Azınlıkça 43
Ocak 09
Dimostenis Yağcıoğlu
dimostenis@rocketmail.com
Bu yazımda felsefi, ama çok önemli pratik sonuçları olan, bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum. Eğer mümkün olan en başarılı dönemin, ulaşılabilecek en mükemmel düzenin, geçmişte yaşandığına inanıyorsak, ilerleyip gelişebilir miyiz?
Nâzım Hikmet, en sevdiğim şiirlerinden birinde şöyle der:
En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk: henüz büyümedi. En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür...
Hapiste ve kötü şartlar altında yazılmış bu mısralar sadece şairin iyimserliğini ifade etmez, onun kendi potansiyeline ne kadar inandığını da gösterir. Eğer Nâzım en güzel günlerinin geçmişte kaldığına, artık bundan sonra öyle günler yaşayamayacağına, veya bundan sonra söyleyeceği hiçbir sözün geçmişte söylediklerinden daha güzel olamayacağına inansaydı, böyle bir inançla hareket etseydi, hayatının geri kalan bölümünde aynı büyüklükte ve önemde bir şair olabilir miydi? Bence olamazdı.
Oysa toplumların çoğunda ve hayatın birçok alanında “altın çağımızı, en parlak, en mükemmel dönemimizi geçmişte yaşadık” inancı hem çok yaygın, hem de toplumu birarada tutan temel inanç ve fikirler sisteminin (mesela çeşitli milliyetçiliklerin) temel unsurlarından birini teşkil ediyor. Milletler ve dinî cemaatler, geçmişlerinden başarılarla dolu belli bir dönemi “altın çağ” olarak belirliyor. O dönem idealize ediliyor, kutsallaştırılıyor. Milletin veya dinî cemaatlerin günümüzde yaşayan bireylerine o altın dönemdeki gibi davranmaları, o dönemin değerlerine göre yaşamaları gerektiği aşılanıyor.
Buna pekçok örnek vermek mümkün: Meselâ Türkiye’de, hem Atatürkçü hem de İslamî kesimde böyle yüceleştirilmiş birer “altın çağ” gözlemliyorum. Aynı durum Yunanistan’da Yunan milliyetçiliği için de geçerli. Ben de aşağıda Yunan milliyetçiliğine ve genel olarak Yunanlılık bilincine işlenmiş bu “kutsallaştırılmış geçmiş” düşüncesini ve bunun ilerlemenin önüne çıkardığı engelleri incelemeye çalışacağım.
Yunan milliyetçiliği için altın çağ, hiç kuşkusuz Antik Yunan dönemidir. Başta Atina olmak üzere, eski Yunan şehir-devletlerinde ve daha sonra Makedonya ve Helenistik dönemin krallıklarında, edebiyatta, tiyatroda, mimaride, genel olarak sanatın her çeşidinde, mühendislikte, askerlikte, denizcilikte, ticarette, bilimlerde, sporda, devlet yönetiminde ve felsefede çok önemli ve çok değerli başarılar elde edilmiş, muhteşem eserler yaratılmıştır. Yunanlıların uygarlığı o dönemdeki diğer büyük uygarlıklardan (Çin, Pers, Hint, Mısır, vs.) birçok alanda daha ileri bir düzeye ulaşmıştı.
Eski Yunanlılar o dönemde genel olarak ilerlemeye inanıyorlardı. Yani yaratmış olduklarından daha büyük ve daha güzel eserlerin yaratılabileceğine, ulaşmış oldukları düzeyden daha ileriye gidebileceklerine inanıyorlardı. Oysa 19. yüzyılda inşa edilmiş Yunan milliyetçiliği, Antik Yunan dönemini idealize etti, kutsallaştırdı. Yunan halkına “atalarımız yapılması mümkün olanın en iyisini yaptılar, başarılması mümkün olanın en iyisini başardılar” fikri aşılandı. Bu düşünce öylesine içselleştirildi ki, biri meselâ “Parthenon’dan daha güzel ve görkemli binalar inşa edilebilir ve edilmiştir, Aristo ve Eflatun’unkinden daha iyi, daha esaslı fikirler savunulabilir ve savunulmuştur, Eshilos, Sofokles ve Evripides’in trajedilerinden daha iyi trajediler yazılabilir ve yazılmıştır, Atina’nın demokrasisinden daha iyi ve daha özgür bir sistem geliştirilebilir ve geliştirilmiştir, Hipokrat’ınkinden daha iyi tedaviler bulunabilir ve bulunmuştur” derse, Yunanlıların çoğu bunu küfür ve hakaret olarak algılar, büyük tepki gösterir.
Eğer mümkün olabilecek en büyük başarıların geçmişteki bir altın çağda elde edildiğine inanıyorsam, o dönemi inceler ve o yıllarda yaşamış insanlara, en azından değer ve davranışlar açısından benzemeye çalışırım. O insanları ve yaptıklarını taklit etmeye çalışırım. Ama taklit, orijinalinden her zaman daha düşük kalitelidir, daha değersizdir. O dönemdeki düzeyi aşamam, zaten aşabileceğime de inanmam. Ama o zaman da gelişemem, ilerleyemem. Çünkü ancak yapılmış ve başarılmış olandan daha iyisinin yaparsam ilerleyebilirim. Sonuçta idealize ettiğim düzeyin birkaç adım gerisinde yerimde sayarım.
Günümüz Yunanistan’ının eski Yunanistan’la, diyelim M.Ö. 5. yüzyıldaki Yunanistan’la, karşılaştırdığımızda şunları görürüz. Şimdiki Yunanlılar herşeyden önce daha özgür yaşıyorlar (özellikle kadınlar ve çeşitli “öteki” kategorilerinde bulunanlar); daha uzun yaşıyorlar; dış dünyaya daha açıklar; daha iyi tedavi imkânlarına sahipler; eski Yunanlıların ancak hayal edebilecekleri teknolojiler kullanıyorlar; Yunanlıların şimdiki aydınları ve entellektüelleri eski Yunan’ın okumuş kesiminden daha fazla kitap okuyorlar, daha fazla bilgiye sahipler; ve modern Yunanlıların ortalama gelir seviyesi çok daha yüksek. Bütün bunlar büyük bir ilerleme ve gelişmenin gerçekleşmiş olduğunu gösteriyor. Peki bunu modern Yunanlılar mı başardı? Hayır, teknolojide, bilimlerde, fikirlerde, ekonomideki bütün gelişmeler dışarıdan, başka ülkelerden, ithal edildi. Modern Yunanlılar’ın bu gelişmelere katkısı maalesef asgari düzeyde kaldı. Bütün gelişmeler, başka ülkelerde “geçmişteki başarılar ne kadar büyük olursa olsun, biz daha iyisini yapabiliriz ve yapmalıyız” inancıyla çalışan ve üreten insanlar ve kurumlar sayesinde gerçekleşti.
Eski Yunanlılar kendi dönemlerinin en ileri uygarlık düzeyine ulaşmışken, modern Yunanlılar günümüzde teknoloji ve bilimlerdeki, fikir dünyasındaki gelişmeleri genellikle geriden takip ediyorlar. Gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlar arasında bir yerde sıkışmış durumdalar.
Yunan milliyetçileri eski Yunan dönemini kutsallaştırarak modern Yunanlılara bir gurur ve üstünlük duygusu aşılamak istediler ve bunda büyük ölçüde başarılı oldular. Ama bu kutsallaştırmanın bir sonucu “en güzel günlerimiz geçmişte yaşandı” inancının da yerleşmesiydi. “Atalarımızın başarılarını taklit edebiliriz, onları örnek almalıyız, ama onları aşamayız” kanaati ise modern Yunanistan’ın özellikle teknolojide, bilimlerde, sanatta, fikir dünyasında gelişmesini zorlaştıran psikolojik bir engel teşkil etti; etmeye de devam ediyor.
Yunanistan’da, ama sadece burada değil, her ülkede, hatta her cemaatte, her insan topluluğunda “kutsallaştırılmış geçmiş” inancına rakip olacak, belki de onun yerini alacak, parlak ve güzel bir geleceğe yönelik bir vizyona veya vizyonlara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Daha güzel günler yaşamak istiyorsak, en önce böyle güzel günleri yaşayabileceğimize, böyle güzel günleri yaşamamızı sağlayacak gelişmeyi ve ilerlemeyi gerçekleştirmeye muktedir olduğumuza inanmamız lâzım.
Kutsallaştırılmış veya idealize edilmiş geçmişin daha iyi bir geleceğe engel olması
Etiketler: 43. SAYI, Dimostenis Yağcıoğlu
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder