Ekim 2006
Herkül Millas
Geçenlerde Türkiye gibi Yunanistan’da da seçim lafı gündemde olduğu için iki ülke arasında seçmene yönelik mesaj amaçlı siyasal gerilimler yaşanabileceğini ve bu yüzden bu gelişmeleri pek ciddiye almayacağımı yazmıştım. (11/4)
Ancak yaşananları fazlasıyla ciddiye alanların çoğalması, en azından bu kimselerin haklı/haksız kaygılarını ciddiye alma gereğini doğurdu. Son günlerde Yunanistan’da Türkiye ve ikili ilişkiler basında ön sıraları işgal etti. En başta Yorgos Papandreu’nun Müslüman/Türk azınlığından bir bayanı, Gülbeyaz Karahasan’ı Batı Trakya’da süper vali adayı olarak önermesi tartışmalara neden oldu. Bu konuda ne inciler döküldü! Pontusluların ‘soykırımı’ anılırken bu yıl özellikle hezeyanlı bir söylem geliştirildi. Arkasından ölümlü askerî uçaklar kazası geldi. Gerilimli yakın geçmişi anımsatan konuşmalar kulakları tırmaladı ve uzun süre susmuş olan ‘vatanperverler’ Yunan televizyonunda peyda ettiler, Türkiye’nin ‘saldırganlığından ve yayılmacılığından’ söz ettiler. Yunan NBG Bankası’nın Finansbank’ı satın alma girişimi Yunanlı hissedarlar arasında ama Yunan parlamentosunda da çok tartışıldı ve eleştirildi. ‘Türk piyasalarına güvenmek ulusal çıkara karşı’ymış söylemi geliştirildi. Minik bir Kardak/İmia yaşandı ya da en azından yaşandığı söylendi. Arkasından eski cumhurbaşkanı K. Stefanopulos herkesi şaşırtan ve Yunan dış politikasının bir tabusunu yıkan önerisini dile getirdi: Bütün sorunlar için hakeme, yani Lahey Adalet Divanı’na gidilmesinin uygun olacağını söyledi. Şimdi en çok bu tartışılıyor.
Bugün ‘süper vali’ adayına değinmekle yetinmek istiyorum. Ama yaratılan fırtınayı ve savunulanları anlatabilmek için Atina’da üniversitedeki derslerimdeki deneyimlerimden başlamak istiyorum. Dersin birinde öğrencilerime neden Yunanlı olduklarını sordum; yani Yunanlılığı nasıl algıladıklarını, neye dayandırdıklarını. Yanıtlarını yazıp verdiler. Farklılıklar ilginçti. Şunlar Yunanlılığın temeli sayıldı: Ortak dilimiz, dinimiz, tarihimiz, eğitimimiz, ırkımız, ülkümüz, içinde doğduğumuz ülke. Bana çarpıcı gelen, kırk küsur kişi arasında bir tek kişinin bile ‘vatandaşlığı/yurttaşlığı’ yani anayasa ve yasalarla belirlenen Yunanlılığı anmamış olması. Dersin devamında bu saydıkları kıstasları teker teker ele aldık. Türkçe konuşan Karamanlı Ortodoks Hıristiyan vatandaşları, ayrı dinden ya da dine bağlı olmayan Yunan vatandaşlarını, Yunanlıların bütünüyle farklı tarih ekollerine nasıl inandıklarını, ırk kıstasının geçersizliğini tartıştık. Ortak ülkünün nasıl bilinebileceği, yabancı ülkede büyüyen Yunanlıları ne yapacağımızı konuştuk. Yurttaşın hak ve sorumluluklarının ‘nasıl hissettiğiyle’ değil, yasalarla belirlendiğini anlattım -aslında anlatmaya çalıştım! Çünkü bu işler yasalarla saptanmazsa ‘derin çetelerce’ saptanma tehlikesi doğabilir.
Süper vali adayı Türk olunca
Yalnız Yunanca konuşan, her gün Ortodoks kiliseye uğrayan, Yunan bayrağı görünce heyecandan gözleri yaşaran, kendini Yunan ideallerine (bunlar her neyse) adayan, kısacası kendini Yunan belleyen bir kimsenin eğer Yunan vatandaşı değilse bu ülkeye gelebilmek için vizeye gerek duyduğunu, seçme ve seçilme hakkına sahip olmadığını, bu ülkede memur bile olamayacağını ve yabancı muamelesi göreceğini anlattım. Ama Budist Hintlinin Yunan vatandaşlığına geçtikten sonra tüm vatandaş haklarına sahip olacağını anlattım. Yunan vatandaşlığının ve bundan kaynaklanan hakların bunun gibi bir şey olduğunu anlattım. Ne anladıklarına gelince, pek emin olmadığımı itiraf etmeliyim. Sınavlarda belli olacak -tabii yalnız ne anladıkları anlaşılacak, neye inandıkları ancak uzun sürede ve pratik içinde belli olacak. Müslüman süper vali adayına bazı Yunanlı milletvekillerinin, vali ve kaymakamlarının, politikacı ve gazetecilerin sorularını ele aldığımızda ‘vatandaşlık’ anlayışının bu ülkede çok eksik olduğunu hemen anlıyoruz. ‘Nasıl hissediyorsun, yani Yunan mı Türk mü?’ sorusu en sık sorulan sorulardandı. ‘Kıbrıs konusunda, Pontuslular soykırımı konusunda ne düşünüyorsun?’ gibi sorular da soruldu. ‘Kabul görebilecek’ yanıtlar verildiğinde de, bu kez ‘samimi olmama’ ve ‘yalancı’ suçlaması izledi. Bu tür bir soruyla karşı karşıya kalan etnik azınlıktan biri daha ağzını açmadan yenik düşmüştür: Hoşa gitmeyen yanıtıyla ‘düşman’ kampına geçmekte, hoşa giden yanıtlarıyla da sinsi bir riyakâr sayılmaktadır. İfade özgürlüğünün tam sağlanmadığı bir ortamda zaten farklı bir şey de beklenemez: ‘Doğru’ yanıtın önceden baskı ile ya da yasalarla saptandığında dürüst olanla riyakâr olanı ayırmanın artık imkanı da yoktur. (‘Türkçesini’ de söyleyeyim: Önce özgürlük kısıtlanır sonra da ‘mecbur olduğun için öyle diyorsun, takiyye bu’ derler!)
Bu olayla, ama sonraki olaylarla da Yunan milliyetçiliğinin en çirkin yüzü, paranoyalı ve ırkçı yanı su yüzüne çıktı. Belki bu gelişmelerin en olumlu yanı da bu oldu. Çünkü adı Gülbeyaz olan birine, daha ‘alışılmış’ isimler taşıyan adaylara sorulmayan soruların sorulmasının milliyetçi hezeyan ve insan hakları ihlali olduğunu söyleyen ve yazan birçok çağdaş insan da çıktı. Özellikle ülkenin en büyük ve saygın gazeteleri -Ta Nea, To Vima, Elefterotipia, Kathimerini gibi- bu konuda olumlu yayınlarla okuyucularını uyardı. Yunan toplumu ‘vatandaş haklarını’ belki ilk kez böylesine etraflı ve yoğun bir biçimde tartıştı. Yeni Demokrasi Partisi üyelerini kontrol etmeye ve susturmaya çalıştı. Karahasan’ın her vatandaşın sahip olduğu haklara sahip olduğu en nihayet yüksek tonlarda Yunanistan’da duyuldu.
Sorunların ana kaynağı Ama sorun çözülmedi. Bu olayın arkasından Türkiye ile ilgili gündeme gelen sorunların varlığı milliyetçi kafa yapısının birkaç tartışma ve yazı ile aşılacak bir olay olmadığı da, gerçeği kabullenme konusunda fobileri olmayanlarca açıkça belli oldu. Yunan milliyetçiliği, her Balkan milliyetçiliği gibi halkın içinde yalnız bir bilgi referansı olarak değil, bir kimlik olarak da içselleştirildi. Her olayın belli bir açıdan değerlendirilmesi geleneği, alışkanlığı ya da pratiği aslında bir dünya algılanmasının köklü ifadesidir. Bir olayda farklı düşüneni inandırsak da bu algılama öteki olayda yeniden karşınıza çıkacaktır. Türk-Yunan ilişkilerini ilgilendiren olayları tek tek ele almamızın pek yardımcı olmadığına inanıyorum. Bu olayları yeniden üreten güç belli bir dünya görüşü ve ideolojidir. Sakat, eksik ve çağdaş olmayan bir kimlik sorunudur. Bu tartışılmadan ve açıklık kazanmadan da minik krizler pek anlaşılmayacaktır.
Ekim 2006
Herkül Millas
Yunanistan’da milliyetçi söylem
Etiketler: Herkül Millas
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder