Azınlıkça
Sayı:32
Eylül 2007
Kubbealtı
Hakan Mümin
Mücahit Mümin bir yerde söyle diyor:
“Kültür sözcüğü, kuşkusuz, geniş anlamlar içeren bir kavram. Sözlüklerde bile bir tanımla anlatılamayacak derecede geniş anlamlar içeren bir kavram... Ancak burada, konumuzla ilgili olarak beni, bu kavramın sözlükteki birinci tanımı ilgilendiriyor. O da şöyle: "Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere sözlü ve yazılı aktarmada kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü..." Şimdi bu tanımı iyice incelediğimizde, kültürel değerleri gerek yaratmada, gerekse sözlü ve yazılı olarak sonraki nesillere aktarmada kullanılan en önemli aracın dil olduğunu görüyoruz. Dilin geliştirdiği ya da dili geliştiren sanat dalının edebiyat olduğunu biliyoruz. Edebiyatları gelişmiş toplumlar, kültürlerini de geliştirmiş olan toplumlardır.”
Evet, edebiyat (şiir, öykü, roman, folklor) toplumların dilini geliştirdiği bir gerçek. Bugün bizler kendimizi bu gerçeğin dışında tutmaktayız. Edebiyat umrumuzda bile değil. Düşünsenize, Aralık 1999’da ilk sayısı çıkan Şafak dergisini ancak onbeş yıl yaşatabildik; o da üç kişinin özverili çalışmalarıyla... Şafak dergisi kapandı ve Batı Trakya Türk Edebiyatı da “morg”a yatırıldı. Genç yazarlarımız, genç şairlerimiz?.. Onlar da kalemlerini “morg”a kaldırdılar. Fikirlerini başkalarıyla paylaşamaz oldular.
Gençler, dedim. Dünya gençlere değer verirken, bizler ne yapıyoruz? Onları dı(i)şlı(i)yoruz. Öyle değil mi? “Bırak onu ba!.. O taa kızan, ne anlar memleket işlerinden.” diyen biz değil miyiz? Oysa geleceğimiz bu gençlerin elinde. Bunu görmek bu kadar zor mu ki?.. Benim gençlere olan güvenim tamdır. Ben onlara doğrularıyla da yanlışlarıyla da inanıyorum. Onların o heyecanlı, ateşli, geleceğe umut dolu bakışlarını görünce keşke ben de onlar gibi olsam diyorum kendi kendime. Kıskanıyorum doğrusu onları.
Edebiyattan söz ederken birden gençlerimiz kuşattı yazımızı. Genç nesilin de edebiyatla ilgilenmesi gerektiği bir başka gerçek. Gençlerimiz de okumalı, yazmalı. Okumalı derken okul kitaplarını kastetmiyorum. Roman, öykü, şiir kitaplarından sözediyorum. Üniversitede okuyan (ister Yunanistan’da olsun, ister Türkiye’de) gençlerimiz yolculuk esnasında kitap okuyabilirler. Böylece yolculukları sıkıcı da olmaz. Yolculuk esnasında gördükleri ilginç yerleri not alıp, gezi yazısı yazabilirler. Ayrıca memleketten ayrılırken hislerini şiire dökebilirler. Böylelikle rahatlamış olurlar. Herşey bir başlangıça bağlı. Gençlerimizin başaracağına inanıyorum. Yazmanın yolu çok okumaktır, bunu unutmayalım. Ayrıca şunu da unutmamamız gerekir ki; edebiyatımızın siz gençlere, gerçekten ihtiyacı var. Düşünün , bu memleket bir Mehmet Dükkancı’ya sahip çıkamadı. Aramızdan ayrılmak zorunda kaldı. Umarım, büyüklerimiz aynı hatayı tekrarlamazlar.
Günümüzde insanımız kendini ifade etmekte zorlanıyor. Başka bir yazımda da değinmiştim; bir kaç yüz kelimeyle yaşıyoruz. Bu da, her gün kuru fasulye yemeye benziyor. İnsanı sıkıyor. Son günlerde gençlerimizin konuşmalarına kulak veriyorum ve duyduklarım beni şaşırtıyor. Özne ile yüklem Türkçe, cümlelerin diğer kelimeleri Yunanca. Aslında bu duruma şaşırmamak gerek. Çünkü çocuklarımızın böyle olmasında bizler sorumlu değil miyiz? O halde niçin ah-vah ederek sızlanıyoruz ki... Hangi anne-baba çocuğunu okumaya teşfik etti, hangi anne-baba çocuğuna doğum gününde bir kitap armağan etti, hangi baba eve bir dergi ya da gazeteyle geldi?.. Bu sorular üzerinde derin derin düşünmeliyiz. Aynı zamanda da, çocuklarımızın bir “kültür mozaiği” üzerinde yürüdüklerini gözardı etmemeliyiz. Tüm bunları incelediğimizde çocuklarımızın Yunanca’dan etkilenmeleri çok doğal.
Bir konudan diğer konuya geçiyorum. Edebiyatla başladım, gençlere inandım, sonra da onların dilini eleştirmeye çalıştım. Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı; gençler, edebiyat, dil... Bugün Şafak dergisi yok. Başka dergi de yok; kültür-sanat-edebiyat içerikli... Şafak dergisi kapanalı yaklaşık üç yıl oldu. Hala yerini dolduramadık ve dolduramayacağız da. Kolay değil!.. Duyduk ki, bazı kişiler Şafak standartında bir dergi çıkaracaklarmış, ama “yememiş”. “Yemez” tabii. Bu iş internetten haber indirip, yayınlamaya benzemez. Hani gazetelerimizde, diğer dergilerimizde yapıyorlar ya... Kültür-sanat dergisi diğer dergilerden farklıdır. Özveri ister, uğraş ister, “dil” ister, herşeyden önemlisi de “sıfır hata” ister. Batı Trakya’da bunları başarmak kolay değil. Hele gene “vizyon” ile “misyon”u karıştıran yazarlarımız varsa, bu iş hiçbir zaman olmaz.
Neyse, edebiyat toplumları “toplum” yapar. Toplumun yaşamı, tarihi, örf ananesi edebiyattan geçer. Edebiyat geçmişle gelecek arasında bir “köprü” görevini de üstlenmektedir. Bir öykü belki iki-üç sayfalıktır. Ancak verilen mesajlar sayfalara sığmaz. Bir şiir iki dörtlüktür belki. Ama anlatılanlar belki bir dönemi yansıtır. Kısacası edebiyat ölümsüzdür. Babamın okuduğu kitabı ben okuyorum, benim okuduğumu da çocuğum. Böylece kuşaktan kuşağa yaşamını devam ettiren bir “edebiyat”. Acayip birşey. Etkileyici de... Düşünsenize insanlık buralara nasıl gelmiş. Tabii ki, yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını yazarak, kalıcı kılarak...
“Karanlık günümüz olabilir, ama kitapsız günümüz olmasın!” diyerek bir başka sayıda görüşmek dileğiyle...
Sayı:32
Eylül 2007
Kubbealtı
Hakan Mümin
Mücahit Mümin bir yerde söyle diyor:
“Kültür sözcüğü, kuşkusuz, geniş anlamlar içeren bir kavram. Sözlüklerde bile bir tanımla anlatılamayacak derecede geniş anlamlar içeren bir kavram... Ancak burada, konumuzla ilgili olarak beni, bu kavramın sözlükteki birinci tanımı ilgilendiriyor. O da şöyle: "Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere sözlü ve yazılı aktarmada kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü..." Şimdi bu tanımı iyice incelediğimizde, kültürel değerleri gerek yaratmada, gerekse sözlü ve yazılı olarak sonraki nesillere aktarmada kullanılan en önemli aracın dil olduğunu görüyoruz. Dilin geliştirdiği ya da dili geliştiren sanat dalının edebiyat olduğunu biliyoruz. Edebiyatları gelişmiş toplumlar, kültürlerini de geliştirmiş olan toplumlardır.”
Evet, edebiyat (şiir, öykü, roman, folklor) toplumların dilini geliştirdiği bir gerçek. Bugün bizler kendimizi bu gerçeğin dışında tutmaktayız. Edebiyat umrumuzda bile değil. Düşünsenize, Aralık 1999’da ilk sayısı çıkan Şafak dergisini ancak onbeş yıl yaşatabildik; o da üç kişinin özverili çalışmalarıyla... Şafak dergisi kapandı ve Batı Trakya Türk Edebiyatı da “morg”a yatırıldı. Genç yazarlarımız, genç şairlerimiz?.. Onlar da kalemlerini “morg”a kaldırdılar. Fikirlerini başkalarıyla paylaşamaz oldular.
Gençler, dedim. Dünya gençlere değer verirken, bizler ne yapıyoruz? Onları dı(i)şlı(i)yoruz. Öyle değil mi? “Bırak onu ba!.. O taa kızan, ne anlar memleket işlerinden.” diyen biz değil miyiz? Oysa geleceğimiz bu gençlerin elinde. Bunu görmek bu kadar zor mu ki?.. Benim gençlere olan güvenim tamdır. Ben onlara doğrularıyla da yanlışlarıyla da inanıyorum. Onların o heyecanlı, ateşli, geleceğe umut dolu bakışlarını görünce keşke ben de onlar gibi olsam diyorum kendi kendime. Kıskanıyorum doğrusu onları.
Edebiyattan söz ederken birden gençlerimiz kuşattı yazımızı. Genç nesilin de edebiyatla ilgilenmesi gerektiği bir başka gerçek. Gençlerimiz de okumalı, yazmalı. Okumalı derken okul kitaplarını kastetmiyorum. Roman, öykü, şiir kitaplarından sözediyorum. Üniversitede okuyan (ister Yunanistan’da olsun, ister Türkiye’de) gençlerimiz yolculuk esnasında kitap okuyabilirler. Böylece yolculukları sıkıcı da olmaz. Yolculuk esnasında gördükleri ilginç yerleri not alıp, gezi yazısı yazabilirler. Ayrıca memleketten ayrılırken hislerini şiire dökebilirler. Böylelikle rahatlamış olurlar. Herşey bir başlangıça bağlı. Gençlerimizin başaracağına inanıyorum. Yazmanın yolu çok okumaktır, bunu unutmayalım. Ayrıca şunu da unutmamamız gerekir ki; edebiyatımızın siz gençlere, gerçekten ihtiyacı var. Düşünün , bu memleket bir Mehmet Dükkancı’ya sahip çıkamadı. Aramızdan ayrılmak zorunda kaldı. Umarım, büyüklerimiz aynı hatayı tekrarlamazlar.
Günümüzde insanımız kendini ifade etmekte zorlanıyor. Başka bir yazımda da değinmiştim; bir kaç yüz kelimeyle yaşıyoruz. Bu da, her gün kuru fasulye yemeye benziyor. İnsanı sıkıyor. Son günlerde gençlerimizin konuşmalarına kulak veriyorum ve duyduklarım beni şaşırtıyor. Özne ile yüklem Türkçe, cümlelerin diğer kelimeleri Yunanca. Aslında bu duruma şaşırmamak gerek. Çünkü çocuklarımızın böyle olmasında bizler sorumlu değil miyiz? O halde niçin ah-vah ederek sızlanıyoruz ki... Hangi anne-baba çocuğunu okumaya teşfik etti, hangi anne-baba çocuğuna doğum gününde bir kitap armağan etti, hangi baba eve bir dergi ya da gazeteyle geldi?.. Bu sorular üzerinde derin derin düşünmeliyiz. Aynı zamanda da, çocuklarımızın bir “kültür mozaiği” üzerinde yürüdüklerini gözardı etmemeliyiz. Tüm bunları incelediğimizde çocuklarımızın Yunanca’dan etkilenmeleri çok doğal.
Bir konudan diğer konuya geçiyorum. Edebiyatla başladım, gençlere inandım, sonra da onların dilini eleştirmeye çalıştım. Aslında hepsi birbiriyle bağlantılı; gençler, edebiyat, dil... Bugün Şafak dergisi yok. Başka dergi de yok; kültür-sanat-edebiyat içerikli... Şafak dergisi kapanalı yaklaşık üç yıl oldu. Hala yerini dolduramadık ve dolduramayacağız da. Kolay değil!.. Duyduk ki, bazı kişiler Şafak standartında bir dergi çıkaracaklarmış, ama “yememiş”. “Yemez” tabii. Bu iş internetten haber indirip, yayınlamaya benzemez. Hani gazetelerimizde, diğer dergilerimizde yapıyorlar ya... Kültür-sanat dergisi diğer dergilerden farklıdır. Özveri ister, uğraş ister, “dil” ister, herşeyden önemlisi de “sıfır hata” ister. Batı Trakya’da bunları başarmak kolay değil. Hele gene “vizyon” ile “misyon”u karıştıran yazarlarımız varsa, bu iş hiçbir zaman olmaz.
Neyse, edebiyat toplumları “toplum” yapar. Toplumun yaşamı, tarihi, örf ananesi edebiyattan geçer. Edebiyat geçmişle gelecek arasında bir “köprü” görevini de üstlenmektedir. Bir öykü belki iki-üç sayfalıktır. Ancak verilen mesajlar sayfalara sığmaz. Bir şiir iki dörtlüktür belki. Ama anlatılanlar belki bir dönemi yansıtır. Kısacası edebiyat ölümsüzdür. Babamın okuduğu kitabı ben okuyorum, benim okuduğumu da çocuğum. Böylece kuşaktan kuşağa yaşamını devam ettiren bir “edebiyat”. Acayip birşey. Etkileyici de... Düşünsenize insanlık buralara nasıl gelmiş. Tabii ki, yaşadıklarını, gördüklerini, duyduklarını yazarak, kalıcı kılarak...
“Karanlık günümüz olabilir, ama kitapsız günümüz olmasın!” diyerek bir başka sayıda görüşmek dileğiyle...
0 yorum:
Yorum Gönder