GEÇEN AYIN İÇİNDEN

Azınlıkça Dergisi

Sayı: 39
Ağustos 2008

GEÇEN AYIN İÇİNDEN

AK Parti kapatılmadı
Türkiye, kendini onlarca yıl geri götürecek bunalımdan kurtuldu
Anayasa Mahkemesi, Adalet ve Kalkınma Partisi hakkında ‘laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu’ gerekçesiyle açılan davada, kapatma cezası vermedi, fakat partiye hazine yardımlarında kesinti yaptı.
Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç, altı üyenin kapatma, dört üyenin hazine yardımından yoksun bırakılması, bir üyenin de ret yönünde oy kullandığını; sonuçta partinin son yıl aldığı Hazine yardımının yarısından yoksun bırakılmasına karar verildiğini bildirdi.
Böylece Türkiye kendini onlarca yıl geri götürecek bunalımdan kurtuldu.


Ergenekon nedir?
Ümraniye davası, 12 Haziran 2007 tarihinde İstanbul’un Ümraniye ilçesindeki Çakmak Mahallesi’nde bir gecekonduda 27 el bombası, TNT kalıpları ve fünyelerin bulunmasıyla başlayıp zamanla genişleyen soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz dahil 3 İstanbul Cumhuriyet Savcısı tarafından hazırlanan iddianamenin kabulüyle başlayan davadır. Ergenekon isminin, örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişilerin kendilerinin verdikleri bir isim olduğu için savcılar tarafından da kullanıldığı ifade edilmiştir.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 47’si tutuklu ve 39’u tutuksuz toplam 86 şüpheli hakkında; silahlı terör örgütü kurmak, hükümeti devirmek, Hükümeti görev yapamaz hale getirmek, terör örgütü kurmak ve yönetmek, silahlı terör örgütüne üye olmak, silahlı terör örgütüne yardım etmek, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne karşı halkı isyana tahrik, patlayıcı madde bulundurmak atmak ve bu suçlara azmettirmek, Danıştay saldırısına ve Cumhuriyet gazetesi’ne patlayıcı madde atmak suçlarına azmettirmek, devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek, askeri itaatsizliğe teşvik, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik gibi suçlarından kamu davası açıldı. Soruşturmayı yürüten 3 Cumhuriyet Savcısı tarafından iddianame düzenlenmiş olup, yetkili savcı tarafından onaylandıktan sonra İstanbul 13 numaralı Ağır Ceza Mahkemesi’ne 14 Temmuz 2008 tarihinde iletilmiştir.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 47’si tutuklu 86 şüpheli hakkında hazırlanan 441 klasör, 2455 sayfadan oluşan Ergenekon İddianamesi ile ilgili incelemesini 25 Temmuz 2008 Cuma günü tamamlayarak iddianamenin kabulüne karar verdi. Davanın ilk duruşması 20 Ekim 2008 tarihinde Silivri Cezaevi içindeki adliyede yapılacak.
Kabul edilen iddianamede 1 Temmuz 2008 ve daha sonraki gözaltılarda sonra tutuklanan ve aralarında Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile emekli Albay Hasan Atilla Uğur’un da bulunduğu şüpheliler ile ilgili iddialar yer almıyor. Bu şüpheliler ile ilgili ek bir iddianame hazılanıyor.


Rusya Gürcistan’ı vurdu
Soğuk savaş çanları yeniden çalıyor
Rus ayısı ile Gürcü faresi arasındaki 5 günlük savaş, kaçınılmaz olarak Rusya’nın galibiyetiyle sonuçlandı. Nüfusu 4 milyonu geçmeyen küçük Gürcistan, Rus işgaliyle tanıştı, sayısı birkaç bini bulan asker ve sivil kayıp verdi, bunların arasında evini barkını terketmek zorunda kalan 100 bin göçmeni ayrıca saymak gerek, ordusunun dağıldığını, askerî tesislerinin yerle bir edildiğini, kent ve limanlarının yıkıldığını gördü, ülkesinin yapı ve ekonomi olarak bir yıkıntıya dönüşümünü yaşadı, burdan öte kesin olarak toprak kaybına uğradığını da farkedecek ve ulusal egemenliğini kullanımda aşamıyacağı engelleri karşısında bulacak. 
Batı, ABD ve AB, Rusya’nın ölümcül kucağından Gürcistan’ı kurtaramadı. Bir gün sonra ne olacağını öngörmekten yoksun olduğunu kanıtlayan Gürcü devlet başkanı Saakasvili’nin sorumluluğu kuşkusuz büyük. Ama bu yenilgiyi yalnızca Gürcistan’ın bir yenilgisi gibi görmemek gerek. Yenilgi tüm Batı’nın ve askerî olmaktan çok siyasî. Sorumluluk ta. Bu gerçek algılanmadığı sürece, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kaybettiklerini yeniden kazanmaya ve daha çoğunu kazanmaya kararlı zorba, kural tanımaz ve kurnaz bir Rusya’dan demokratik Batı’yı, en başta enerji konusuyla elini kolunu bağlamaya çalıştığı AB’yi, daha nice sürprizler bekliyor.
Demokratik Batı dedik, Afganistan ve Irak müdahaleleri yüzünden günahkâr Batı dememiz gerekirdi. 
Biz Yunanistan’da öteden beri “kuzeyden gelecek sarı ırka” kurtarıcı gözüyle baktığımız için Rusya’nın yanında yer alıyoruz.
Soğuk savaş çanları çalmaya başladı, en sağır olanların bile duyacağı şekilde.     
İ.O.


“Üsküp sorunu”
FYROM’un adı konusunda “her iki tarafın da kabul edeceği bir çözüm” aramak üzere BM arabulucusu Matthew Nimetz bu günlerde yeniden devrede. Önce Üsküp’e gidip görüşmelerde bulundu, sonra Atina’ya geldi. Yıllardır sürdürdüğü ve bir türlü sonuç alamadığı git-gellerden usanmadı.
Bu arada konuyla ilgili son üç ayda önemli önemsiz birçok gelişmeler yaşandı. Bükreş NATO zirvesinde Yunanistan’ın vetosuyla dışlanmasından sonra Makedonya Cumhuriyeti’nde bir miliyetçilik ve Yunan karşıtlığı patlaması beklenenler arasındaydı. Nitekim 1 Haziranda yapılan erken seçimleri, yeniden başbakan Nikola Gruevski’nin milliyetçi partisi, hem de parlamentoda salt çoğunluk sağlayarak kazandı. Gruevski, iki ülke arasında ad sorunu dışında başka sorunların da bulunduğunu Yunanistan’a anımsatmaya başladı: Makedon azınlığının tanınması, içsavaşta yer almış ve Makedon olduklarını belirtikleri için Yunanistan’a dönüşlerine müsaade edilmeyen mülteci eski andartlar, onların Yunan vatandaşlığına yeniden alınması sorunu ve yine eski andartların Yunanistan’da devlet tarafından el konulmuş mülkleri, Makedon Ortodoks Kilisesinin tanınması. Gruevski, Karamanlis’e bu sorunları anlatan bir mektup  gönderdi, daha sonra AB Komisyonuna, BM Genel Sekreterliğine vs benzer içerikli mektuplar gönderdi. Bu mektup edebiyatı, Yunan tarafından bir yandan alaya alınmaya çalışıldı, öbür yandan büyük öfkeyle karşılandı. Gruevski, Yunanistan aleyhinde kurtarılmamışlık hedefleri olan bağnaz bir milliyetçi olarak suçlandı, ama bu suçlamayı destekleyen kanıtlar pek cılızdı. Gruevski, gerçekte, Yunanistan’daki siyasetçilerin büyük çoğunluğundan pek farkı olmayan geleneksel bir Balkan milliyetçisi, daha fazla değil. Bu arada daha ılımlı bir söylem kullanan Makedonya devlet başkanı Sosyalist Parti kökenli Çervenkosvki ile sağcı başbakan arasında sürtüşmeler sürüp gidiyor.
Arabulucu Nimetz’in açıklamasına göre, son olarak görüşmelerde ortaya atılan iki ad var: Kuzey Makedonya ve Yukarı Makedonya.    
İ.O.


Karaciç yakalandı
“Bosna Kasapları” ikilisinden Radovan Karaciç, kılık ve kimlik değiştirmiş olarak yaşadığı Belgrad’da 21 Temmuz günü Sırp istihbarat ajanları tarafından yakalandı ve beş gün sonra Sırp hükümeti tarafından Lahey’deki Eski Yugoslavya Savaş Suçluları Mahkemesine teslim edildi. 
13 yıldan beri uluslararası mahkemeden hakkında tutuklama kararı bulunan Karaciç, Bosna’daki içsavaş döneminde Bosnalı Sırpların siyasî lideri olarak Boşnaklara karşı etnik temizlik ve soykırım uygulamakla suçlanıyor. 1991-1995 yılları arasında cereyan eden içsavaşta, Sırp devlet başkanı Miloseviç’in kışkırtması ve askerî desteğiyle, ağır silâhlarla donatılmış Bosnalı Ortodoks Sırp militerler, Bosna-Hersek’i Sırbistan’a ilhak etmek amacıyla, iki yüz bine yakın Müslüman Boşnakı ve Katolik Hırvatı katletmiş, yüzbinlercesini de yer ve yurtlarını terketmeye zorlamıştı. İkinci dünya savaşında yaşanmış kırım ve barbarlıkları gölgede bırakan olaylara sahne olan Bosna-Hersek’in Sebreniça kasabasında 8 bin Boşnak Müslümanın Bosnalı Sırp militerler tarafından bir gecede toplu olarak öldürülmesi ise, Avrupa’da 50 yıl sonra ilk soykırım olarak ilan edilmişti. 
Savaş suçlusu olarak aranmakta olan “Bosna Kasapları” ikilisinden ikinci isim general Ratko Mladiç, Bosnalı Sırpların askerî lideri. Onun da Sırbistan’da gizlendiğine inanılıyor.
AB, Sırbistan’ı topluluğa üye olmaya davet ederken, uluslararası ceza mahkemesiyle işbirliği etmeyi ve savaş suçlusu olarak aranmakta olan kişileri yakalayıp teslim etmeyi şart koşmuştu. Sırp ırkçılığının baş temsilcisi ve eski Yugoslavya’daki içsavaşın en büyük körükleyicisi Sırp devlet başkanı Slobodan Miloseviç, Rusya’nın desteğine rağmen iktidardan düşünce, yeni Sırp hükümeti onu Lahey’e teslim etmekten çekinmemişti. Miloseviç, savaş suçlusu olarak yargılanırken öldü. Daha sonra iktidara gelen milliyetçi hükümetler, Miloseviç’ten sonra en büyük suçlu olarak kabul edilen Karaciç ve Mladiç’i nerede gizlendiğini bilmiyoruz gerekçesiyle teslim etmeye yanaşmadılar. Sırbistan’daki son seçimler, AB yanlıları ile Rusya yanlısı aşırı milliyetçiler arasında çekişmeli geçti. Aşırı milliyetçiler beklenmedik bir şekilde oy kaybına uğradılar. Sonunda bu yakınlarda AB yanlısı bir koalisyon hükümeti oluşturuldu. Sırbistan’ın karanlık yakın geçmişinin ağırlıklarından kurtulmak isteyen AB yanlısı yeni hükümetin ilk işlerinden biri, Karaciç’i yakalamak oldu. General Mladiç’in de nerede gizlendiği kuşkusuz biliniyor. Onun da yakalanıp teslim edilmesine, Sırp ordusundan gelebilecek tepkilerin neden olduğu sanılıyor. Bu arada Karaciç’in tutuklanmasına karşı düzenlenen protestolar, tahmin edilenlerden daha az oldu.
Yeni Sırbistan, içte var olan güçlü bir ulusalcı harekete ve dıştan Rusya tarafından bu harekete verilen büyük desteğe rağmen, Rusya yerine AB ile bütünleşme iradesini kararlı bir şekilde dile getiriyor. Şimdilik. Zira güçlenen bir Rusya’nın Sırbistan’ı yeniden kazanmak için elinden geleni yapması bekleniyor. O zaman Balkanlar’daki barış yeniden tehlikeye girecek.        
İ.O.

2008 Pekin Olimpiyatları
Pekin Olimpiyatları 24 Ağustos günü sona erdi. 
Diğerleri yanında Çin’in dış dünyaya açılışını ve Çin rejiminin özgürleşme umudunu simgeleyen bu Olimpiyat Oyunlarının organizasyon olarak pek başarılı geçtiği haber veriliyor. Çin’in dış dünyaya açılışına gelince, bu iş çoktan başlamış ve hızla ilerliyor. Ancak Çin rejiminin özgürleşmesi konusunda pek çok çekinceler var. Çin, Rusya ve onun arkasına takılmış zorba rejimli ülkelerle birlikte Batı’ya ve batı değerlerine rekabet eden “kara güçler” cephesinin başlıca yapı taşlarından biri. Çin rejiminde demokratik özgürlükler, insan hakları, işçi hakları gibi kavramlar hâlâ ilkel bir düzeyde kalmaya devam ediyor. Olimpiyatların, Çin halkının hak ve özgürlük arayışlarına hız kazandırma olasılığı var.
Bu Olimpiyatlarda ne Yunanlı ne de Türk atletler beklenilen başarıyı elde edebildiler. Hele Yunanistan, 2004 Atina Olimpiyat Oyunlarındaki başarısının çok gerisinde kaldı. Pekin Olimpiyatları münasebetiyle yapılan denetimlerde, Yunanlı atletler arasında doping kullanımının yaygın bir hal aldığı ortaya çıktı, böylece birçok ünlü Yunanlı atlet Oyunlardan dışlandı. Uluslararası Olimpiyat Komitesi başkanının “Yunanistan bu Olimpiyatlarda dopingte altın madalya aldı” şeklindeki alaylı demeci, ülkedeki spor ve siyaset çevrelerinde büyük rahatsızlık yarattı.


 
SİYASÎ GÜNDEM

Hükümet, Zorbas’ın “başını uçurdu”
ND Hükümeti, “yasadışı faaliyetlerden elde edilen gelirleri meşrulaştırmaya karşı savaşmak için Bağımsız Ulusal Merci”i feshederek, onun yerine aynı görevi yerine getirecek bir Komisyon oluşturmaya karar verdi. Komisyon, Merci’in tersine, Ekonomi Bakanının gözetimi altında çalışacak. Çeşitli yolsuzluk ve kara para olaylarının ortaya çıktığı bu dönemde, söz konusu değişiklik büyük tepkilere yol açtı. Muhalefet, değişikliğin, Bağımsız Ulusal Merci’in başında bulunan emekli savcı Giorgos Zorbas’ı görevinden uzaklaştırmak için yapıldığını ileri sürerek, hükümeti yolsuzlukları örtbas etmeye çalışmakla suçladı. Zorbas, bundan üç yıl önce Ulusal Merci ilk oluşturulduğunda başbakan Karamanlis’in bizzat kendi tercihi olmasına rağmen, incelemeye aldığı yolsuzluk olayları ile ilgili bir raporunda hükümeti zor durumda bırakan sonuçlara varmış ve bir yıldan beri istenmeyen kişi muamelesi görüyordu. Zorbas’ın bu yakınlarda yargıya paralel olarak Merci adına Siemens yolsuzluğuna el atması bekleniyordu. Muhalefet, yolsuzluklar konusunda yargının hükümetçe manipule edildiğini ileri sürüyor ve gerçeklerin ifşası için Bağımsız Ulusal Merci’e ve Zorbas’a bel bağlıyordu. Çok konuşmaktan hoşlanmayan ve gizlilik ilkesine uyan bir kişi olarak bilinen eski savcı, “başı uçurulduktan” sonra Meclis komisyonu önünde verdiği ifadesinde yine ağzını kapalı tuttu, ama yolsuzlukların araştırılmasında hükümet ve yargının Merci’e destek vermediklerini söylemekten de çekinmedi.
Muhalefetin hükümeti yargıyı manipule etmekle suçladığı bir başka gelişme daha oldu. Hükümet, büyük mahkemelerin kendi kendini yönetiminin kaldırılmasını öngören tasarıyı Meclise sundu. Buna göre mahkemelerin yönetimi kendi içinde yapılan seçimler yerine, Adalet Bakanının atamalarıyla yürütülecek. Böylece bir kez daha yargının bağımsızlığı konusu tartışmaya açıldı.

Bu çerçevede bu yakınlarda bir akademisyen ile yaptığım bir görüşmede onun beni sarsan bir gözlemini aktarmak istiyorum. Konumuz, adaletin bağımsızlığı ve Batı Trakya’da mahkemelerin adalet dağıtımında azınlık insanı karşısında takındıkları tavır. “Bana neyi anımsatıyor, biliyor musun” dedi, “İçsavaş sonrası solculara karşı önyargılı davranışları anımsatıyor. Mahkeme önüne çıkarılan solcu, haklı haksız diye bakılmadan hep hüküm giyiyordu, hem de öngörülen cezaların en ağırına çarptırılarak. Trakya’da mahkemeler içsavaş kökenli bu geleneği azınlık insanı karşısında devam ettiriyor.”   
İ.O.


Yolsuzlukların ardı kesilmiyor
Kamuoyu, siyasî yaşamın yolsuzluklarla yan yana gittiğini artık iyice sindirmeye başlamış olsa gerek. Hangi parti iktidarda olursa olsun siyasilerin karıştığı kirli işlerden kurtuluş olmadığı anlaşılıyor. Karamanlis, Simitis hükümetini ve PASOK’u büyük işadamlarıyla kirli ilişkiler içinde bulunmak ve yolsuzluklara karışmakla suçlaya suçlaya ve kendisinin bu olaylara “sıfır tahammül” gösterip son vereceğini vaad ede ede iktidara geldikten sonra, ikinci seçim başarısıyla birlikte kendi hükümeti döneminde ortaya çıkmaya başlayan çeşitli yolsuzluklar altında eski kararlı söylemini terketmiş görünüyor. Kamuoyunun siyasî sisteme karşı güveninin sarsılmaya başladığından söz ediliyor artık.
Siemens skandalı çerçevesinde siyasilere ve iki büyük partiye rüşvet olarak verildiği iddia edilen 100 milyon evronun güzergâhları yargı tarafından araştırılırken ve bulunamazken, bu kez katışıksız bir ND yolsuzluğu daha ortaya çıktı. Armatör Manusis, “agoni grammi” diye adlandırılan Ege’deki küçük adalar arasındaki gemi seferlerini üstlenebilmek için Ege Bakanlığındaki bir görevliye 800 bin evro rüşvet vermek zorunda kaldığını ihbar etti ve rüşvet olayının dönemin ND’li eski Ege Bakanı Aristotelis Pavlidis’in de bilgisi dahilinde cereyan ettiğini iddia etti. Ardından, olayın bir yıldan çok bir süredir hükümet çevrelerince de bilindiği halde gizlendiği ve bu konuda bir şey yapılmadığı öğrenildi. Yeni bir yargı araştırması başladı, ancak araştırma ve soruşturmalar kaplumbağa hızıyla sürdürülüyor ve bu konuda siyasî irade eksikliği gizlenemiyor.
İ.O.


Koalisyon hükümeti tartışmaları
Bu arada yapılmakta olan kamuoyu araştırmaları, iki büyük partiden hiçbirinin önümüzdeki genel seçimlerde tek başına iktidara gelemeyeceğini gösteriyor ve bu olasılık geçici bir eğilim olmaktan çıkıp gittikçe kesinlik kazanıyor. Bunun üzerine muhtemel koalisyon hükümetleri konusu tartışmaya açıldı. ND tarafından PASOK’la bir koalisyona gidilebileceği görüşü ortaya atıldı, PASOK bunu şiddetle reddetmeye koştu. Ancak PASOK, SİNASPİSMOS ile bir hükümet ortaklığına sıcak bakıyor. Bu öneriye de SİNASPİSMOS yanaşmıyor. Düzen değişikliğinden söz eden KKE ise, düzenin partileriyle birlikte yer alacağı muhtemel bir koalisyonun adını bile andırmıyor. Geriye ND ile LAOS arasındaki ortaklık kalıyor ki, bu sentez iki taraftan da kesin olarak reddedilmemesine rağmen, şu anda kamuoyu araştırmalarıyla ortaya çıkan sayısal veriler Mecliste salt çoğunluk sağlamaya yetmiyor. Uygun bir ortam sağlanırsa, Karamanlis’in erken seçimlere gidebileceği hep söylenenler arasında, ama şimdilik ortam uygun değil.
İ.O.


Ekonomi 
Ekonomi ile ilgili haberler, yorumlar ve açıklanan sayısal veriler hep olumsuz. 2008 bütçesinin hedeflerini gerçeleştirmenin imkânsızlaştığı haber veriliyor. Devlet gelirlerinde önemli bir düşüş kaydedilirken, buna karşılık devlet harcamalarındaki artışın önüne geçilemiyor. Bütçe açığı rekor düzeyde. Faiz oranlarının artışı devlet borçlarını daha da ağırlaştırıyor. Bu yılki %3,5 enflasyon hedefi %4,5’e kaydı. Yunanistan az üretiyor, az ihraç ediyor, ama çok tüketiyor, çok ithal ediyor. Başlıca ağır sanayiyi oluşturan turizm, geçen yılki yükselişini devam ettiremedi, az da olsa turizmde bir gerileyiş var. Bu olumsuz gelişmeler durmadığı takdirde Yunan ekonomisinin yeniden AB gözetimine gireceği korkusu dile getiriliyor.
Yeni zamlar kapıda. İlk safhada sigaraya, içkiye ve motorlu taşıtların trafik vergisine zam gelecek. Banka mevduatlarından elde edilen faiz gelirlerinden ve benzeri semaye yatırımlarından gelen gelirlerlerden alınan vergi oranı yükseltilecek. ΦΠΑ (Katma Değer Vergisi) %1 veya 2 artırılabilir. Bu yıl ilk kez tahsil edilecek olan taşınmaz mal vergisinin bütçeye rahat bir nefes aldırması bekleniyor. Sosyal devlet niteliklerinde kırpmalara başvuruluyor.  
2008 yılında sunulan vegi beyannamelerinin ilk değerlendirilmesinden sonra Yunanistan’daki vergi kaçakçılığının “ulusal spor” haline geldiği bir kez daha doğrulandı. Gizlenen gelirleri keşfetmek için beyannamelerin sıkı bir denetimden geçirileceği haber veriliyor. Alınacağı söylenen önlemler arasında bazı vergi muafiyetlerinin kaldırılması, özel (ve nisbeten az) vergiye tabi bazı gelirlerin genel kurallar dahilinde (daha çok) vergilendirilmesi vs var.
Olumsuz gelişmelere damgasını vuran petrol fiyatlarındaki artışa gelince. Ham petrol fiyatlarında 110 dolara kadar beklenmedik bir düşüş kaydedildi. Ancak bu düşüş tüketiciye yansımadı. Akaryakıtı yüksek fiyatla satmaya devam eden bayilerle bu günlerde bir çatışma yaşanıyor. Bu arada Gürcistan’daki savaş yüzünden petrol fiyatları yeniden yükselişe geçti.
Uluslararası Selanik Fuarının açılışında başbakanlarca yapılan konuşma, geleneksel olarak hükümetin ekonomi politikasının bir özetidir ve Yunan halkına bir vaadler dizisi içerir. Eylül ayındaki açılışta başbakan Karamanlis’in vaadler konusunda pek cimri davranmak zorunda kalacağı bildiriliyor. 

  
Din dersi okullarda zorunlu olmaktan çıktı
Eğitim Bakanı Evripidis Stilianidis imzalı ilgili genelgeye göre, öğrencilerin din dersinden muafiyeti için anababa tarafından neden gösterilmeden sunulacak bir bildirim yeterli olacak. Yeni düzenlemeyi, son yıllarda Yunan okullarında başka dogma ve dinlere ait göçmen ailelerden gelen öğrencilerin gittikçe artmakta oluşunun gerekli kıldığı söylendi. Bu mini reform, AB normları çerçevesinde gecikmiş bir çağdaşlaşma adımı ve 1975 anayasasında öngörülen «ανεξιθρησκεία» (dinsel hoşgörü, egemen din dışındaki diğer dinlere de sağlanan hukukî himaye) ilkesinin 33 yıl sonra harekete geçirilmesi olarak nitelendiriliyor. Olayın ilginç yönü, yenilikçi girişimin tutucu bir iktidar tarafından gerçekleştirilmiş olması. Kilise çevrelerinin tepkisi, besbelli yeni başpiskopos tarafından destek yüreklendirilmediği için beklenenden az oldu. 



AZINLIK İÇİNDEN

Ergenekon’un Batı Trakya uzantısı
“Ergenekon” terör örgütünün Batı Trakya Türk Azınlığı uzantısı, İskeçe Şahin kökenli Süleyman Sefer’in çıkarmakta olduğu Yeni Batı Trakya dergisi ve örgütün ileri gelenlerinden bazı isimlerin derginin yazarları arasında bulunması ile sınırlı değil kuşkusuz. Ama bu konuda daha fazla ifşaat beklemeyin. Susurluk olayının Batı Trakya uzantısı nasıl örtbas edilmişse, bu da öyle olacaktır. Değil örtbas edilmek, daha da ileri gidilerek ve her şey ters çevrilerek, bu uzantı sonunda genel bir ulusal meziyete dönüştürülecektir. Susurluk’ta ortaya çıkan Abdullah Çatlı ve Sadık Ahmet ilişkisi, bu ilişkinin derinlikleri Meclis araştırmasında soruşturulduğunda ilgili dosya üzerine yedi kilit vurularak rafa kaldırıldı. Ve bu olay, Sadık’ın Türkiye’deki ününe ve kahramanlığına gölge düşürmediği gibi, daha da bir büyüklük kattı. Onun için rahmetlinin bu yılki ölüm yıldönümünde Meclisin her kanadından neredeyse yarısı Gümülcine’ye taşınakondu. Zira bir yalanı gizlemek için daha sonra daha büyük yalan, sonra daha büyük yalan ve aldatmacalara gerek var. Bu gidişle bu yıldönümleri sonunda yalnızca Türkiyeli ziyaretçilerin katılımıyla anılacak. Ergenekon uzantısına gelince: Azınlığın “Stohos” benzeri dergisini çıkaran Süleyman Sefer’i, Ergenekon patlak verdiğinden hemen sonra MGK genel sekreteri Burcuoğlu ödüllendirmeye koştu. Ergenekon’un öbür katılımcıları içerde, bizimkisi “millî kahraman”. 
Aşağıda 300 Türk aydınının (öğretim üyeleri, baro başkanları, insan hakları kuruluşlarının başkanları, yazarlar ve sanatçılar) imza attığı 12 Ağustos tarihli Ergenekon uyarısından bir bölümü alıntılıyoruz.
“Eleştirilebilecek... yanlarına rağmen, Ergenekon İddianemesi, özünde çok önemli suç iddialarını ve belgeleri içermektedir. Bu suçlar bütün derin bağlantılarıyla ortaya çıkarılabildiği takdirde, temiz toplum olma yolunda Susurluk’ta, Şemdinli’de elimizden kaçırdığımız fırsatı yakalama olanağı doğabilir. Yıllardır apaçık bildiğimiz olayları ve bu olayların ardındaki mihrakları aydınlatarak adalet önünde hesap vermelerinden kazançlı çıkacak olan, ne günün siyasî iktidarı ne de şu veya bu siyasî çevredir. Kazanan biz yurttaşlar, demokrasimiz ve geleceğimiz olacaktır...”     
İ.O.

Tahsin Salihoğlu yine vurdu
BTT Dayanışma Derneği eski genel başkanı ve İstanbul Avcılar eski belediye başkanı Tahsin Salihoğlu, geçmişteki sivri çıkış ve eylemleriyle azınlık davasına ve genel olarak Yunan-Türk ilişkilerine verdiği zararlardan hiç ders almamışçasına, bugünlerde bir kez daha kendini yineledi. Salihoğlu’nun gem almaz ilkel milliyetçiliği, yine İstanbul Rum Azınlığını ve Patrikhaneyi hedef aldı. Eski genel başkan, Rum Patrikhanesi ve İstanbul’da yayımlanmakta olan Rum azınlık gazetesi “Apogevmatini” aleyhinde Patrikhaneyi “ekümenik-evrensel” sıfatıyla tanımladıkları iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulundu ve dava açtı. Salihoğlu’nun dört köşe mantığı şu: Ekümeniklik sıfatı Türkiye tarafından resmen tanınmadığına ve bu konuda yargı kararı bulunduğuna göre, söz konusu sıfatın gayriresmî kullanımı da yasaklanmalıdır.

Şimdi kendisine sorsanız, bu dört köşe mantığın devamında bu hareketi Batı Trakya Türk Azınlığına hizmet aşkından yaptığını söyleyecektir. Ona göre Rum Azınlığı ne denli ezilirse ve Patrikhane ne denli sıkıştırılırsa, Türk Azınlığı o denli rahat edecektir (!). İşin kötüsü, onun bu tavrı, yapmacık değil, samimî. İskeçe kökenli soydaşımız, kişilik olarak veya inanç ve ideoloji olarak cebir ve şiddet yanlısı. Özellikle genel başkanlığı döneminde çeşitli vesilelerle bunu kanıtlamıştı. 1988’lerde Azınlık içinde estirilmeye başlayan terörün uygulayıcıları ve karalistenin savunucuları arasında önde gelen kişilerden biriydi, tam bir “parakratikos trambukos”. 1989 genel seçimleri öncesi Batı Trakya’daki binlerce soydaşa “Sadık Ahmet’e oy vereceksiniz” diye İstanbul’dan telefon ettiğini ve ikna edemediklerini tehdit ettiğini gururla söylüyordu. “O büyük başarı böyle sağlandı”, yani tehdit ve korkutmalarla, “ben azınlık insanının psikolojisini ve onu nasıl etkileyeceğimi bilmem mi hiç!”, diye konuşuyordu kendi payını göstererek, ve böbürleniyordu utanacağı yerde. Salihoğlu kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlıyor. Ancak siyasî literatürde böyle anlayışa sahip olanlar ve böyle davranış sergileyenler için daha başka tanımlar var. Şimdi, ekümeniklik sıfatı hakkında açtığı dava, ister görüşülmeden düşsün ister görüşülsün, Patrikhane’den çok uluslararası düzeyde Türkiye’yi sıkıştıracaktır. Ayrıca, kendisi Batıtrakya kökenli olduğu için onun bu girişimi ister istemez Azınlığa da yansıyacaktır. Tabiî olumsuz yansıyacaktır, bir provokasyon gibi iş görerek. Bunların farkında değil veya farkında olsa bile umurunda değil. O bu hareketini Türk Azınlığı için yaptığını iddia etmeye devam edecektir. Tam bir Ergenekoncu anlayış. O Ergenekon ki, yine “vatan için ölmek ve öldürmek” hazırlıkları arasında Patrik aleyhinde suikast düzenlemeyi de planlıyormuş.
Tahsin Salihoğlu, ayrıca, Yunanistan’da kendisi gibi düşünenlere yol gösteriyor. Türk Azınlığı Yunanistan’da resmen Türk sıfatıyla tanınmıyor ve bu konuda yargı kararı da var, ama tüm azınlık basını ve kuruluşları gayriresmî olarak Azınlık için bu sıfatı kullanıyor. Eh şimdi Yunanistan’da birileri Salihoğlu’nu taklit edip aleyhimizde dava açabilir.      
İ.O.

Sümela Manastırında tahrikçilik
Aşırı milliyetçiliğin ve milliyetçi tahrikçiliğin sahipleri bir tarafta değil. 15 Ağustos Meryem Ana yortusu münasebetiyle Yunanistan ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinden Rum kökenli dindarların katılımıyla Trabzon’da tarihî Sümela Meryem Ana Manastırında düzelenen dinî ayin, Yunan basınında yazılanlardan anlaşıldığına göre, kurtarılmamışlık duygularının dile getirildiği Türkiye aleyhinde açık bir tahrike dönüşmüş. Yunan ve Rus Ortodoks papazların okudukları dualarla yetinilmeyerek, yapılan konuşmalarda Pontuslu Rumların kaybettikleri vatanlarından, Türklerin uyguladıkları soykırımda verilen 353 bin kurbandan söz edilmiş ve sembolik olarak 353 mum yakılmış. Tahriklerde öncülük eden kişi olarak, Rus parlamento üyesi Rum kökenli İvan Savidis gösteriliyor. Rusya başbakanı Putin’e yakınlığıyla tanınan milletvekili Savidis, Rusya’nın yeni milyonerlerinden, Sümela Manastırına bu yılki ziyareti o örgütlemiş, Sibirya’dan Azerbaycan’a kadar eski Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşayan Pontus kökenli Rumlar için özel uçaklar kiralayana kadar. 
Dinî ayin kisvesi altında yapılan etkinlikle tahrikin amaçlandığına kuşku bırakmayan bir başka ayrıntı da, ziyaretçilerin papazlarla bir ağızdan okudukları “τη υπερμάχω στρατηγώ” ilâhisi. Bizans’ın “millî marşı” olarak ta nitelendirilen söz konusu ilâhide, 7. yüzyılda İstanbul’u Acem ve Arap kuşatmasından bir mucizeyle kurtardığına inanıldığı için “savaşçı komutan” Meryem Ana’ya şükredilmektedir. Dindarlarca çok sevilen bu ünlü Meryem Ana methiyesi, belirli tarihlerde kilise ayinlerinde okunan ilâhiler listesinde mevcuttur. Buraya kadar olanı konunun tarihî ve dinî yönü. Oradan öte aynı ilâhi, düşmandan korumak ve kurtarmak için veya kurtardığına şükretmek için Meryem Ana’ya yapılan başlıca duayı oluşturmaktadır ve bu durumlarda millî çağrışımlar yaptırmak amacıyla “savaş marşı” gibi kullanılmaktadır. Birkaç örnek: Fatih’in orduları İstanbul surlarını aştıklarında Ayasofya’da toplanan Hıristiyanlar, mucizenin yinelenmesi için aynı ilâhiyi okuyorlardı. Yunan orduları İzmir’e çıktığında rıhtımda toplanan Rum ahali, papazlarla birlikte yine bu ilâhiyle Meryem Ana’ya şükrediyordu. Azınlık yaşamından bir örnek: Gümülcine’de 1975 belediye seçimleri olaylarında yollara dökülen Hıristiyanların önünde yürüyen metropolit Damaskinos, yürüyüşçüleri Azınlığın alehinde bu ilâhiyle coşturuyordu. Kilisenin ayin geleneği düzeninde Paskalya arifesinde okunan “τη υπερμάχω στρατηγώ” ilâhisi 15 Ağustos 2008 günü Trabzon’daki Sümela Manastırında toplanan papazlar ve Rum ziyaretçiler tarafından “düzen dışı” hep bir ağızdan terennüm edilirken amaç, kilisesel ve dinî değildi. Kurtarılmamışlık mesajları iletilmek istenmişti ve tahrikçilik yapılmıştı. Gelecek yıl benzeri etkinlik Türkiye tarafından yasaklanırsa, kimse şikayet etmeye kalkmasın.
Eğri oturduk doğru konuşalım. Son dönemde bizim azınlık kesiminde de hak ve özgürlük kullanımı çerçevesini aşan ve tahrikçiliğe varan hareketler görüyoruz. Onları da eleştirme sırası gelecek.       
İ.O.

Gümülcine’de kene hastalığından ikinci ölüm
Tedavi için kaldırıldığı Dedeağaç hastanesinde ölen Karacalköylü 63 yaşındaki Ürke (Rukiye) Sepetçi’nin ölüm nedeninin, kene ısırmasıyla geçen Kırım-Kongo Kanamalı Ateş hastalığı olduğu belirlendi.
Gümülcine’de kene hastalığının neden olduğu ikinci ölüm vakası bu. İlk kurban, 20 Haziran tarihinde yine Dedeağaç hastanesinde ölen 42 yaşındaki Fatma Kuloğlu adında bir başka soydaş kadındı. 

0 yorum: