Dil, Kültür, Edebiyat, Tarih...


Azınlıkça
Kasım 2006
Sayı 24
Hakan Mümin

“Dil üzerine ne kadar dursak yeridir. Çocuklarımızın ufkunu genişletmenin ve başarılı olmalarının yolu dilden ve kelime hazinelerini geliştirmekten geçer. “Büyük adam” olarak anılan kişilerin ve dünyaca ünlü klasik eserlerin ne kadar geniş kelime hazinesine sahip oldukları gözden kaçmayacak bir gerçek. Zengin kelime bilgileriyle dile hakim olan insan, büyük bir güce sahip oluyor. Kelime bilgisini geliştirmek için ise dilin iyi konuşulduğu ortamlarda bulunmak ve kitap okumak çok önemli. Çocuğun anadili gelişiminde özellikle anne babalar bu konuya çok dikkat etmeli.
Diğer taraftan, bir dilde bir kavramı ifade için kullanılan kelime sayısı ne kadar çoksa, o dili konuşan milletin o mevzuda o kadar seviyeli bir hayatı var demektir. Mesela, Türkçe’de yiğitlik ifade eden şu kelimelere bakın: Er, eren, yiğit, alp, mert, bahadır, cesur, kahraman, dilâver, yavuz, yaman, arslan, efe, gözüpek, hatta, kabadayı ve deli gibi, Türkçe veya Türkçeleşmiş daha nice kelime, bizde türlü kahramanlıklar için kullanılan isim ve sıfatlardı. Böyle daha nice kelime ve deyimler vardır ki, mesela: “gözünü daldan budaktan sakınmaz” gibi mecâz olarak böyle mânâlar verir.
Dilimizin güzel sesli, hoş nağmeli kelimelerini zevkle ve severek öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Türkçe belki de tabiatı kendi bünyesine alabilen ve güzel kullanılabilen yegâne dildir. “şırıl şırıl”, “tangır tungur”, “çıtır çıtır”, “şakır şakır”, “hayal meyal” gibi ikilemeler bilmiyorum hangi dilde vardır. “Gül” kelimesi güldürür, “çiçek” kelimesi gül gibi gönlümüzde açar, “gönül” kelimesi güneş gibi rahatlatır, “güneş” kelimesi pırıl pırıl okşayıcı, göz kırpıcıdır. “Göz” kelimesi açık, net ve incedir.
Ya Nasrettin Hoca’nın şu fıkrasını hangi dilde ifade edebilirsiniz? Nasrettin Hoca bir gün ev taşıyacakmış. Bir araba aramış... bulmuş, ...pazarlığa başlamış. Arabacı tüm eşyanın nakli için on lira istemiş. Hoca bu fiyatı çok bularak “Çok istedin evladım, bu kadarcık eşya için o kadar para istenir mi?” deyince arabacı, “Bu kadarcık demeyin Hocam, eşya az değil, bakınız soba var moba var, dolap var molap var, sandalye var mandalye var...” diye saymaya başlayınca, Hoca “pekii” demiş ve razı olmuş. Eşya yerini bulunca, Hoca tutmuş beş lira vermiş! Arabacı sormuş, “Hocam paranın yarısını niye kestiniz!?” Hoca cevabı vermiş, “Evladım sen de eşyanın ancak yarısını getirdin! Sandalye geldi, mandalye nerde? Soba geldi, moba nerde? İngilizce dahil hiç bir dile tercüme edemezsiniz bu hikayeyi.
Güzel dilimiz Türkçe’yi sürekli konuşarak veya yazarak geliştirmeliyiz. Kelimeleri canlı tutmanın tek yolu da budur. Alman filozofu Heidegger’in dil hakkında güzel bir sözü var: “Dil insanın evidir” der. Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır. Buradan dil ile insan arasında yakın bir ilişkinin olduğunu anlayabiliriz. Bu sebeple dili, tarihten, kültürden, toplumdan ayıramayız.
Kültürün temeli olan dil bir milletin tarihi ile de yakından ilgilidir. Dil, edebiyat, ve genellikle kültür kavramına giren her şey, tarih boyunca gelişmiş, bize tarihten miras kalmıştır. Tarih hakkında bilgi, öğrenme yoluyla elde edilir. Kendi tarihini öğrenmeye ihtiyaç duymayan, onu bilmeyen genç kuşaklar, içlerinde milletine karşı canlı bir ilgi ve sorumluluk duygusu da hissetmezler. Buradan hareketle çocuklarımıza evvelâ kendi dilini, daha sonra da tarihini yeteri derecede öğreterek, bir “tarih bilinci”ne ulaşmalarını sağlamak çok faydalı olacaktır. Tarihin içinden gelmeyen hiçbir şey olgun değil. Bu yüzden tarihimize de yabancı kalmamak gerek.
Tarihten gelen kültürel değerlerimizi ise ancak anadilimizle koruyabiliriz. Şunu da hatırlatalım ki, kültürümüzü, tarihimizi, edebiyatımızı anlamak için anadilimizi öğrenmek ve geliştirmek, yaşadığımız ülkenin dilini iyi derecede bilmeye engel değildir.”
Muhammet Mertek’in bu yazısı çok hoşuma gitti. Konu dil, kültür, edebiyat, tarih...
Gelelim bize. Bunların hangisi bizim yaşantımızda yer alıyor? Dil konusu, yani anadilimiz Türkçe zaten hassas bir konu. Hangi azınlık ferdine sorsanız, “Türkçe biliyor musun?” diye, alacağınız “evet” yanıtıyla birlikte, bu insanların Türkçe sözcük hazinesinin çok zayıf olduğunu da göreceksiniz. Özellikle azınlık gençleri arasındaki sohbetlerde kurulan tümcelerin yüklemi Türkçe, özneleri ya da tümleçleri Yunanca. Buradan da ortaya çıkan şu; azınlığımız ortalama beş yüz – altı yüz Türkçe sözcükle yaşıyor. Diğer taraftan da azınlık içinde kendilerini kültürlü (entel) göstermek isteyenler ise Osmanlıca sözcüklerle yüklü tümceler kurmaya çalışıyorlar. Osmanlıca’nın da içine ediyorlar ya!.. Neyse. Bazı “araştırmacı yazar”larımız ise, Türkçe’de “ne…ne” bağlacı içeren tümcelerde olumsuz yüklem kullanılmadığını bilmiyorlar. Ne garip!.. Bu memlekette kültürlü olmak ne kolay değil mi!?.
Kültür ve edebiyat için de farklı birşey söyleyebileceğimizi zannetmiyorum. Bir zamanlar Batı Trakya Türk Azınlığı’nın bir kültür sanat dergisi “Şafak” vardı, kapandı. Adı gibi aydınlıktı. Ama şimdi edebiyatımız ve kültürümüz karanlığa gömüldü. Aslında “gömüldü” demek yanlış; biz gömdük. Bugün yılda zoraki birkaç gösteriyle kültürümüzü korumaya çalışıyoruz, ama bu yeterli değil. Azınlığımızda herşey kalıp içine bastırılmış, gününü gün eden bir yaşam anlayışıyla hayatımızı sürdürüyoruz. Yeni şeyler üretemiyoruz. Üretemediğimiz gibi de var olan değerlerimizi bozuk para gibi harçıyoruz, geleceğimizi düşünmeden.
Geçmişimizi bilmeden geleceğimizi nasıl çizebiliriz ki? Baksanıza, bir tarihçimiz bile yok. Tarihimizi kim araştıracak? Bu boş alanı ne zaman dolduracağız. Sosyologlarımız ne yapıyor? Toplum bilimcilerimiz yok mu? Akademik düzeyde araştırmalara ne zaman yatırım yapacağız? Gençlerimiz bugün “kahve kültürü”nden başka kültür tanıyor mu, acaba? Tabii burada gençler mi suçlu? Hayır, onları bu duruma getirenler düşünsün.
Sizleri sorularla boğdum, galiba. Ancak bu soruların yanıtlanması gerektiği kanısındayım. Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum, ama bence bu sorular yanıtsız kalmamalıdır. Birileri yanıt vermeli...

0 yorum: