söylüyor bana. Yakalılar kararlı, ama köye kadar gelmiş olan polis kuvvetleri nasıl yarılacak?...

Camiin önünde birikmiş kalabalığın arasında birkaç aynasız dolaşıyor, kendilerini tanıyorum, Türkçe bilenlerden, istesek onları oradan kovabiliriz, ama böyle bir şeye teşebbüs etmiyoruz, çünkü her şeyin şeffaf olmasını arzu ediyoruz, gizleyecek hiçbir şeyimiz yok. Daha önce iktidar partisi milletvekili Dimitrios Vradelis’in de genel kurula katılmasına ve konuşmasına müsaade etmiştik, iş bozmaya geldiğini bile bile. Bir Vradelis’in oyunlarını mı bertaraf edemiyecektik?

Ben de M. Nuri’ye bu kez genel kurulu yönetmek istemediğimi söylüyorum. Toplantıyı yönetirken camiin içinde kapalı kalmak yerine, hareket serbestliğimin olmasını ve dışarıda nelerin cereyan ettiğini izlemeyi tercih ediyorum. Yürüyüşün nasıl örgütleneceğini ve daha başka şeyleri tasarlamak istiyorum, bir çatışma çıkacağı besbelli. M. Nuri üsteliyor, toplantıyı yönetmeyi kabul etmiyorum. Ağır basan bir başka neden daha var, Müftünün bir kez daha küçük düşmesini istemiyorum, son iki haftadır Yaka davasına inanmış ve ona dört elle sarılmış görünüyor. Öte yandan gelişmeler istenmeyen bir yöne kaymaya başlayınca, derhal müdahale edip durumu düzeltecek gücümüz var. Kalabalık camiin içine girdi ve toplantı başladı, H. Hatipoğlu Divan başkanı olarak Müftüyü önerdi, beklediğimiz gibi, biz de itiraz etmedik.

Daha önce de işaret ettiğim gibi, bu 4. genel kurul toplantısında Yaka dışından gelen dayanışmacılar öncekilere bakışla daha azdı. İskeçeliler yok, Orhan Hacıibram ve Celal Zeybek gelmemişler, Mehmet Emin Aga yok, Takımın yarısı orada değil, ayrıca İnhanlılar grubunun Takım tarafından Gümülcine’de alıkonulduğunu öğrendik. O gün Gümülcineli dayanışmacılardan da birçoğu gelmemişti. Polis kuvvetleriyle sürtüşmeler başladığında, gazeteci Abdulhalim Dede’ye fotograf çekmesini söylüyorum, ama yanından hiç ayırmadığı fotograf makinasını o gün almayı unutmuş. “A be nasıl unuttun” diye soruyorum. Hayıflanıyor, “Ne olacak be aga” diyor, “bu toplantı ve yürüyüşün de nasıl olsa sabote edileceğini düşündüm ve buraya angaryaya gelir gibi geldim, hiçbir şey olmayacak diye, onun için fotograf makinasını almak bile aklıma gelmedi, böyle sahneler yaşanacağını nereden tahmin edebilirdim ki.” Başkaları da onun gibi düşünmüş olsa gerek. O günkü Eşekçili olaylarından elimizde hiçbir fotograf yok. Ve sonradan öğreniyoruz ki, çeşitli yerlerden gelip te vilayet önünde yapılacak olan mitinge katılmak için oradaki alanda ve sokaklarda Yakalıların yürüyüşünü bekleyen bir kalabalık oluşmuş bir kez daha ve polis onu dağıtmaya çalışmaktadır. Ama Yakalılar bir kez daha vilayet önüne gelemiyeceklerdir.

13 Şubat günü cereyan eden başka olayların anlatımına ve yorumuna devam etmezden önce, burada toplantının “resmî” tutanağını yayımlamanın yerinde olacağını sanıyorum. Tutanak, konuşulanların ve olayların küçük bir özetini vermekten bile uzak.

13 Şubat tarihli 4. genel kurul toplantısının TUTANAĞI

Yer: Thamna (Eşekçili) köyü camii. Tarih: 13 Şubat 1983

13 Şubat saat 10’a doğru halk camiin etrafında toplanmaya başladı. Cami çevresindeki duvarlara yazılmış olan sloganlar, halkın oraya niye toplandığını ifade ediyordu. Sloganlar, Türkçe ve Yunanca olarak yazılmıştı: “Hava alanı mı, okul mu”, “Mücadele devam ediyor”, “Polis yasaklamaları değil, sorunlarımıza çözüm istiyoruz”, “Köylerin yok olmasına hayır”, “Kahrolsun terör”, “Üniversiteye evet, açlığa hayır”.

....

Saat 11’de camiin içine toplanan halka açış konuşmasını Asomatos (Bulatköy) Belediye Müdürü doktor Mehmet Nuri yaptı. Müdür, kısa konuşmasında, Atina’ya giden heyetin getirdiği neticeleri anlattı ve bu neticelerin halk önünde tartışılmasını önerdi. Ve İçişleri Bakanının alacağını söylediği önlemlerin Yakalının yaralarını sarıp sarmayacağını çok iyi değerlendirmemiz gerektiğini vurguladı (1).

Daha sonra Divan Heyeti seçimine gidildi. Divan başkanlığına Komotini Müftüsü Hüseyin Mustafa seçildi. Yazmanlığa Gerçek gazetesi sahibi İsmail Rodoplu ve doktor Mehmet Nuri seçildiler.

Müftü, ilk olarak sözü Atina’ya giden heyetin üyelerinden eski milletvekili Sabahattin Galip’e verdi. Sabahattin Galip, yaptığı uzun komuşmasında, heyetin Atina’daki faaliyetlerini ayrıntılı olarak anlattı. Dışişleri Bakan Yardımcısı Kapsis’in Yaka’daki kamulaştırma konusunun Dışişlerini ilgilendirmediğini ve İçişleri Bakanlığına gidilmesi gerektiğini söyleyip, heyeti İçişleri Bakanına gönderdiğini, İçişleri Bakanı Genimatas’la yapılan uzun görüşmede Bakanın üniversite sitesi için yapılan kamulaştırmanın değişmeyeceğini, fakat Yaka köylülerinin yaralarının her türlü yoldan sarılmaya çalışılacağına ve en kısa zamanda bizzat şehrimize gelerek durumu yerinde inceleyeceğine söz verdiğini anlattı.

Daha sonra sözü doktor İbram Onsunoğlu aldı. Onsunoğlu, İçişleri Bakanına bir önerge verildiğini ve önergede kamulaştırmanın bölüm bölüm yapılmasının önerildiğini anlattı (2). Bakanın iddialarını çürütücü konuşmalarda bulundu. Kamulaştırmanın anlaşılmaz bir şekilde nasıl Yaka’ya kaydırıldığını, kamulaştırılan arazilerin beş yıldan beri kullanılmaz bir halde durduğunu, buralarını otlak olarak kullanmak isteyen sürü sahiplerinin bile cezalandırıldığını vs vs ve bunların Bakana açıklandığını, Bakanın kendilerini anlayışla dinlediğini, ancak konuyla ilgili yeterli bilgisi olmadığını itiraf ettiğini ve şimdiden sonra bilgi edinmeye çalışacağını söylediğini anlattı.

Söz, eski milletvekillerinden Akın gazetesi sahibi Hasan Hatipoğlu’na verildi. Hatipoğlu, Yaka sorununun 120 bin Batı Trakya Türkünün davası olduğunu, Hükümetin bir yeşil ışık yaktığını, ayrıca kurulan bir başka heyetin de İşçi Derneği, Tüccar Kulübü, yerel gazeteciler, Esnaf Kulübü vs ile temaslarda bulunduğunu, konuyu aydınlatmaya çalıştıklarını ve bu kuruluşlardan anlayış gördüklerini anlattı ve Müftülüğe vekalet verilmesini istedi. Davayı Müftünün başkanlığında bir heyetin üstlenmesini önerdi (3).

Sözü, Yaka belediye müdürü Mehmet Nuri aldı ve meselelerden politikacıların yararlanmaya çalışmamasını ve konunun dağılmaması için İçişleri Bakanının önerilerinin görüşülmesini istedi.

Bunun üzerine Yaka köylüleri kendi fikir ve önerilerini sunmaya başladılar. Köylülerden Hüseyin amca, fabrikalarda bu kadar kişiye nasıl iş bulanabileceğini, bunun büyük bir sorun olduğunu, ayrıca 40-50 yaşlarında bir köylünün bundan böyle nasıl fabrika işçisi olabileceğini, bunun da büyük bir sorun olduğunu vurguladı.

Daha sonra köylülerden İsmail, kamulaştırma yüzünden işlenen topraklarını kaybettikleri için kirazlıkları bozup tarla yapmak zorunda kaldıklarını, böylece kirazdan elde ettikleri gelirden de mahrum kaldıklarını, gittikçe ekonomik çıkmaza girdiklerini ve ne yapacaklarını şaşırmış olduklarını anlattı.

Köylülerden Hasan: “Biz topraktan anlarız, topraksız yaşayamayız, bizim meselemiz toprakla çözülür.” diye konuştu. Kamulaştırmanın bölüm bölüm yapılmasını önerdi. Azınlıkta yetki ve mevki sahibi kişilerin daha önce konuya ciddiyetle niye eğilmediklerini sordu.

Daha sonra sözü İsmail Rodoplu aldı ve Yakalıların avukatı Mehmet Müftüoğlu’nun konuşmasını istedi.

Bu arada nereli olduğu bilinmeyen bir genç kışkırtıcı bir konuşma yaparak bir an önce camiden çıkılıp yürüyüşe geçilmesini istedi. Gencin konuşmasının akabinde camiin üst katında bulunan kadınlar arasında hıçkırıklar duyulmaya başladı. O anda sözü doktor Mehmet Nuri aldı ve duygusal hareketlerin hiçbir yarar getirmeyeceğini, yapılacak her hareketin zarar ve faydaları ile ele alınıp ölçüp biçilmesi gerektiğini söyledi.

Müdürün konuşmasının ardından Mücadele Heyetinin karar metninin okunmasına geçildi.

MÜCADELE HEYETİNİN HALKA AÇIKLAMASI

3 Şubat 1983 Perşembe günü Yaka sorunu için Atina’ya giden heyet İçişleri Bakanı ile görüştü. Bakan, görüşme sırasında bir takım önerilerde bulundu. Bakanın önerilerini aşağıdaki sebeplerden dolayı kabul etmiyoruz.

1.İçişleri Bakanı Genimatas, tarlalarımızın yerine tarla satın alabilmemiz için, 1366/1938 sayı ve tarihli yasanın kaldırılacağına söz vermiştir(4). Ancak yasa kaldırılsa dahi sorunumuza herhangi bir çözüm getirmeyeceği; çünkü etrafta satın alınabilecek tarla yoktur.

2.Bölgemizin sanayi değil, tarım bölgesi olması nedeniyle fabrikaların çok azdır ve bunca kişiye fabrikalarda iş teminine imkân yoktur; fabrikaların var olduğunu düşünsek bile fabrika işine uyum sağlayamayacak 40-50 yaş üstü işsizlerin durumu ne olacaktır.

3.Yaka kuzeyinin dağlık olmasına rağmen hayvancılık ta yapamıyoruz. Çünkü ağaçlandırma yapıldığından yasak vardır. Halihazırdaki hayvan sahipleri bile otlak bulamadıklarından çok güç durumda kalmaktadırlar.

Bundan dolayı toprağa bağlı olan bizlerin meselesi ancak toprakla çözülebilir. Ve başka yerlerden toprak edinmemize imkân olmadığından, Trakya Üniversitesi Komotini bölümü binaları için 2 Ocak 1983 tarihli açıklamamızda belirttiğimiz karalarımızda ısrar ediyoruz. Yani 300 dönüm arazimizi para karşılığı beklemeden Üniversiteye bağışlıyoruz. Geriye kalan araziler de tamamen topraksız kalan sahiplerine verilmelidir.

Mücadeleye devam ediyoruz.

a)İsteklerimiz gerçekleşinceye kadar tarlalarımızın kamulaştırma bedellerini almamaya,

b)Milletvekillerimizden (Nea Dimokratia’daki Mehmet Hafız Yaşar ile Pasok’taki Ahmet Mehmet’ten) davamızla ilgili Millet Meclisine soru önergesi vermelerini istemeye,

c)14-15 Şubat günleri Thamna (Eşekçili) köyü ilkokul öğrencilerini okula göndermemeye,

d)Vaaz ve İrşad Heyetini Batı Trakya’nın bütün camilerinde davamızı duyuracak konuşmalar yapmaya davet etmeye,

e)Mücadelemizde kararlı olduğumuzu belirtmek için, Eşekçili camiinden köy meydanına kadar yürüyüş yapmaya ve orada iki saat oturma direnişi gerçekleştirmeye(5)

KARAR VERİYORUZ.

Bu önerilerimizi genel kurulun onayına sunuyoruz.

Bu karar metni, Yaka halk meclisinin onayına sunuldu ve oy birliğiyle kabul edildi.

Karar metninin son maddesinin gereği olarak köy meydanına kadar yürüyüş yapılmasına girişildi. Yürüyüş yarıda kesildi (5). Daha sonra tekrar camiye dönüldü. Tekrar konuşmalar başladı. Doğal olarak elektriklenen havanın etkisiyle pek çok kişi camiye girmeyi reddetti.

Camide ilk konuşmaları Sabahattin Galip ve İleri gazetesi sahibi Halil Haki yaptılar. Halil Haki, eskilerin bu tür mücadeleleri bilmediklerine işaret etti ve toplantının başarıya ulaştığına inandığını söyledi.

Sözü Hafız Cemali aldı, heyetler oluşturulmasını önerdi, Atina ve Ankara’ya gidilmesi gerektiğini ve kendisinin konuyu İslâm Kongresine götüreceğini söyledi.

Daha sonra sözü Naim Kadıoğlu aldı, mücadelenin düşünüle düşünüle verilmesi ve mümkün olduğu kadar soğukkanlılığın korunması gerektiğini söyledi.

Daha sonra dava, Müftünün başkanlığındaki Yüksek Kurula devredildi (6).

Toplantı saat 14’te sona erdi.

Divan Başkanı

Komotini (Gümülcine) Müftüsü Hüseyin Mustafa

Yazmanlar

Mehmet Nuri, İsmail Rodoplu

(1)İçişleri Bakanı Genimatas’a, diğerleri yanında, kamulaştırmadan zarar gören yurttaşların elden geldiğince zararlarını gidermek ve onları yeniden düzlüğe çıkarmak Devletin bir yükümü olduğu halde, 5 yıldır bu konuda hiçbir şey yapılmadığı hatırlatılmıştı. Yaka’da tümü küçük toprak sahibi olan rençperlerin kamulaştırmadan sonra yegâne gelir kaynaklarını yitirdikleri ve işsiz kaldıkları, ayrıca topraksız kalan bir rençperin yeniden toprak edinmeye kalkması halinde Azınlığa uygulanmakta olan taşınmaz mal edinme yasağıyla karşılaşacağı şikayet edilmişti. Bakan da, bu şikayetlere yanıt olarak, Rodop İş Bulma Kurumuna derhal emir verip Yakalılara fabrikalarda ve başka yerlerde öncelikli olarak istihdam sağlayacağını ve yine Yakalılar için taşınmaz mal edinme yasağını kaldıracağını vaadetmişti.

Burada kimi çelişkilere işaret etmeden geçmek istemiyorum. Biz, bir yandan kamulaştırmanın kaldırılmasını veya kısıtlanıp gerçek ihtiyaçlara, yani 3.200 dönümden 300 dönüme, indirilmesini talep ediyoruz, öbür yandan yol açtığı sıkıntıları şikayet ediyoruz, bu sıkıntıların giderilmesini istercesine, dolayısıyla kamulaştırmayı kabullenmiş görünürcesine. Bu bizim çelişkimiz. Bundan yararlanan Bakan da, kamulaştırma yüzünden ortaya çıkan sıkıntıları gidermeye çalışacağına söz vermeye koşuyor, yeter ki başlayan direniş dursun. Bakanın çelişkisi ise şurada: Kamulaştırma, Azınlığa uygulanmakta olan tenkil siyaseti çerçevesinde alınmış bir önlemden başka bir şey değildi, bütün öbür büyük kamulaştırmalar gibi. “Ektenepol” için, sanayi bölgesi için, askerî ihtiyaçlar için Rodop ilinde yapılan kamulaştırmalar, İskeçe’de İnhanlıların tarlalarından kovulması, hep Azınlık aleyhinde alınmış önlemlerdi. Ve hedef, Azınlığı bizim Bakana şikayet ettiğimiz sıkıntıların içine itmek ve Trakya’dan kaçmasını sağlamaktı. Şimdi Bakan, bu sıkıntıları gidereceğini vaadediyordu. Bu vaadlerinde samimî olabilir miydi? Tenkil siyasetini delebilir miydi? Sonra, biz Bakanla görüşürken bilmiyorduk, ama o büyük bir olasılıkla biliyordu, bir kaç ay sonra Resmî Gazetede yeni bir toplu kamulaştırma kararı yayımlanacaktı. Bu yeni kamulaştırma, kurulacak açık hava hapishanesinin ihtiyaçları için, Karacalköy ve Balafar’dan Kozlukepir’e kadar uzanan ve onlarca azınlık köyünü içine alan 30 bin dönümlük geniş bir alanı kapsıyordu. Besbelli Rodop’taki Azınlığa son darbe olarak tasarlanmıştı. Açık hava hapishanesi konusu 10 yıla yakın bir süre gündemde kaldı ve 1992’lerde Miçotakis hükümeti döneminde ilgili kamulaştırma iptal edildi.

Dolayısıyla Azınlıkta hangi belirli bir sorun için mücadeleye girişilse girişilsin, sonunda bu mücadele genel azınlık sorununu dile getirmeye yönelecekti, yani tenkil politikasının durdurulması talebinde odaklanacaktı, tüm Azınlığı harekete geçirerek. Yaka Direnişi de böyle bir boyut kazanmıştı, Hükümetin büyük rahatsızlığı bu yüzden.

(2)Azınlık heyeti, Genimatas’a ayrıca bir de muhtıra sunmuştu. Orada, Trakya Üniversitesinin ihtiyaçları için bölgeden 300 dönümlük bir alanı bağışlamaya hazır olduğunu söylüyor, 3.200 dönümlük araziden geriye kalanının sahiplerine işlemeye geri verilmesini talep ediyordu. Bu arada gelecekte Üniversitenin genişlemesi ve yeni arsalara ihtiyaç duyulması halinde her defasında bölüm bölüm yeni kamulaştırmalara gidilebileceğine işaret ediliyordu.

Zira 5 yıdan beri dikenli tellerle çevrilmiş olan 3.200 dönümlük eski tütün tarlaları ve kirazlıklar kullanılmadan boş duruyordu, orada hayvan otlatmak bile yasak edilerek, Yakalı rençper ise tütününü ve diğer ürünlerini işleyecek toprak bulamıyordu. Yaka’daki kamulaştırmanın kasıtlı yapıldığına, Üniversitenin gerçek ihtiyaçlarını çok aştığına ve bunların bir bahane olarak kullanıldığına dair kanaatimizin kesin olduğunu söylemiştik Bakana. Trakya Üniversitesi, üç ilin bölüştüğü bölgesel bir üniversiteydi, yalnızca Rodop ilinden 3.000 dönümden çok bir yer kamulaştırılıyorsa, diğer iki ilden de, Evros ve İskeçe’den, aynı genişlikte iki alana ihtiyaç duyulacağını farzedebilirdik, yani bölgesel bir üniversite 10 bin dönümlük bir alana mı oturtulacaktı? Ayrıca, bir kaç yıl sonra diğer iki komşu ilin de, Kavala ve Drama’nın, üniversiteden pay isteyeceklerine kesin gözüyle bakılmalıydı. Yani toplam yüzölçümü 12 bin dönümü aşan bir üniversite mi tasarlanmıştı? Oysa 30 bin öğrencisiyle Balkanlar’ın en büyük üniversitesi diye gurur duyduğumuz Selanik Üniversitesi, 550 dönümlük bir arsa üzerine inşa edilmişti. Öte yandan Gümülcine’de Trakya Üniversite sitesi için ilk seçilen yer, Küçükköy yolundaki radyo merkezi ve çevresindeki çayırlıklar idi, kısmen devlet arazisi olan ve kısmen işlenen ve yüzölçümü 300 dönümden çok olmayan bir alan.

Genimatas’ın bu savlarımıza verdiği yanıt, “Ama biliyor musunuz, Ankara’da ODTÜ, 13 dönümlük bir alan üzerine inşa edilmiş bulunuyor” olmuştu.

Kamulaştırmanın üzerinden 30 yıla yakın bir süre geçti. 30 yıl sonra bugün 3.200 dönümlük alanın ancak 300 dönümlük bir bölümüne binalar inşa edilmiş bulunuyor, geri kalanı boş duruyor, bizim o zamanki bütün olumsuz tahminlerimizi doğrulayarak. Görünen köy kılavuz istemez. Ayrıca bu yıl Üniversitenin, elimizde boş durmaktansa bir işe yarasın bari düşüncesiyle besbelli, 80 dönümlük bir arsayı özel bir eğitim kurumuna bağışladığını öğrendik. O tarlalar azınlık insanının elinden gerçekte bedelsiz alınmıştı veya bir parça ekmeye, onları şimdi bedelsiz bağışlamak ta kolay oluyor. Ancak ileride Yaka tarlalarının parsellenip arsa olarak satılmaya başlaması kimseyi şaşırtmamalıdır. “EKTENEPOL” için kamulaştırılan ve büyük çoğunluğu azınlık insanına ait tarlaların akibeti de benzeri bir skandala konu olmadı mı? Sanayi bölgesinde de kısmen aynısı olmadı mı?

(3)Hasan Hatipoğlu (ve Takım), her fırsatta, mücadelenin Yakalıların elinden alınıp Müftü başkanlığındaki Yüksek Kurula devredilmesini ısrarla istemektedir. Zira Yüksek Kurul, Takımın cirit attığı yerdir. Halk meclisinin ise, dolapların döndürülemediği ve gerçek niyetlerin gizlenemediği bir alan olduğu ortaya çıkmıştır. Mücadelenin Yüksek Kurula devredilmesi, batağa saplanması ve durması demekti ve halk meclisi bunu çok iyi seziyordu. Hatipoğlu’nun önerisine Mehmet Nuri’nin derhal tepki göstermesi o yüzden.

(4)Azınlığa taşınmaz mal edinme yasağı, 1366/1938 sayı ve tarihli yasayla gerekçeleniyordu. Buna göre, sınır bölgelerinde taşınmaz mal alımı (hatta kiralama), bir millî heyetin onayından sonra gerçekleşiyordu. 1965 yılına dek bu şarta pek uyulmazken, o tarihten itibaren azınlık üyeleriyle ilgili olarak alımsatım işlemleri için millî heyetin bir türlü gelmeyen onayı bekleniyordu. İskeçe kökenli Atinalı avukat Georgios Apostolidis, yaptığı bir araştırmadan sonra, bu heyetin azınlık üyelerinin ilgili taleplerini incelemek üzere (ve reddetmek üzere bile) hiçbir zaman toplanmadığını saptamış ve bunu bir yazısında ifşa etmişti. Söz konusu yasa ve öngördüğü heyetin sözüm ona vermediği onay, bir bahaneden başka bir şey değildi. Azınlık politikası, yasalarla değil, yasadışı gizli genelge ve direktiflerle yürütülüyordu, tam bir keyfîlik içinde. Nitekim Yunanistan AET’ye girdikten beş yıl sonra bu yasa yürürlükten kaldırıldı, ancak azınlık insanına uygulalanan yasak aynen devam etti, 1992’lere kadar.

(5)Görüldüğü gibi, Mücadele Heyetinin sunduğu karar metninde Gümülcine’ye yapılacak yürüyüşten vazgeçilmiş, köy içindeki bir yürüyüşle yetinilmiştir. Böylesi, o koşullarda belki realist bir öneriydi, ancak herhalükarda geri atılmış bir adımdı, gerçi sonunda ona bile müsaade edilmedi.

(6)“Dava, Müftü başkanlığında Yüksek Kurula devredildi.”, ama tutanakta ilgili öneriyi kimin yaptığı, önerinin nasıl oylandığı kaydedilmiyor. “Yürüyüş yarıda kesildi.” diye bir kayıt var, ama neden yarıda kesildiği hiç açıklanmıyor. Polisle uzun süren bir sürtüşmeden sonra yürüyüşçüler geri dönüp yeniden camiye girildiğinde, heyecan ve gerginlik son haddine varmıştı. Yakalılar, “liderlerin” polis kuvvetleri karşısında gerilemiş ve yürüyüşü devam ettirmemiş olmasından öfkeliydiler ve bu yüzden halkın büyük çoğunluğu yeniden camiye girmeyi ve orada bir kez daha nutuk dinlemeyi reddetmişti. Bunların arasında ben de varım. Hasan Hatipoğlu, camide, yeni bir fırsat yakaladığını sanarak, Yaka davasının yerinde yürütülmesi yerine Müftünün başkanlığında Yüksek Kurula devredilmesi önerisini yinelemiş ve o gerginlik ve karışıklık içinde kimse itiraz etmemişti. Böylece nihayet muradına ermişti.

Takım, daha ilk gününden itibaren, Yaka mücadelesinin halkın elinden alıp Müftü başkanlığındaki Yüksek Kurula devrini istiyordu, bunun belki muhafazakâr ve yanlış, ama samimî bir bir anlayıştan ileri geldiği düşünülebilir. Ve sonunda böyle bir karar aldırmayı başarmıştır. Şimdi ardından gelen soru, peki sonra ne yapmıştır, böyle bir yüküm ve sorum altına girdikten sonra? Kesinlikle hiçbir şey! Bir taş altına bir taş üstüne, Yaka mücadelesi oracıkta son buldu, ve bir kez daha hiçbir zaman gündeme gelmedi, ne Yüksek Kurulda ne de bir başka yerde. O halde rahatlıkla şu sonucu çıkarabiliriz: Takımın hedefi, daha baştan, Yaka Direnişini durdurmaktı ve bu hedefine ulaşmıştır. Ve bu olay yalnızca Azınlıktaki iç çelişkiler ile açıklanamaz.

Ama yalnız o değil. Yaka Direnişinin sona ermesinden asıl sorumlu olan biziz, başlamasında ve iki ay boyunca devam ettiği süre içinde ona öncülük edenler. Yoksa biz kararlılık göstermiş olsaydık, mücadeleyi durduğu yerden yeniden başlatabilirdik, Yakalılar kararlıydı, azınlık halkı kararlıydı, Takım engel oluşturamazdı. Bu konuya ve özeleştiriye yeniden döneceğim.

Geçen sayıda Trakya’nın Sesi gazetesinin “Hak Verilmez, Alınır” başlıklı derlemesinden alıntılayarak yayımladığımız ilk genel kurul toplantısının tutanaklarında o gün oluşturulan Mücadele Heyetinin üyeleri ifşa edilmiyordu. Tutanağın aslından Mücadele Heyetinin şu 7 isimden oluştuğunu öğreniyoruz: 1. Kadı İsmail 2. Salih Aydın 3. Mehmet Suka 4. Salih Hasan 5. Recep Karapaça 6. Mehmet Nuri 7. Hüsamettin Suka. Burada ilginç isim Recep Karapaça. Recep ağabeyin Yakalılardan oluşan heyete nasıl girdiğini hiç anımsamıyorum.

arkası var

0 yorum: